15 Temmuz’un yıldönümü dolayısıyla: Kahraman, kahramanlığı umursamayandı

D. Mehmet DOĞAN

Darbeci kahraman olmaz; kendini kahraman ilân eder! Asıl kahramanlar darbecilere karşı çıkanlardır. Kahramanlık ilânla, ilâmla, kanunla olmaz!

Yerli yersiz kullanılmaktan fersudeleşmiş bir kelime, kahraman...Bir ara Necip Fâzıl’ın “sahte kahramanlar” kavramını ortaya attığını hatırlarız. “Darbe” kelimesi ile “kahraman” kelimesi aynı cümlede geçiyorsa, bunun darbecilerle ilgili bir bağlamda kullanıldığını tahmin debilirsiniz. Bu anlamda Cemal Gürsel 27 Mayıs’ın kahramanı, Kenan Evren ise 12 Eylül’ün kahramanıdır. Daha doğrusu, zamanlarında onlar için “kahraman” tanımlaması sık olarak kullanılmıştır. Cemal Gürsel değilse bile, yıllar sonra Kenan Evren için bu sıfatın tersi adlandırmalar yapılmış ve bu mahkeme tarafından tescil edilmiştir.

Darbeci kahraman olmaz; kendini kahraman ilân eder! Asıl kahramanlar darbecilere karşı çıkanlardır. Kahramanlık ilânla, ilâmla, kanunla olmaz!

Bunları geçen seneye kadar sadece konuşabilir, yazabilirdik. Fakat somut örnekler veremezdik.  Başarılı darbelerden sonra darbeye karşı çıkanlar şeytanlaştırılırdı. 15 Temmuz, darbeye hayatının rağmına karşı çıkan kahramanları zihnimize yerleştirildi. Her yaştan, her cinsten kahramanlarımız var.

Onların şehadete yürüyüp gazi olarak yaşamaya devam edenleri...Onları ekseriya beyazcamdan seyrettik, gazetelerden okuduk. Bazı yakın çevremizdekileri gördük. Fakat bu kadar yakından görmek, konuşmalarını dinlemek mümkün olmamıştı.

Malatya 6. kitap fuarı 15 temmuz şehit ve gazilerine adanmıştı...

İşte onlar da oradaydılar. Efsaneleri kitaplardan okumak yerine, kanlı canlı görmek, konuştuklarını dinlemek, aynı havayı solumak...Gıyabiyi vicahiye çevirmek...

Elbette, darbeye karşı dururken şehid olanlar arasında bildiklerimiz tanıdıklarımız da var. Fakat büyük çoğunluğu bu halkın mehmetcik kadrosundan meçhul şehidler. Adlarını sanlarını öğrendik, fakat onlar işinde gücünde, kimimizin komşusu, kimimizin uzaktan akrabası veya hemşehrisi...Bir kader anında meydana çıktılar ve üzerlerine düşeni hiçbir birşey beklemeden yaptılar...

Kahraman olmak umurlarında değildi, ama kahramandılar; kahramanca hareket ettiler...

Malatya Kitap Fuarı bu milletin kahramanlık zeminini keşfetmek için fırsat oldu. Fuar onlara adanmıştı. Şehid yakınları ve gazilerle aynı ortamda idik. Onların olağanüstülüğü olağanlıklarında idi. Onlar bizdi, biz onlardık. Şehidler içinde en çok adı bilinenlerden biri Erol Olçok. Onu görmüşlüğümüz var. Fakat oturup konuşmuşluğumuz yok. Hayat arkadaşının nasıl bir yol arkadaşı olduğunu bu vesile ile gördük. Protokol konuşmaları yapılıyordu, biz de “Onur Konuğu” kontenjanından konuşacaktık.

Fakat o hanımefendi, Nihal hanım, konuştu; protokolün dili ebkem oldu. Söz yerini buldu. Bütün kalbe dokunan, içe işleyen, aklı iptal eden konuşmalar gibi kısaydı sözleri. Sadece “şehid eşi” değildi, “şehid annesi”ydi aynı zamanda. Bir an onun konuşmadığını, tarihin konuştuğunu, bin yıllık derin varlığımızın, devlet anamızın konuştuğunu düşündüm. Kırk yıldan fazla zaman önce yitirdiğim annemin hissiyatı o an beni kuşattı. Ürperdim. Askere gidecektim. Elini öptüm. “Padişah dirliği ile git gel” dedi. Annem eski harfli mektebe üç yıl devam etmişti. Sadece okurdu. Elbette Türkiye’nin yaşadığı büyük değişimi, Cumhuriyeti filan bilmez değildi. Fakat askerlik sözkonusu olduğunda Cumhuriyetin söylediklerinin bir hükmü yoktu. Tıpkı şehadet gibi, köklü bir zeminden konuşuyordu. Bir de “benim için gönüllü nöbet tut” dedi.

“Gönüllü nöbet...” “Nafile ibadet” gibi bir şey!

İşte asırlardır bizi kuşatan ve varlığımızı kanatlandıran ruhla konuşuyordu Nihal hanım. Sesinde ne övünme, ne yakınma eseri vardı.

“Karşımızdaki sandalye boş artık, yanımızda uyandırdığımız bir tane evladımız eksik artık. Biz hayrihi ve hayrihi iman edenlerdeniz. Ölüm hak. Sadece bunun sonucu ile ilgileniyoruz. Bugün gururla, şerefle adlarını söylediğim zaman daha büyüdüğüm şehidlerimiz var. Bu şehid aileleri sizin içinizdendi. Biz o köprüde sadece Allah'ın lütfu ile seçilmiş şanslı evlatlara, eşlere, kardeşlere, dostlara sahip, Allah'ın muradına nail olmuş yakınlarız. Biz onları unutmayacağız. İnşallah âhirette, dünyada onlara da mahcup olmadan şu ömrü tamamlayıp, yüzümüzün akıyla Allah'ın ve Resul'ün huzuruna, muhterem Erol beyin ve Can evladım Abdullah'ımın yanına çıkmayı ben ne kadar istiyorsam, karşımda oturan herkes de o kadar istiyor. Rabbim bizi mahcup etmesin.”

 

“O akşam kim olsaydı sokağa çıkacaktı. Çıktı… Bana hep 'dur' demedin mi diye soruyorlar. Biz kapıyı açtık. Kelimeler kifayetsiz. Keşke yüreğimin dili olsa da konuşsa. Allah bizi bu millete, bu ümmete mahcup etmedi. Dünyadaki bütün Müslümanlar bizden çok daha fazla şey bekliyorlar.”

Bu maveraî sözlerin üzerine ne söylenebilirdi ki?

Kürsüye davet edildiğimde mecburî konuşmacı olarak söylediklerimin tek kelimesini hatırlamıyorum.

Belki de hiç konuşmadım!

Bu yazı toplam 386 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim