Sakarya 17 Haziran 1954 tarihinde TBMM’de kabul edilen bir yasa ile Kocaeli’den ayrılarak il yapılmış genç bir vilayet.
65 yıllık bir il. İnsan ömrüne kıyasla 65 sene ciddi bir rakam olsa da tarih ve şehir kültürü açısından çok ama çok kısa bir süre. Bu bağlamda Sakarya ile ilgili şiir denildiğinde eleğin üstünde kalabilecek şiir yok denecek kadar azdır.
Orhan Gazi’nin 1325’te fethedip kurduğu Adaköy ve yaptırdığı selatin cami hükmündeki Orhan Camii eski olsa da yerleşimin şehir vasfı kazanması ancak 1724’te inşa edilen Ağa Camii, 1867’de kaza olması, aynı yıl Tozlu Camii’nin inşası ve çevresindeki çarşılar mahallelerin kuruluşuyladır.
Özetlemek gerekirse; Adapazarı neresinden baksanız üç asırlık bir şehirdir. Ve bir şehir kültüründen elbette söz edilebilir. Sakarya kavramı ise 1965’te kurulan Sakaryaspor, 1992’de kurulan Sakarya Üniversitesi hariç tutulursa geniş halk kitleleri tarafından kabul edilmemiş, benimsenmemiş bir kavramdır. Halk hâlâ ve ısrarla kendisini Adapazarlı olarak vasıflandırmaktadır. Her Adapazarlı karşısındakinin ‘Sakarya’yı kullanmasından onun yabancı/dışarıdan yeni gelme, sonradan şehre göçmüş, Adapazarlı olamamış biri olduğunu hemencecik anlamaktadır.
‘Gümrükönü’nde üç kişiyi sallandıracaksın, bak memleket nasıl güllük gülistanlık oluyor’, ‘Manav’a damat Muhacir’e evlat olacaksın’, ‘Abazalar attan Manavlar inattan ölmüş’, ‘Vur dibine gitsin Kuyudubi’ne’, ‘Tövbeler tövbesi Erenler türbesi’ gibi atasözü ve deyimleri de Adapazarı’nın güçlü bir şehir kültürünün varlığına işaret etmektedir. 9 ayrı kabak tatlısı, Pamukova kavunu, Islama köftesi, Uğut tatlısı, Ramazan halkası, dartılı keşkeği, sütlü üzümü hep yöreye özgü lezzet zenginliklerindendir.
Başta Hendek’e ait ‘Elmayı top top yapalım’ olmak üzere, Geyve-Taraklı yöresine ait 9, Kaynarca yöresine ait 14 türküsü de bu topraklarda altı-yedi yüzyıldır yaşayan Türkmenlerin/Manavların yöreye ait özgün bir kültür inşa ettiklerinin delili sayılmalıdır.
İşin edebiyat daha da özelde şiir boyutuna gelince; 65 yıllık Sakarya vilayetine merkez alan şiir birkaç tanedir.
Ama Adapazarı’nı konu alan yahut Adapazarı merkezli Sait Faik’in ‘Deli Çay’ı ile Faik Baysal’ın ‘Unutamıyorum’ şiirleri başlı başına birer şiir şaheseri bir o kadar da XX. Yüzyıl Adapazarı sosyolojisi ve psikolojisi üzerine yazılmış birer çözümleme denemeleridir.
Umulur ki genç kuşak şairler hem Adapazarı hem de Sakarya üzerine nice güzel şiirler üretirler, dize dize mısra mısra imge imge.
Sait Faik Abasıyanık
Deli Çay
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket
Sütlü mısırların kebap edildiği
Kebap mısır kokusu küllü ateş
Yarı olmuş mısır koçanlarının mor püskülünde akşam
Tarlanın kenarında yer yer karpuz çekirdekleri
Çocuklarla beraber aynı rüyayı
Çırılçıplak çınarların
Bütün ovayı süzen
Minare boyu tepelerinde
Kargalar.
Çocuklarla beraber
Aynı yaz rüyasını:
Sütlü mısırları,
Karpuz çekirdeklerini,
Olgun Vodina kavunlarının altın içini
Kafalarını kanatlarının altına sokup üşüyerek
Aynı yaz rüyasını görmekteler.
Boşnakça konuşan
Büyük mum bacaklı,
Sakarya suyu yüzlü,
Elleri inek ve buzağı kokan sarışın kadınlar
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket
Gündelikçilerin efendilerine
Bedava gördükleri hizmetine kızmış gibi
Tarlaları basan “Deli çay”
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket.
Geceleyin üç ayaklı titrek masalarda oynanan
Kazıklı prafa partilerinin
Bıçak çektirdiği lüks lambalı kahveler...
Evvela tavuklar ve kazlar bağrıştı.
Yün yorganların altında terlemiş
Mahmur kızlar uyandı, delikanlılı uykularından
Bütün cümle kapıları açıldı:
“Deli çayı bırakmadılar serbest girsin”
Kapılar açılmazsa kırar deli çay
Deli çay muhtaçtır;
Mayıs sıvanmış ev altlarının
Sükunetine...
Deli çay ev altlarına girdi
Bir yılan ıslığıyla,
Ejderha kımıldanışıyle.
Ninem Kuran okudu,
Dedem küfretti Deli çaya
Gün doğdu:
Kulübenin damında oğul,
Ana beline kadar su içinde.
