• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

4. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi İstanbul'da Toplandı

4. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi İstanbul'da Toplandı
“Turgut Cansever’in Aziz Hatırasına”13-15 Ekim 2017, İstanbul

Türkiye Yazarlar Birliği’nin, Türkiye Belediyeler Birliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Esenler Belediyesi’nin destekleri ile düzenlediği Kongre’de Türkiye ve Türkiye dışından fikir adamları, akademisyenler ve uygulayıcılar bir araya geldi.

Kongre, İstiklâl Marşı ile başladı.

Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, özellikle Anadolu'dan göçle şekillenen büyükşehirlerin mimarisinin tanımlanmasında zorluk çekildiğini  ifade etti, konuşmasında Göksu, "Bugün şehirlerimiz kendi toplumsal değişim dinamikleri arasından baktığımızda özellikle modernitenin de getirdiği anlayışla insanları bir topluluk olarak yaşamaktan öte, kendi dört duvarının arasına hapseden ve sadece kendi dünyası içerisinde yaşayan mekanlar haline getirdi. Bunu ortadan kaldırabilmek için başta mimari tasavvurumuzu yeniden gözden geçirip bir şehir olmanın ve bir şehirde birlikte yaşamanın, komşu ve akraba olmanın hazzını kuracağımız bir tasavvurla ortaya çıkmamız gerekiyor. Bu açıdan şehir üzerine yapılan her türlü bilimsel ve entelektüel çalışmanın farkındalık oluşturduğunu düşünüyorum.'' İfadelerine yer verdi.

Kongre Tertip Heyeti adına konuşan Prof. Dr. Mustafa Orçan ise dünyada ve Türkiye'de şehircilik konusunun gittikçe derinleşen ve soruna dönüşen en önemli sosyal meselelerden biri olmaya devam ettiğine işaret etti. Büyükşehirlerin ülkede uygulanan politikaların ve ekonominin aynası olduğunu ve şehir yöneticilerinin neyi önemsediklerinin yönettikleri şehirlerle meydana çıktığını ifade eden Orçan, ''Şehirler bizim yaşam alanımız olduğu kadar kültür ve medeniyetinizin de temsilcileridirler. İddiası olan milletlerin, yöneticilerin, kültür ve medeniyetlerin iddialı şehirleri olur. İstanbul, birçok medeniyet ve devlet yöneticileri için dünyada en fazla iddiası olan şehirlerin ilk sıralarında yer almıştır. Tarihi eserleriyle, doğal güzelliğiyle, ticaret ve ulaşım gibi birçok özelliği içinde barındıran bu şehrin kıymetini Doğu Bizans yapıtlarıyla, Osmanlı da eserleriyle ve kurduğu şehir sistemiyle göstermiştir.'' diye konuştu.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, konuşmasında çok önemli noktalara temas etti. Arıcan’ın, konuşmasından kesitler   "Anadolu şehirlerimiz artık kültüründen, mimarisinden ve vicdanından bahsedilen şehirler olmaktan çıktı. Şehirlerden kaçıyoruz çünkü bizi sıkıyor. Şehirler canavarlaştı, bizi yutuyor. Buna kim 'dur' diyecek. Şehir bir medeniyettir, medinedir. Medine, din kökünden birbirine borç verilen, muhtaç olunan kök anlamından gelerek, ism-i mekan olarak dinin mekanlaştığı yerdir. Medineyi bu anlamıyla inancın kültüre, sanata, mimariye dönüştüğü yer olarak görüyoruz. Bu anlamda medeniyetler de şehirlerden doğmaktadır. Medeniyetler kültürle, sanatla, fikirle, düşünceyle var olmaktadır. Ancak bugün itibariyle şehirlerimiz gerçekten bu özelliğini acaba sürdürebiliyor mu? Bugün gerçekten şehirlerin bir bakışı var mı? Bırakalım şehirlerin ruhunu, kalbini, vicdanını şehirler kalmıyor. Medeniyetimizin Türk İslam kültürünün kadim şehirleri bir bir yok oluyor. Şam, Halep, Bağdat, Kudüs bugün mahzun, can çekişiyor. Ayakta kalma mücadelesi veriyor. Şehirlerimize sahip çıkamıyoruz artık. Küresel güçler sadece kültürümüzü, tarihimizi, inancımızı yok etmiyor, şehirlerimizi de topyekün ortadan kaldırıyor. Anadolu şehirlerimiz artık kültüründen, mimarisinden ve vicdanından bahsedilen şehirler olmaktan çıktı. Şehirlerden kaçıyoruz çünkü bizi sıkıyor. Şehirler canavarlaştı, bizi yutuyor. Buna kim 'dur' diyecek. Bu anlamda yerel yönetimlere büyük iş düşüyor. Şehirlerin geldiği bu noktaya çağın insanları olarak biz 'dur' demezsek, gelecek nesillere en büyük ihaneti yapmış olacağız.''

Arıcan’dan sonra konuşmasını yapan TYB Şeref Başkanı Mehmet Doğan kültürel kirlenmenin özünün teknolojiyi yaratıcı güç addetmek gibi temel bir yanılgı taşıdığını belirterek, şehre, toprağa, dünyaya ait meselelere bürokratların gözlükleriyle bakılarak, bürokrasinin işleyiş ve kurallarına asli güç payesi verildiğini ifade etti.

Kongrenin son açılış konuşmasını yapan Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bahri Şahin ise şehrin silüeti, yapısı, mimarisi ve çevresinin toplumu ruh halini yansıttığını ve yapılan eserlerle toplumun karakterinin tahlil edilebileceğini belirterek, ''Biz hangi eserlere baktığımız zaman ruhumuz haz alıyorsa biz o yoldayız demektir. Ben özgün eserlerden haz alıyorum. Osmanlı'ya ve Selçuklu'ya baktığımız zaman doğayla, çevreyle uyum içinde olduğunu görüyoruz. Her şey düşünülmüş. Rastgele binalar yapılmamış. Bize miras kalan bu dokuyu korumalıyız. Bugün İstanbul'un tarihi dokusu özgün olmayan, çarpık bir kentleşmeye hapsoldu. Ülkemizin şehircilik konusunun tekrar gözden geçirilmesi lazım.'' İfadelerini kullandı.

Kongrenin açılış sunumunu yapan Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Düzenli, hocası bilge mimar Turgut Cansever'in şehir ve şehircilik tasavvurunu anlatan bir sunum yaptı. Şehir ve şehircilik üzerine çalışan 64 akademisyenin katılacağı ve aynı anda iki farklı salonda yapılacak oturumlarla gerçekleştirilecek kongre, 15 Ekim Pazar günü sona erecek. Üç gün sürecek kongre sonunda sunulan metinler kitap haline getirilecek.TYB Başkanı Arıcan, Esenler Belediye Başkanı Göksu'ya, TYB Onursal Başkanı Doğan ise şeref konuğu Prof. Dr. Tuna ve Yrd. Doç. Dr. Düzenli'ye berat takdim etti.

 

Açılış Dersi: 4. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nin açılış sunumlarını Kongre’nin şeref konuğu Prof. Dr. Korkut Tuna ve Turgut Cansever’in öğrencisi Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Düzenli yaptı.

Açılış sunumlarından sonra Prof. Dr. Korkut Tuna’ya, TYB Şeref Başkanı Mehmet Doğan tarafından tasarımı Bekir Sıddık Soysal’a ait TYB Kongre Katılım Beratı takdim edildi.

Şûranın 1. Günü öğleden önce oturumu berat takdimleriyle sona erdi.

Kongrenin ilk oturum başlığı  Şehir, İnsan ve Toplum idi. Birinci salonun ilk konuşmacısı Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik “1802-1819 Tarihleri Arasında Diyarbakır Şehrinde İdari Uygulamalardan Kaynaklanan Hadiseler” başlıklı tebliğinde, Osmanlı dönemi boyunca önemini koruyan Diyarbakır şehrinin önemli bir siyasi, kültürel ve iktisadi merkez olduğunu belirterek bütün Osmanlı tarihi boyunca Diyarbakır’ın bu özelliğini koruduğunu ve Osmanlı Devleti’nin en önde gelen şehirlerinden birisi olduğunun altını çizmiştir. Tebliğinde  Diyarbakır eyaletinde başta Ümera (Vali, Mütesellim, Voyvoda, Şehir Kethüdası, Ayan ve benzeri) olmak üzere, Ulema sınıfının (Kadı, Naib, Müftü ve benzeri) yani yöneticilerin halk ile olan münasebetleri inceleyen Yılmazçelik, bölgede görülen asayişsizliğin önlenememesinin en başta gelen sebebini, yöneticilerin bazılarının (özellikle eyalet valilerinin) sık sık azledilmeleri olarak değerlendirmiştir. Tebliğ: Prof. Dr. Hüseyin Çınar

Aynı oturumda ikinci konuşmacı olan Prof. Dr. Hüseyin Çınar “18. YY Ayntab (Antep)’ına Şehrin Önde Gelen Aileleri Üzerinden Bir Bakış” başlıklı tebliğinde 18. Yüzyılda Antep şehrinin sosyo-ekonomik, kültürel taraflarını şehrin önde gelen aileleri üzerinden değerlendirmeye çalışmıştır.

Bir diğer konuşmacı olan Yrd. Doç. Dr. Nebahat Arslan “Kars’ta Cumhuriyet Dönemi Gayr-i Müslimler (1920-1960)” başlıklı tebliğinde, Kars’ta yaşayan Gayr-i Müslimlerin nasıl ve ne zaman buraya geldiklerini, ortak yaşam alanlarını ve neden ayrıldıklarını ilgili kaynaklara dayanarak sunmaya çalışmıştır.

İkinci salonda gerçekleştirelen oturumun ilk konuşmacısı olan Prof. Dr. Mustafa Orçan

“Türkiye’de Plansız Modernleşme Sonrası Şehirlerimizde Kaybettiğimiz Değerler” başlıklı tebliğinde, plansız modernleşmenin şehirlerimizde yaptığı tahribata değinerek, plansız modernleşmenin şehirlerin dokusunda ve yapısında çok önemli etkilere neden olduğunu ifade etti. Şehirlerimizde etik, estetik ve insani boyutların göz ardı edildiğini vurgulayan Orçan, Osmanlı döneminde yapılan evlerin mimarisine değinerek o zamanlar evlerin yapılırken komşunun güneşine ve gölgesine dahi saygı duyulduğunun altını çizdi.

İkinci konuşmacı,  Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu “Samsun Şehri ve Türkler” başlıklı tebliğinde tarihte birçok topluluğa ev sahip sahipliği yapmış olan Samsun şehrini ve şehrin Türkler tarafından yurt haline getirilerek nasıl inşa edildiğini sunmuştur. Bir ticaret kenti olarak birçok medeniyeti ağırlayan Samsun kentinin nasıl Müslüman-Türk kenti olduğu konusu Tellioğlu’nun tebliğinin ana eksenini oluşturmuştur.

Prof. Dr. Tellioğlun’dan sonraki konuşmacı Doç. Dr. Nahide Şimşir, “Balıkesir’in Mahalle Dokusunun Tarihî Gelişimi İle İlgili Bazı Tespitler” başlıklı bildirisinde kuruluş itibarıyla Gayrimüslim nüfusu bulunmayan Balıkesir şehrinin tarihi süreçte yaşamış olduğu değişiklikler üzerinde durmuştur. Şehrin, Karasıoğulları Beyliği’nden Osmanlı Devleti’nin eline geçtiği zamanki şehir dokusu, XV-XVI. Yüzyıllardaki mahallelerin fizikî ve demografik özelliklerine değinen Şimşir, XVII. Yüzyıldan itibaren şehre yerleşmeye başlayan Gayrimüslim nüfusun şehirde yerleşim sebepleri ve fizikî yapı üzerindeki tesirlerini Şer’iyye Sicilleri ve Şikâyet Defterlerine yansıdığı kadarıyla ortaya koymaya çalışmıştır. 

Oturumun son konuşmacısı Öğr. Gör. İbrahim Burçin Asna, “Mollakent Medresesinde Kültürel ve Sosyal Yaşam” adlı bildirisinde, Muş iline bağlı Bulanık İlçesinde yer almakta ve akademik olarak araştırılmamış olan Mollakent Medresesi’ni incelemiştir. Murad Nehri'nin suladığı bereketli topraklar üzerinde bulunan Mollakent Medresesi'nin bir yanında tarihi öneme sahip Malazgirt Ovası diğer yanında Süphan Dağı bulunmakta olduğunu söyleyen Asna, bölgenin gerek coğrafi gerekse tarihi açıdan çok önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamıştır. Bu tarihi ve kültürel zenginliklerin bir yansıması olarak bölgenin Müslümanlaşmasında önemli bir rolü olan Mollakent Medresesi tarihi, kültürel ve mimari açıdan serimlemeye çalışan Asna, bildirisinde Mollakent Medresesi'ndeki cami, medrese, türbe, kulleteyn mezarlık, çilehane, misafirhane, Akkent gibi mimari ve kültürel eserlerin de ayrıntılı bir sunumunu gerçekleştirmiştir.

Kongrenin ikinci oturum başlığı,  Şehir, Tarih ve Medeniyet idi. Birinci salonda gerçekleştirilen oturumun ilk konuşmacısı Dr. Raif Virmiça, “Prizren’de Kültür, Sanat ve Şairlik Geleneği” başlıklı tebliğinde, Prizren’in çok köklü bir geçmişi olduğuna değinerek tarihi ve kültürel birçok eseri olduğunu belirtmiştir. Prizren’in “Osmanlı şaheserler yurdu” ve “Şairler Menbağı” olarak nitelendirildiğini hatırlatan Virmiça, Osmanlı seyahatname yazarlarının eserlerinde Prizren’i, Balkan ve Rumeli’nin “İncisi” olarak tanımlamakta olduğunun altını çizmiştir.

Virmica’dan sonra konuşan, Adnan Pepic “Podgorica Şehrinin Yeniden İnşasında Osmanlı Etkisi” başlıklı bildirisiyle, Podgorica kentinin yeniden inşa edilme sürecinde Osmanlı’nın etkisini Podgorica şehri üzerinden verdiği örnek tarihi eserler üzerinden incelemeye çalışmıştır. Osmanlı’nın değer’i merkeze alan mimari yaklaşımı ve sanat estetiği üzerine sunum yapan Pepic, kentin özgün ve estetik boyutlarının oluşmasında Osmanlı’nın can alıcı etkisini vurgulamıştır.

İkinci salonda gerçekleştirilen oturumun ilk konuşmacısı, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akif Fidan  “Vilayet Salnameleri ve Osmanlı Medeniyeti ve Müesseseleri İçin Önemi” başlıklı bildirisinde, Osmanlı döneminde tutulan vilayet salnamelerinin Osmanlı Medeniyeti ve müesseseleri için önemini belirtmiştir. Bu salnamelerin vilayetlerin yapısını, dokusunu anlamak için çok önemli bir kaynak olduğunun altını çizen Fidan, onlar vasıtasıyla vilayetlerin tarihi, kültürel ve sanatsal eserlerinin ve yapılarının daha iyi ortaya koyulabileceğini ileri sürmüştür.

İkinci olarak sözü alan,  Dr. Uğur Altuğ “Ankara Örneğinde Tahrir Defterlerinin Şehir Tarihi Araştırmalarındaki Yeri ve Önemi” başlıklı tebliğinde,  Tahrir defterlerinin şehrin yapısı hakkında taşıdığı öneme vurgu yapmıştır. Ankara örneği üzerinden, tahrir defterlerinin titizlikle incelenmesi sonucunda şehrin tarihi hakkında önemli bilgilere ulaşılabileceğinin altını çizen Altuğ, şehir tarihi araştırmalarında bu yaklaşımın değerine vurgu yapmıştır.

Oturumun son konuşmacısı Hüseyin Kayhan “Artuklu Hâkimiyetinde Hısn Keyfâ’nın Tarihî Gelişimi” başlıklı tebliğinde, 130 yıl Artuklu hâkimiyetinde kalan Hısn Keyfâ’nın câmileri, mescidleri, sarayları, çarşıları, medreseleri, şehir kapıları, kale burçları, köprüleri, kümbet ve türbeleri ile bölgenin en önemli yapılarını bünyesinde barındırmakta olduğunu belirterek Artuklu hâkimiyetindeki dönemindeki Hısn Keyfâ’nın tarihi gelişim serencamını sunmuştur.

Üçüncü Oturumun başlığı Şehir, Din ve Vakıf başlığı idi.  Birinci salonun ilk konuşmacısı olan Doç. Dr. Nazım ELMAS,  “Mustafa Kutlu’nun Eserlerinde Medeniyetler Şehri İstanbul’un Tarihi ve Manevi Unsurları” başlıklı tebliğde, çağımızın önde gelen hikâyecilerinden birisi olan Mustafa Kutlu’nun eserlerinde İstanbul’u nasıl tasvir ettiği üzerinde durdu. Mustafa Kutlu’nun bu mekânları özenle seçtiğini, bu mekanların anlatımı üzerinden bir fikri sevdirmek ya da nefret ettirmek adına destek alındığını ifade etti. Hikâyelerde geçen mekânların aynı zamanda kültürel bir unsur olduğunu ve okuyucular üzerinde ne tür etkiler bıraktığını da sunumda Doç. Dr. Elmas anlatmaya çalıştı.

İkinci konuşmacı, Dr. Alaattin Dolu, “18. Yüzyılda Kudüs’te Kadın ve Kadın Vakıf Kurucuları” başlıklı tebliğinde Kudüs’te kurulan kadın vakıfları üzerinden şehrin siyasi, sosyal ve kültürel yapısını değerlendirmeye çalışırken, kadının konumunu da ifade etmeye çalıştı.

Dr. Dolu’dan sonra konuşan Ali KILCI, “Hurufat Defterlerine Göre 18-19. Yüzyıllarda İskilip Vakıfları” başlıklı tebliğinde,  Çorum iline bağlı bir ilçe olan İskilip’in çok eski tarihlere dayanan bir geçmişinin olduğunu, bunun yanında Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de önemli bir yer edindiğini ifade etti. Zengin bir arşiv belgesi birikimimiz olmasına rağmen İskilip’in de içinde bulunduğu birçok şehrin geçmişine yönelik araştırmaların eksik olduğunu vurguladı.

İkinci salonda gerçekleştirilen oturumun ilk konuşmacısı, Prof. Dr. Alaattin KARACA,  “Çağdaş Türk Şiirinde Şehre Müslümanca Bakış” başlıklı tebliğinde  Her medeniyetin kendine has şehirler inşa ettiğini ve dolayısıyla İslam’ın da kendine has şehir inşa etme tarzına sahip olduğunu ifade etti. Ancak modernleşmeyle beraber bu tarzın her geçen gün zarar gördüğünü ve özgün üslûpla ortaya konan şehirlerin yerini modern şehirlerin aldığını vurguladı.  Prof. Karaca, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif İnan, Sezai Karakoç, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel üzerinden modern kentin ortaya çıkmasıyla kaybolan kadim şehirlerimiz ve bu durumun yarattığı olumsuzluklar üzerinde durdu.

Oturumun bir diğer konuşmacısı, Betül TARAKÇI, “Tekke’den Şehre Bakış Mısrî Dergahı Son Postnişîni Şemseddin Ulusoy’un Bursa Şehir Tarihine Katkısı” başlıklı tebliğinde,   Şemseddîn Efendi’nin Meşrutiyet, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’ye tanıklık etmiş bir şahsiyet olduğunu, Cumhuriyetin kurulmasını sevinçle karşıladığı ancak dergâhların sırlanmasıyla beraber içine düştüğü derin üzüntüyü şiir ve yazılarıyla ortaya koyduğunu ifade etti. Oluşturduğu kütüphanesiyle ve dönemin Bursa’sında bulunan dergâhların anlatıldığı Yadigâr-ı Şemsi adlı alanında eşsiz eseriyle Şemsettin Ulusoy’un şehir tarihine katkısını anlatmaya çalıştı.