Uzakta
Erenler tepesinde evliyalar;
Deniz kıyılarından getirilmiş
İki çifte bir sandalda kaymakam bey,
İçinde sandallarla gezilen şehrin minarelerinde
Deniz görmemişler deniz seyrederler.
Gün doğdu:
Filizlenmiş buğday taneleri nerede?
Nerde buzağının sırtında
Anasının dil izleri yer yer?
Nerde o tüyleri dökülmüş,
Nasırlı kara derisinde sopa izleri,
Gözlerinde memleket şarkıları,
Ayaklarında memleket yolları,
Karacaoğlan şiirine benzeyen
Çakır mandalar?
Övendire nerde?
Nerde çocukların yaz geceleri, kaba samanların içinde
Keloğlan hikâyeleri anlattıkları
Üstü örtülü kuyruğu uzun,
Şehirde Bulgaryalı Ahmet ustanın kenar tahtalarını
çiçeklediği öküz arabası?
Akşam oluyor
Sular ürperiyor
Dönüyor kargalar çınarlara
Şaşırmış aç kuşlar
Aynalaşmış suyu gagalıyorlar...
Ertesi gün
Tohum çürüyor, su çekilip gitmiştir:
Şosenin üstünde ölü bir manda, bir koyun, bir insan.
Yanlarında sapan, övendire, boyunduruk.
Faik Baysal
Unutamıyorum
Yeni Cami imamı sırtından bıçaklanmış,
Kan ağlıyor güller Belediye Parkı’nda,
Sapanca kıpkırmızı akıyor çeşmelerden,
Boşnak kızları mum mum,
Yaprak yaprak Adapazarı Çarkı’nda...
Yunan, Kaymakam Bey’i süngülüyor,
Gözlerinden yaşlar.
Yırtık çoraplarından yıldızlar dökülüyor...
Başında fes, ayağında kınıp,
Bir oraya bir buraya sallanıyor ipin ucunda,
Gözleri kocaman, gözleri zıpzıp zıpzıp...
Anam yerlerde yatıyor uzun uzun,
Sağ avucumda ekşimikli ekmeğim,
Kesik ayaklarını unutamıyorum.
Ablalar, analar, bacılar,
Yatak yorgan Hasırcılar Boyu’nda,
Ay bir Çingene Yemenisi,
Kurşuna dizilmiş Sakarya Suyu’nda...
Kalbim kamış kamış Erenler Tepesi’nde,
Üveyikler gibiyim yumu yumu,
İçimde karga karga Pamuk Osman Çıkmazı,
Cebimde bir avuç süpürge tohumu...
Nal seslerinde kırbaç kırbaç haydutlar,
İçimde, dışımda,
Bulutlar, bulutlar, bulutlar...
Melen Suyu’na düşüyorum gecelerden,
Yıldızlar ağzıma doluyor kum kum,
Yunan kovalıyor gece gündüz acımasızca,
Top seslerini unutamıyorum.
Ömer Emecan
Gönlümün Başkenti Sakarya
Fahri Tuna’ya
Şu güzelim dünyaya sende açtım gözümü
Ekmeğinle, suyunla oluşturdum özümü
Sıcak yaz günlerinde yıkandım sularında
Sanki cennette gibi gezdim kıyılarında
Güzel insanlar dolu her köşe bucağında,
Ana şefkati buldum, huzurlu kucağında.
Sende gençliğim saklı, sırlarım perdelidir.
Derdinle kederlenmek, sevginin bedelidir.
Bunca uzun yılları ayrı geçirmek varmış...
Hasretin dipsiz kuyu, sevgin dağlar kadarmış...
Ruhumun Kafkaslar’ı Balkan’ı, Taşkent’isin,
Bir dostumun diliyle “Gönlümün Başkenti”sin
Akma öyle başını vura vura taşlara,
Benden selamlar götür eski arkadaşlara.
Boşa akmaman için gönlüme bağlıyorum
Hasretinle Sakarya’m, ağlıyor, ağlıyorum...
Halit Çelikoğlu
Sakarya’m
Çocukluk günlerim bağrında kaldı
Kalbim uzaklarda yaslara daldı
Gençliği elimden şu gurbet aldı
Hasret bağrımı deldi Sakarya’m
Kaderden bilinir gurbet
Yüreğim taşına hasret
Ne olur birazcık kendinden bahset
Gitmenin zamanı geldi Sakarya’m
Ne günler geçirdim tozdan yollarda
Kalbimi bıraktım gittim dağlarda
Toprağın terimi taşır burada
Hasretin bağrımı deldi Sakarya’m
Halit Çelikoğlu
Mezar Taşları
Herkese bir ömür biçmiş yaradan
Seneler ne çabuk geçmiş aradan
Kimler gelmiş geçmiş fani dünyadan
Mezar taşlarına bak da anlarsın
Gidipte dönecek kurallar var mı
Dünyaya hükmeden krallar sağ mı
Âlemde yerimiz geniş mi dar mı
Mezar taşlarına bak da anlarsın
Ömrün son fermanı gelir Mevla’dan
Canın tez çözülür kopar bağrından
Ne fayda umulur bilmem yarından
Mezar taşlarına bak da anlarsın
(Adapazarlı merhum şair Halit Çelikoğlu’nun
Adapazarı’nın üç mezarlığının girişinde tablo olarak yazılı şiirdir)
Fahri Tuna
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.