Oturumun üçüncü konuşmacısı, Arş. Gör. Mehmet KAVAK, “Orta Çağda Tur Abdin Bölgesi Şehirleri” başlıklı tebliğinde, Tûr Abdîn bölgesinin bugün merkez Midyat başta olmak üzere, daha ziyade tarihi yapıların yoğun olarak bulunduğu Gercüş-Nusaybin-Cizre üçgeni arasında kalan alanı kapsadığını bunun yanında tarih kaynaklarında bazen şehir bazen de bölge olarak zikredildiğini ifade etti. Ortaçağ’da Tûr Abdîn Bölgesi şehirlerinin tarım ve ticarette önemli bir yer tuttuğunu ve bugün bu yerlerde çok sayıda cami, kilise, manastır, tünel, mağara ve kale kalıntılarının mevcut olduğunu belirtti.

Oturumun son konuşmacısı,  Mehmet KURTOĞLU, “Şehre Dışarıdan Bakmak” başlıklı tebliğinde, 19. ve 20. yy’da İstanbul’a gelen seyyah ve yazarların anlatımları üzerinden İstanbul’un kültür ve sanat hayatına dair görüşleri ve şehri nasıl tasvir ettikleri üzerinde durmuştur. Bu kişilerin isimleri J.F.Michaud(1830), J.J.F. Poujoulat(1830)H.C. Andersen (1841), Alexis de Valon(1845), Francis Marion Crawford(1890), Konstantin Veliçkov (1890), K.Hamsun( 1899),  Vicente Blasco İbanez(1907) şeklinde ifade edildi.

 

Dördüncü oturumun başlığı “Şehir, Tarih ve Edebiyat” idi. Birinci salonda gerçekleştirilen oturumun ilk konuşmacısı, Prof. Dr. Temel ÖZTÜRK, “Kadı Sicillerindeki Terekelere Göre 18. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da Okunan Edebi Kitaplar” başlıklı tebliğinde, Kültürümüzde ve medeniyetimizde kitabın önemli bir yere sahip olduğunu, bu sebeple okunan kitapların ve niteliğinin önem arz ettiğini ifade etti. Mahkeme kayıtlarını yansıtan 55 kadı sicilindeki tereke kayıtları incelenerek adeta dönemin hukuki, sosyo-ekonomik ve kültürel bir fotoğrafının çekilmek istendiğini belirten Prof. Dr. Öztürk,  ölen kişilerin ardında bıraktıkları eşyaların kadı gözetiminde tek tek fiyatları ve adediyle kayda geçirildiği tereke kayıtlarının bu sebeple önem arz ettiğini belirtti.

Oturumun ikinci konuşmacısı, Prof. Dr. Fazıl GÖKÇEK, “Sahnenin Dışındakiler’de İstanbul Manzaraları” başlıklı tebliğinde,  Milli mücadelenin devam ettiği yıllarda İstanbul’daki hayatı ve zihniyeti bir İstanbul yazarı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’dan okumanın önemini vurguladı. Bununla birlikte düşman işgaline son vermek için Anadolu’da büyük bir mücadelenin verildiğini, İstanbul’un ise Tanpınar’ın tabiriyle bu sahnenin dışında kaldığını öne çıkararak Prof. Dr. Gökçek konuşmasına devam etti. Tebliğide, edebiyatımızın önemli bir şahsiyeti olan Ahmet Hamdi TANPINAR’ın gözüyle Anadolu-İstanbul karşıtlında İstanbul’un nasıl yansıtıldığı yani sahnenin dışının nasıl tasvir edildiği ortaya konulmaya çalışıldı.

Oturumun üçüncü konuşmacısı, Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ, “Klasik Türk Şiirinde Şehir ve Kır Karşılaştırması” başlıklı tebliğinde,  Klasik Türk şiirinin şehir merkezli olduğunu ve geniş bir tabirle anlatmak gerekirse şehir şiiri olduğunu ifade etti. Klasik Türk şiirindeki duygu ifadelerinin, betimlemelerin ve imge kurgulamasının aynı şehir hayatında olduğu gibi daha girift ve daha incelikli olduğunu belirten Prof. Dr. Açıkgöz, halı ve kilim desenlerinin farklılığı üzerinden verdiği örnekte, halının şehir hayatına uygun şekilde ince işlenmiş desenlere sahip olduğunu, kilimin ise kır hayatına uygun bir şekilde daha sade olduğunu ifade ettikten sonra şiirde de benzer durumun olduğunu vurgulamıştır.

Birinci salondaki oturumun son konuşmacısı, Prof. Dr. Yunus KAPLAN, “Klasik Türk Edebiyatında İstanbul’a Has İki Manzum Tür: Sahilnâmeler ve Mesâirler” başlıklı tebliğinde, klasik edebiyat şairlerimizin içinde yaşadıkları coğrafyayla doğal olarak etkileşim içinde olduklarını ve çeşitli vesilelerle yerleşim yerlerinin sahip olduğu bazı özellikleri yansıtan eserler ortaya koyduklarını ifade etti.  Bundan sonra sadece İstanbul’u anlatmak üzere kaleme alınan birer tür olarak Sahilnâmeler ve Mesairler üzerinde durdu. Sahilnamelerin İstanbul Boğazını ve buradaki yerleşim yerlerini anlatmak için, Mesâirlerin ise İstanbul’da bulunan mesire yerleri ve onların güzelliklerini anlatmak için kullanıldığını anlatmaya çalıştı.

İkinci salonda gerçekleştirilen oturumun ilk konuşmacısı, Prof. Dr. Mehmet NARLI,  “Şehirler İçinde Bursa Şairler İçinde Tanpınar” başlıklı konuşmasında, çalışmanın temel probleminin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa’da Zaman adlı şiirindeki şehir idraki olduğunu, ancak Tanpınar’ın şiirindeki bu idraki şehir ve şiir bağlamında konumlandırabilmek, niteliklerini belirleyebilmek için aynı dönemde yazılan diğer şehir şiirlerine bakılması gerektiğini öne sürdü. Tanpınar şiirinin en az üç katmanlı bir anlam yapısına sahip olduğunu, bu çözümleme ile mekan-insan ve tarih arasındaki anlam ilişkilerinin kökenlerine dair sonuçlara ulaşmanın amaçlanabileceğini ifade etti.

İkinci konuşmacı, Doç. Dr. Mustafa HİZMETLİ, “Şehir Tarihçiliği Geleneğinde Hatip el Bağdadi’nin Bağdat Tarihi (Tarihu Bağdad)” başlıklı tebliğinde,  Mekke, Medine ve Kudüs gibi şehirlerin isimlerinin Kuran’da zikredilmesinin İslam şehirlerinin tarihinin yazılması konusunda önemli bir etken olarak ortaya çıktığını vurguladı. Müellifin yaklaşık 20 yılda yazdığı ve iki bölümden meydana gelen Tarih-u Bağdad adlı eserin, bu türün en önemli örneklerinden olduğunu belirtti. Kitabın ilk bölümünde Bağdat’ın fetihten itibaren tarihi ve coğrafi özellikleri anlatıldığı ve ikinci bölümde Bağdat’da yaşayan ya da buraya gelen 7831 kişinin biyografisine yer verildiğini ifade etti.

Üçüncü konuşmacı olan Doç. Dr. Mustafa ERDOĞAN, “18. Asırda Ankara’nın Tarihini Yazan Şair Razi ve Ankara’ya Bakışı” başlıklı tebliğinde, Şair Razi’nin eserlerinden hareketle Ankara’nın konumunu anlatmaya çalıştı.

Oturumun son konuşmacısı, Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir ERKAL “Ahmet Dursun Natıki Divanı’nda Erzurum Teması” başlıklı tebliğinde,  1785 yılında Ardahan’da doğan ve asıl adı Ahmet Dursun olan Natıki’nin otuzlu yaşlarda Erzurum’a geldiğini ve burada vaaz vermeye başladığını, Karslı Vaiz Dursun Efendi olarak tanındığını ifade etti. Ömrünün büyük bir kısmını Erzurum’da geçiren ve şiirlerinde dönemin Erzurum’unun toplumsal ve siyasi yapısını şiirlerine yansıttığı, bazen eleştirel bazen de gözlemci bakış açısının şiirlerine yansıdığı, bazen de mevsimsel özelliklere dair geniş bilgilere değindi.

Beşinci oturumun başlığı “Şehir, Hayat ve Anadolu” idi.  Oturumun birinci salondaki ilk konuşmacısı, Prof. Dr. Ahmet KANKAL, “Ölümsüzlüğü Arama Yolunda Önemli Bir Durak ve Sahte Bir Cennet: Şehir” başlıklı tebliğinde, bir tarihçi gözünden şehir ile cennet muhayyilesinin ilişkisini değerlendirmeye çalıştı.

İkinci konuşmacı, Prof. Dr. Salih YILMAZ,  “Eski Türklerde Yerleşik Kültür ve Kara Uy/Türk Evi” başlıklı tebliğinde, Türklerin tarih sahnesine çıktığı andan itibaren sahip oldukları konargöçer yapı konusunda tartışmaların devam ettiğini, bazı bilim adamlarının Türklerin sık sık yer değiştirmeleri dolayısıyla yerleşik bir kültüre sahip olmadıklarını savunduklarını bununla beraber Oğuzlarla beraber yerleşik hayata geçildiğini ifade etti. Türklerin hayvancılıkla uğraşmasının ve doğayla bütünleşik bir şekilde yaşamasının “kara uy” kültürünün gelişmesine sebep olduğunu, Türk evi olarak ifade edilen bu evlerin temel özelliğinin kolay kurulup kolay kaldırılabilmesi olduğunu ifade etti.

Üçüncü konuşmacı, Yrd. Doç. Dr. Şemsettin ÇELİK, “Bir Gezginin Gözünden 1950’lerin Başında Hatay” başlıklı teliğinde, Erzurum’da 1953 yılında çıkan Hakimiyet adlı gazetede bulunan bir yazı dizisinden hareketle 1950’lerin Hatay’ı anlatmaya çalıştı. Muzaffer Yenen tarafından kaleme alınan bu yazı dizisinin adının “Hatay Notları” olduğunu, deniz yolculuğu sonrası geldiği İskenderun’da Hatay’ı gezmeye karar verdiğini ve bu yazı dizisinin ortaya çıktığını ifade etti. Bu yazı dizisi aracılığıyla Yrd. Doç. Dr. Çelik,  1950’lerin başında Hatay’ın, tarihî, kültürel, sosyal, ekonomik, ticarî, sanayî, ulaşım vb. yönlerden, şehir yaşamının ortaya koyulduğu anlattı.

Son konuşmacı Arş. Gör. Meryem DOYGUN, “Harizmşahlar Döneminde Tabiî Müdafaa Unsuru Olarak Ceyhun Nehri” başlıklı tebliğinde, coğrafyanın devletlerin kaderinde önemli bir yere sahip olduğunu, tarih boyunca bu özelliklerin çeşitli disiplinler tarafından konu edinildiğini ifade ederek, Ceyhun nehrinin de Türk tarihinde Coğrafi konumu sebebiyle önemli bir yere sahip olduğunu, tarihin seyrini değiştiren savaşlara tanıklık ettiğini vurguladı. Ceyhun nehrinin coğrafi özellikleri sebebiyle Harizmşah sultanlarının dikkatini çektiğini ve stratejik bir şekilde kullanıldığını belirterek, muhtelif savaşlarda üstünlük sağlanması adına askeri bir manevra olarak kullanıldığının üzerinde durdu.

İkinci salonunda geçen oturumun ilk konuşmacısı, Prof. Dr. Bahir SELÇUK, “Nergisî’nin Eserlerinde Mekânın İzdüşümü” başlıklı tebliğinde, münşi, şair ve hattat olan Nergisî’nin 17. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biri olduğunu nedenleriyle anlattı.

İkinci konuşmacı, Prof. Dr. Hüseyin MUŞMAL, “Konya’nın İlk Muhtarları: Konya’da Muhtarlık Teşkilatı’nın Kuruluşu Üzerine Bazı Değerlendirmeler” başlıklı tebliğinde, Sultan II. Mahmut döneminde, Osmanlı Devleti sosyal ekonomik ve idarî alanlarda gerçekleştirilen ıslahatlar neticesinde, modern öncesi dönemlerdeki teşkilat ve kurumların işlevlerini büyük oranda yeni kurum ve kuruluşlara devretmeye başladığını, muhtarlığın da bu gelişme neticesinde ortaya çıkan idari birimlerden birisi olduğunu anlattı. Muhtarlığın bir teşkilat olarak Anadolu’da kurulması önerildiği dönemlerde teşkilatın Konya Vilayeti’nde hızlı bir şekilde kurulmasını süreç ve özellikleri açısından sunumunda anlatmaya çalıştı.

Üçüncü konuşmacı, Doç. Dr. Abdullah Kaya, “Ortaçağ Kaynaklarında Üsküdar” başlıklı tebliğinde, Üsküdar’ın Anadolu yarımadasının çok eski bir yerleşkesi olduğunu, tarihinin Roma’ya kadar dayandırıldığını belirtti. Bölgenin Bizans İmparatorluğu döneminde başlayan Haçlı seferleri sırasında özellikle Avrupa’dan İstanbul’a gelip karşıya geçmek isteyen Haçlılara ev sahipliği yaptığı gibi IV. Haçlı Seferi ile Haçlıların İstanbul’da yaptığı talan ve tahribattan da payına düşeni aldığını vurguladı. İstanbul’un fethinden önce Bizans döneminde Türklerin İstanbul önlerine gelip ilk olarak iskân etmeye başladıkları yerlerin başında da Üsküdar’ın geldiğini ifade etti.

Oturumun son konuşmacısı, Doç Dr. Cavid QASİMOV, “Henry Morton’un Seyahatnamesinde İstanbul” başlıklı tebliğinde, Henry Kanova Vollam Morton’un (ünlü ingiliz gazetiçisi ve seyahı) 1930’lu yıllarda, Yakın ve Orta Doğu ülkelerine (Mısır, Filistin, İrak) seyehatleri sırasında Adana, Tarsus, Konya, İzmir ve İstanbul gibi tarihi ve kültürel bakımdan çok zengin birikime sahip olan şehirlerde bulunarak dönemin Batılı okurlar için çok ilginç bir seyahatname hazırladığını belirtti. Ünlü Seyyah tarafından 1941 yılında İngiltere’de yayınlanan "Kahire’den İstanbul’a Ortadoğu’ya Seyahat" eserinde daha çok İstanbul şehrine yer verdiğini ifade ederek, bu eser özelinde yazarın gözünden İstanbul’u nasıl tasvir ettiğini anlattı.

4. Milletlerarası Şehir Tarihi Kongresi son gününde “Şehir, Sanat ve Mimari” temalarıyla iki farklı salonda, iki oturum başkanı nezdinde, altı katılımcı tebliğlerini sundular. Müteakiben gerçekleştirilen oturumlarda “Şehir, Zaman-Mekan, Doğu-Batı” temalarının işlendiği salonlarda, benzer şekilde iki oturum başkanı nezdinde, altı farklı katılımcı sunumlarını gerçekleştirdiler.

Şehir, Sanat ve Mimari temalarının ele alındığı birinci salonda gerçekleştirilen ve oturum başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Narlı’nın deruhte ettiği oturumda ilk tebliği Doç. Dr. Beşir Mustafayev sundu. Ortaçağ Türk İslam şehirlerinden olan Berde’nin sosyal, kültürel ve sanatsal yönüne eğilen Mustafayev, yapmış olduğu araştırmalar sayesinde bir Azeri şehri olan Berde’nin kimliğine ışık tuttu.

Mustafayev’den sonra konuşan Doç. Dr. İdris Nebi Uysal ağız verilerinin şehir tarihi araştırmalarına katkısının mahiyetine ve önemi vurgu yaptı. Ağızları, “aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü konuşma dili” olarak tanımlayan Uysal, genel olarak şunları ifade etti: “Ağızlar yalnızca bir yörenin konuşma özelliklerine dair bilgiler vermez. Genellikle yaşlı ve yöreyi iyi tanıyan kaynak kişilerden derlenen metinler içerik ve dil kullanımı yönüyle değerlendirildiğinde bunların muhtevasında derleme sahasının muhtelif özelliklerine dair malumatın da bulunduğu görülür. Bu metinlerdeki dilsel ve kültürel veriler; araştırmacılara yörenin tarihi, kültürü, etnik yapısı, sosyal ve ekonomik durumu gibi pek çok konuda resmî kayıtlarda yer almayan bilgiler sunar. Bu bilgilerin, genelde Anadolu’nun özelde ise bir yerleşim biriminin iskân ve kültür tarihine ilişkin belirsizlikleri gidereceği de muhakkaktır. Bugüne kadar genellikle dil ve folklor araştırmacıları tarafından ele alınan ağızların, sosyal bilimlerin diğer şubelerine de önemli katkılar yapacağı unutulmamalıdır.” Bu minvalde, Uysal, ağızların şehir ve şehir tarihi söz konusu olduğunda büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunu dile getirdi.”

Birinci salonun ilk oturumdaki son tebliğ Yrd. Doç. Mustafa Uğurlu Arslan tarafından sunuldu. Diyarbakır şehir tarihinden söz edilen bu tebliğde Alî Emîrî Efendi, Mir’atü’l-fevâid Fî Terâcimi Meşâhîri Âmid eseri bağlamında bir mekanın tarihî tasviri dile getirildi. Bu minvalde Arslan, özetle, şunları kaydetti: “Şehirler, mekânların yazdığı tarihlerdir. Bir şehri tanımak zaman zaman insanlık tarihini tanımakla eşdeğer görülmektedir. Kadim zamanlardan beri farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olan Diyarbakır, siyâsî, ticârî ve edebîaçıdan bakıldığında bir kültür ve sanat şehri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple şehir, içerisinde mûsikî, mimarî ve edebiyat gibi sanatın farklı alanlarında çok kıymetli eserleri barındırmaktadır. Diyarbakır’ın geçmişten günümüze tevârüs eden kültürel mirasını geleceğe aktarmak için Alî Emîrî Efendi, Mir’atü’l-fevâid Fî Terâcimi Meşâhîri Âmid adlı eserini kaleme almıştır. Eserde, bir taraftan unutulan ya da kıymeti tam olarak bilinmeyen yazar, şair ve âlimlerin isim, eser ve kabirleri hakkında bilgiler verilirken diğer taraftan da şehrin önemli mekânlarının tarihîseyir içerisindeki değişim ve gelişimi hakkında dikkate değer malumatlar yer almaktadır. Yapmış olduğum çalışmada Mir’atü’l-Fevâid adlı eserin şehir tarihi ve tarihçiliği açısından önemi ele alınmıştır. Özellikle, eserin dipnotlarında şehrin tarihi, mimarî yapısı, şehirde icra edilen sanatlar ile ilgili bilgiler ve çeşitli sanatların icra edildiği mekânlara dair malumatların yer alması eseri aynı zamanda estetik bir şehir tarihi olarak değerlendirmemizi mümkün kılmaktadır.”

Birinci salondaki oturuma eş zamanlı olarak ikinci salonda gerçekleştirilen oturuma Prof. Dr. Hüseyin Çınar başkanlık yaptı. Bu salonda ilk söz hakkı alan Tahir Şahbazov XIX. yılda Bakü’nün musiki hayatı üzerinde değerlendirmelerde bulundu. Şehir tarihi ve kültürü hakkında musikinin bize önemli ve değerli bilgiler sağladığını ifade eden Şahbazov, Bakü’nün şehir tarihine musiki ile ışık tutan değerlendirmelerde bulundu.

Yrd. Doç Dr. Hatice Özdil’in müteakiben sunduğu tebliğde ise şehir tarihine şiir ile bakışın imkânı sorgulandı. Şair Nedim’in şiirlerinden yola çıkarak Lale Devri’nde İstanbul’un mesire yerlerinden biri olan Sâdâbâd’a şehir tarihi açısından bakmanın önemi üzerinde duruldu. Nedim’in şiirlerinin birer tarih vesikası olduğunu ifade eden Özdil, şunları kaydetti: “Lâle Devri İstanbul’u denince akla ilk gelen yer Sâdâbâd, ilk şair ise Nedîm’dir. Günümüzde Nedîm ile Sâdâbâd neredeyse birlikte anılır olmuştur. Nedîm, yaşadığı devirde Sâdâbâd’ı görmeyi, şiirlerinde işlemiş olmayı bir şans ve ayrıcalık addeder. İranlı, meşhur Şehnâme şairi Firdevsî’nin Sâdâbâd gibi bir güzelliği görmediği için efsâneler anlattığını, Sâdâbâd gibi bir gerçek güzellik görseydi onlar yerine Sâdâbâd’ı anlatacağından bahseder. Sâdâbâd’ın güzelliklerinden, havasından, süslemelerinden, köşklerinden, havuzlarından ayrıntılarıyla bahsederken; okuyucu adeta bir cennet tasviri ile karşılaştığını düşünür. Şaire göre Sâdâbâd ancak cennetle kıyaslanabilir, havuzları kevser havuzudur, gülleri cennette bile yoktur.”

İkinci salonun birinci oturumunun son konuşmacısı olan Murat Özer, görsellerle desteklenen ve her görsele dair çeşitli mütalaaların yapıldığı bir tebliğ sundu. Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verdiği Mezopotamya coğrafyasının pek çok devlete ev sahipliği yaptığını, bütün bu devletlerin Bağdat çevresinde kurulduğunu dile getiren Murat Özer, tebliğinde özellikle Abbasiler dönemindeki Bağdat’ı mercek altına aldığını ifade etti. Hristiyan mimarisi ile İslam mimarisine değinen Özer, şunları kaydetti: “İslâm mimarisi, Hıristiyan mimari programının aksine daha özgür bir ortamda ortaya çıkmıştır. İlk Hıristiyan ibadet mekânları, Romalıların hışmından korunmak için yeraltında inşa edilen katakomblardan sonra, Roma bazilikalarından dönüştürülen kiliseler olacaktı. Bu, apsis eksenine doğru gelişen ve üç ya da beş neften oluşan, üzeri iki yana meyilli bir çatıyla örtülü yapının Hıristiyan ibadet koşullarına uyarlanmış bir biçiminden ibaretti. Bu mimari program asırlar boyu sürmüş, Ayasofya örneğinde olduğu gibi kubbeli mekânlarda dahi bazilikal uygulamalardan vazgeçilmemişti. Kiliselerin iç tezyinatında, mozaiklerin yerleştirilmesinde, apsis ve yan hücrelerin konumunda, mozaiklerin ikonografik kompozisyonunda dahi sabit ve değişmez ancak geliştirilebilir bir program izlenmiştir. Buna karşın İslâm mimarisi, özellikle de içerisinde temel dini ritüellerin yapılması gereken camilerde dahi özgürlükçü, mimar ve sanatkarı beğeni ve uygulamalarında özgür bırakan bir yapıda devam etti. Hz. Muhammed (s.)’in ilk inşa ettirdiği Mescid-i Nebevi’de, cemaatle namaz kılmayı kolaylaştıran ve safların uzunluğunu temel alan, mihrap eksenine paralel uzanan dikdörtgen bir plan tercih edilmişti. Bu plan, Emevi yapılarında da sürdürülmüş, yeni fethedilen topraklardaki mimari üsluplarla hızlı ve kolay bir intibak sağlanmış ve programın geliştirilmesinin önüne engeller çıkartılmamıştır. Hatta Şam’da ele geçirilen kiliseler dahi içlerine bir mihrap eklenmesi suretiyle camiye çevrilip, asırlarca Müslümanlar tarafından kullanılmıştır. Emevi mimarisi Bizans sanatından devraldığı mirası geliştirip uygularken muhafazakar davranmadığı gibi, Abbasi mimarları da benzer bir şekilde gelişmeye açık olduklarını göstermişlerdir.” Özer, görsellerle birlikte Bağdat’taki sanat eserleri üzerindeki incelemelerini aktararak sözlerini bağladı. 

Günün ve kongrenin son oturumunda ise ana tema “Şehir, Zaman-Mekan, Doğu-Batı” idi. Şehir, Zaman-Mekan, Doğu-Batı eksenli olarak birinci salonda Mehmet Fetih Can’ın yaptığı oturum başkanlığında ilk söz Prof. Dr. Mehmet Alpargu’nundu. Alpargu, Yalangtuş Bahadır’ın Semerkand şehir tarihi açısından önemine değindi. Bir İslam medeniyeti şehri olan Semerkand’ın tarihine yine bir tarihi kişilik olan Yalangtuş Bahadır üzerinden ışık tutulan tebliği ile Alpargu şunları kaydetti:  Nurata’da mukim ve Alçın Boyu’ndan bir ailenin çocuğu olarak 1576 yılında doğan Yalangtuş Bahadır, küçük yaşlarda Buhara’ya gelerek askerlik mesleğine intisap etmiş ve II. Abdullah Han’ın hizmetine girmiştir. Bu çerçevede diğer alanlarda da eğitim gören Yalangtuş Biy, Astrahanlılar hanedanı döneminde yıldızı parlayan devlet adamlarından birisi olmuştur. 1611 yılında İmamkulu Han’ın tahta geçişinde faal rol oynayan Yalangtuş Bahadır, 1626 yılından itibaren Semerkand’da adeta müstakil bir idare oluşturmuş, ona atalık unvanı verilmişti. Yönetimi altındaki bölgelerden temin ettiği askeri gücüyle maddi imkânlar temin etmiş ve bu yolla da gücünü arttırmıştı. Bu askeri kudret ile de Hanlığın bütün askeri faaliyetlerine iştirak etmişti. Bu faaliyetlere örnek verecek olursak İran ve Kalmuk ordularına karşı yapılan mücadeleleri göstermek mümkündür. Nadir Muhammed zamanında Kabil çevresindeki bazı vilayetler de kendisine bağlanan Yalangtuş, 1656’da Semerkand’da vefat etmiştir. Onun daha sonraki dönemlerde anılmasını sağlayan önemli yönü kültürel alanda yaptığı faaliyetler olmuştur. Yalangtuş Bahadır’ın Semerkand’da yaptırdığı iki medrese oldukça önemli olup bunlardan birincisi Şirdar; ikincisi ise Tîlla Kâri Medreseleridir.”  Bu minval üzere Alpargu, daha sonra, Yalanguş Bahadır’ın hayatına, hâkimiyetine ve mimari tarzına değindi.

Müteakip konuşmacı Doç. Dr. Orhan Yazıcı, “Doğuda Şehir İmgesi ve Tarihten Bir Örnek: Şehr-i Ahmedşahi (Kandahar)” başlıklı bir tebliğ sundu. Bu tebliğde, Kandahar şehrinin tarihî geçmişiyle Ahmed Şah Dürranî tarafından 1761 yılında Hindistan’da Marathalara karşı kazanılan Panipat savaşının anısına, Kandahar şehrinin hemen yanında inşa ettirilen Şehr-i Ahmedşahî ya da Eşrefü’l-bilâd adı verilen şehrin kuruluş meselesi ele alındı. Bu şehrin, Türkistan, İran ve Hindistan’da hüküm süren hükümdarların kendi adlarına şehir inşa ettirme geleneklerinin bir devamı olmakla birlikte son örneğini teşkil etmesi bakımından da önemine değinen Yazıcı şunları kaydetti: “Doğu toplumlarında devleti ifade eden önemli hâkimiyet sembollerinden birisi de şehirdir. İktidarın güvenlik endişesiyle etrafını aşılması güç sur ve hendeklerle çevirdiği şehir; içerisinde devleti simgeleyen saray ve askerî yapılar, inancı simgeleyen mabetler, ahalinin yerleşik olduğu mahalleler, gündelik hayatı kolaylaştırmak için kurulmuş çarşı-pazarlar, hamamlar, çeşmeler ve su kanalları ile bir bütündür. Gerek jeopolitik konumlarıyla gerekse siyasî güçleriyle öne çıkan bu şehirler, bünyesinde barındırdığı iktidarlar zamanla dağılsa bile öneminden bir şey kaybetmeden günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. İktidarı bünyesinde toplayan bu şehirlere, devletin kudretini de sembolize ettikleri için hükümdarlar tarafından ayrıca önem verilmiş, en gösterişli bina ve mabetler bu şehirlerde inşa edilmiştir. Hatta bazı hükümdarlar, zafer ve başarılarının bir nişanesi olarak bu şehirlerin hemen yanı başında kendi adlarına yeni şehirler inşa ettirerek isimlerini ölümsüzleştirmek istemişlerdir. Doğu’daki bu şehirlere güzel bir örnek de Kandahar şehridir.”

Birinci salonun ikinci oturumunun son konuşmacısı olan Asım Öz, “Borçluluğun Kamerası Uğur Kökden’in Anı Kentleri ve İstanbul” başlıklı bir tebliğ sundu. Uğur Kökden üzerinden kent yazarlığını ele alan Öz’e göre, Uğur Kökden’in kent yazılarını tanımlayan yapısal unsurlar “zaman”,” izlenimler”, “çağrışımlar”, “okumalar” ve özellikle de “resimler”dir. Öz, kent yazarlığı ve Uğur Kökden hakkında şunları belirtti: “Onun yazılarında coğrafya, mevsimler, tarih, edebiyat, resim, nesneler ve elbette insan sınırlarla zamanların ötesinde bir araya gelir. Değişik kentlerin değişik sokakları, anıları, sanatçıları, kaygılarının girintili çıkıntılı kıvrımları ve ânları yazıyla yakalanır. “Akan zaman ve gelip geçen insanlar” bin ayrıntısıyla özenle desen haline getirilir. Tavrı, ilgi alanı, keşfetmeye çalıştığı kente dair hal ve durumlar her metninde yeni boyutlar üstünden tekrar tekrar çalışılır. Uzak ufuklara yelken açan Kökden hep işinin başındadır, sessiz, özenli ve alın teriyle yazısını kotarmaktadır. Günümüzde şehre dair çoğu ikna edicilikten uzak pek çok şeyin söylendiği dikkate alınırsa Kökden’in yaptığı karşılaştırmalarla anlayış genişliğini inşa ettiği düşünülebilir. Onun hassasiyetleri ve öncelikleri farklıdır. Sadece kitaplarının adlarına bakılması bile kent yazarlığının mahiyetini sezdirir. Tablolarını denemeleriyle oluşturan Kökden, çevresindeki mirasın şiirselliğini ve zenginliğini de aynı ölçüde yansıtmayı başarır. Kendisinin bunu nasıl yaptığı büyük bir ilgiyi hak eder. Benim burada yapmaya çalıştığım sadece onun metinlerine yansıyan bakış açısının çok boyutluluğuna dikkat çekmektir.

Yrd. Doç. Dr. Muhammed Enes Kala’nın oturum başkanlığını yaptığı ikinci salonun ikinci oturumunda ilk tebliğ Doç. Dr. Rahman Ademi tarafından sunuldu. Ademi, Saray Bosna şehrinin ikinci kurucusu olan Gazi Hüsrev bey vakfının 1285-1869 yılına ait muhasebe defteri hakkında yapmış olduğu araştırmalarına dair bir tebliğ sundu.

Ademi’den sonra söz hakkı alan Yrd. Doç. Dr. Tuğba İsmailoğlu Kacır, “ Avusturyalı Oryantalist Hammer-Purgstall’ın Gözünden Osmanlı Şehirleri” başlıklı bir tebliğ sundu. Bir seyyah olan Hammer’in seyahatnamelerine, gezi kitaplarına ve bu bağlamda da onun bir şehir tarihçisi olduğuna dikkat çeken Kacır, şunları ifade etti: Hammer tarih yazarı kimliğini bir seyyah ve gözlemci olarak gezi kitaplarına da yansıtmış, şehir tarihi yönü öne çıkan seyahatnameler yazmıştır. Bu eserler yazıldıkları dönem itibari ile modernleşme öncesi Osmanlı şehirlerini tasvir etmeleri bakımından ayrı bir önem arz etmektedirler.”

İkinci salonun son konuşmacısı Yrd. Doç. Dr. Yunus Uğur, “Osmanlı Şehir Tarihi Yazımı: Ölçeklendirme ve Yöntem Önerisi” başlıklı bir tebliğ sundu. Ardından kapanış ve değerlendirme oturumu için tüm katılımcılar ve dinleyiciler birinci salonda bir araya geldiler.

Kongre, Prof. Dr. Mustafa Orçan’ın başkanlığında, konuşmacıları, Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Bekir Sıddık Soysal, Dr. Hasan Taşçı ve D. Mehmet Doğan’dan oluşan değerlendirme oturumuyla sona erdi. 

Bu haber toplam 2512 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim