• İstanbul 25 °C
  • Ankara 30 °C

Alaiye Alanların ülkesi midir?

D. Mehmet DOĞAN

Bir tesadüf daha: Atatürk’le aynı mevsimde ve ayda Alanya’ya gelmişiz! Tabiî o benden seksen küsur yıl önce, 18 Şubat 1935’te gelmiş ve elbette ki Alaiye’ye gelmiş.

Alanya’dan kasıt, “Alanların ülkesi”! Belki te tarihi boyunca bu şehre bir tek Alan gelmemiştir! Alanya Tarihi’ni yazan İbrahim Hakki Konyalı, “bir bayan profesörün bir mecmuada çıkan ve burada Alanların bulunduğunu iddia eden makalesinde hakikatin bir zerresini bile bulmak mümkün değildir” diyor. Alanların Kafkasya’ya yerleştikleri orada Alaniye denilen bir şehir kurdukları, yekpare bir kayadan ibaret olan bir dağın tepesine bir kale yaptıkları Yakut u Hamevî, Kazvinî, Ebul Fida gibi tarihçilerin eserlerinde yer alıyor.

Önce Alaeddin Keykubat’ın, Kalonoros’u yani “Güzeldağ”’ı Alaiye yapması üzerinde duralım. Daha sonra “Uluğ Keykubad” olarak anılacak Allaeddin, ağabeyi Sinop fatihi İzzeddin’in ölümü üzerine Konya tahtına oturdu. Ve ilk seferini ağabeyinin Sinop fethini bütünlemek istercesine Akdeniz kıyısındaki Kalonoros’a yapmaya karar verdi. Bu ilk seferin stratejik bir bakış sonucu olduğu anlaşılıyor. Sefer için yazı beklemedi, Kalonoros’un kışı bahar gibi idi… Muazzam ordusuyla yarımadayı kuşattı. Selçuklu sultanının kararlılığını gören şehrin hâkimi Kir Fard, aman verilmesi karşılığında kaleyi teslim etmeye razı oldu. Bütün etrafı kuşatılmış olan kalenin uzun vadede teslim olmaktan başka şansı yoktu.

Alaeddin ona aman vermekle kalmadı, bazı araziler tahsis etti, bir kızını nikâhına aldı. Sultan yeni bir kale ve saray yapılmasını, tersane kurulmasını emretti. Şehrin kendi adıyla adlandırılmasını da buyurdu…

İbrahim Hakkı Konyalı, Kir Fard’ın kızının evlendikten sonra adının Mahperi’ye çevrildiğini, Müslümanlığı seçtiğini, Kayseri’de Cami ve medrese yaptıran Hund/Hunad hatunun bu kadın olduğunu iddia ediyor. Alaeddin savaşta olmadığı yıllar kışları kendi şehrinde, Alaiye’de geçirirmiş. Buraya muazzam bir saray yaptırmış. Elçileri burada kabul edermiş. Harizmşahların elçisini de bu sarayda kabul etmiş…İbni Bibi bu ihtişamlı kabulü ayrıntılı olarak anlatıyor.

Sultan Alaeddin’in Anadolu’nun birçok yerinde muazzam eserleri var. Fakat adını sadece bir şehirde yaşatmak istemiş.

Alaiye’nin Alanya oluşu!

Ondan tam 7 asır sonra, bir ziyaret sonrası adeta Anadolu Selçuklu tarihini özetleyen Alaiye ismi kaldırılıyor ve şehir “Alanların ülkesi” anlamına “Alanya” olarak adlandırılıyor.

Alaeddin Keykubad’ın zapt edip eserleriyle süslediği, tuğrasını bastığı bir şehre verdiği adın değiştirilmesi neye yorulmalı? Hadi iyiye yoralım! Adı değiştirilse bile, burası hâlâ Alaeddin’in şehri! Her taşı “ben Alaiye’yim” diyor.

Ad değiştirme yıllarında Alanya’nın durumu hakkında neler biliyoruz?

Gelin 1930’lardan 1950’lere Alanya’nın durumu hakkında üç kaynaktan size bilgi aktaralım. Alanya, 1940’larda beş bin nüfuslu bir kasaba. Şehirde iki ilk okul var, orta mektep yok. Elektrik yok, vilayet merkezi ile bağlantı sağlayacak karayolu yok. Haftada bir defa Alanya’ya uğrayan deniz postası var sadece.

1940’larda Yayınlanmış Türkiye Kılavuzu’nda 1940’ların Alanyası ile ilgili ilginç bilgilere rastlanıyor. Yeni Alanya’da evler 3-5 dönümlük portakal bahçeleriyle kuşatılmış durumdaymış. Ticareti: Portakal, limon, mandalina, muz, keçiboynuzu, susam, amerikan fıstığı, badem, ipek kozası, kereste. Alanya’da bol miktarda Keçi, koyun, sığır, deve, at, eşek ve bir miktar katır var.

“Evvelce Rusya ve Balkanlara portakal ve limon gönderilirdi. Şimdi İzmir ve İstanbul’a sevk edilmektedir. Mısır’a da çok miktarda kereste ve kömür ihraç edilirdi. Yine adalara ve Mısır’a canlı hayvan gönderilirken şimdi Aydın ve İstanbul’a sevk edilmektedir. İstihsal olunan (üretilen) kozanın yarısı mahallinde sarf ve istihlak edilmekte (tüketilmekte) ve diğer yarısı Bursa’ya gönderilmektedir.”

“Kasabada ambalaj sandığı ve mobilya yapılan dördü motorlu ve ikisi su ile müteharrik (çalışır) 6 imalathane vardır.”

Alanya’nın o sıradaki diğer yokları: Banka şubesi yok, Ziraat Bankası ajansı var; otel yok, belediye yapacakmış.

Bunlar da varları: “İki lokanta, 6 aşçı ve kebapçı, 15 berber, bir hamam 8 kıraathane ve kahve.” Alanya merkezinde iki ilkokul bulunuyor, köylerde 14 okul var 9’u eğitmenli, yani 3. sınıfa kadar.

Varların en muhteşemi: “Halkevinin çoğu ciltli 200 ciltlik kütüphanesi kültürel durumu günden güne yükseltmektedir. Mehmet Temiz adında bir de kitapçı bulunmaktadır.”

“Gençlerin yarıdan fazlası saz çalmasını bilirler. Mahalli zeybek oyunları oynanır ve türküler okunur.”

Varlara iki ilave daha: Bir dispanser ve bir eczane var. Eczacı işsizlikten şikâyet ediyor.

“Işık petrolle temin edilmekte ise de Oba çayından elektrik istihsali işlerine başlanmıştır. Muhabere PTT ve asayiş telefonuna inhisar eder.” Yani haberleşme PTT ve asayiş telefonu ile sınırlı!

Bugün olmayan güzellikler de var elbette şehirde: Her yer mesire ama, 5. km. de Dim çayı boyları, 5 km. mesafede ve 250 m. yükseklikte büyük çınarlarla çevrili kahvehanesi bulunan Beştaş suyu, 3 km. mesafede Hakbahçe suyu, 4. km.de Sugözü suyu…“Kasabaya 30 km. mesafede ve 900 m. Yükseklikte tepe üstünde çamla örtülü Mısırlı Abdullah Arslan veresesinin sayfiyesi Türbelinaz görülecek sayfiyelerdendir.”

Bunların bir kısmı bu betonlaşma karşısında yoklara karışmıştır her halde.

1946’da yayınlanmaya başlanan İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi’nde “Bu bölgeyi yapıcı teknik ve sermayenin doğu Akdeniz’in Kotdazürü haline getirebilmesi için hemen bütün şartlar hazırdır” deniliyor. Kotdazür (Côte d’Azur) Fransa’nın doğu Akdeniz kesiminde meşhur bir kışı şeridi. Türkçesi “Mavi kıyı.” Bu cümleler yazıldıktan nice sonra Alanya Türkiye’nin neyi oldu? Her zamanki gibi biraz ölçü kaçtı, onlar tarihi ve tabiatı korurken, biz sahillerimizi hoyratça tahrib ettik!

1950’lerde yayınlanan Türkiye Ansiklopedisi’ne bakarsak, 1956’da merkezde nüfus 8 bine çıkmış. Artık vilayet merkezi ile arasında karayolu var. Elektrik meselesi hidroelektrik santrali ile çözülmüş. İlk okul sayısı üçe çıkmış, bir de ortaokul yapılmış. Hâlâ hastahanesi yok, ama beş yataklı dispanseri ve eczanesi var. Hamam’a bir de umumi tuvalet ilave edilmiş. İskele genişletilmiş. Biri belediyeye ait dört otel, burada gelişmenin yönüne işaret sayılabilir…

Bugünün Alanya’sının varlarını saymak epeyce yorucu olacaktır. Okulları, otelleri, hastahaneleri…Her türlü ihtiyacı karşılayacak tesisleri…

Belediye’nin Emine Hacıkura Kütüphanesi’nde yirmi binden fazla kitap varmış. İlçe Halk Kütüphanesi’nin kitap mevcudunu öğrenemedik, her halde o da Belediye kütüphanesinden geri kalmaz! Emine Hanım’ın kütüphanesine Belediye 2015’e kadar bir hayli yazarı davet etmiş. Bu 2015’te kesildiğine göre, sağcı bir belediye seçimi kazanmış olmalı. Halkevlerindeki 200 kitabın akıbetini 1950 sonrası DP’li belediyeden sormanın da âlemi yok!

Son olarak: 1940’larda ortaokulu olmayan Alanya’da artık bir Üniversite var!

Alanya Tarihi’ni şehir tarihi kitapları yazarı İbrahim Hakkı Konyalı’nın yazdığını belirtmiştik. Büyük emek mahsulü bu kitap 1940’lı yıllarda şehrin bir hayırseverinin desteği ile hazırlanmış. 1946’da basılmış. Kitabın başında devrin Cumhurbaşkanı İnönü’nün, Başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun, resimleri var. Konyalı üstadımız devrin icabına uyarak Ön Söz’de şunları yazıyor:

“ATATÜRK en büyük Türk hükümdarının şerefli adına nisbet edilen bu şehri Cumhuriyet Türkiyesi’nin kışlak bir baş şehri haline getirmek için mütehassıs mimarlarla ve mühendislerle beraber Alaiye’yi ziyaret etmişti. Siyasi bir zaruret onu burada fazla bırakmadı. Bu işin bir hakikat oluşunun şerefi onun büyük halefi, milletin göz bebeği Cumhur Başkanımız İSMET İNÖNÜ’nün başını haleleyecektir.”

Büyük harfler, Konyalı’nın…

Atatürk’ü Alaiye’ye getiren nedir?

Âfet hanım, Âfet İnan, ilk okulu burada okumuştur. Çünkü babası burada orman memurudur. Bu kasabadaki çocukluk yallarını unutamamıştır. Atatürk’ün yakınında bulunan bu hanım, ona hep Alaiye’den söz eder. Sultan Alaeddin gibi onun da bu güzel şehirde bir köşkü olmalıdır…

13 Şubat 1935’te İstanbul'dan Ege vapuru ile yola çıkılır. İzmir'den Zafer ve Adatepe destroyerleri ile devam edilir. 19 Şubat'ta Alanya'da olunacağı telgrafla bildirilir. Maiyetindekiler Nuri Conker, Kılıç Ali, Yaveri Cevdet Tolga ve berberi Mehmet’tir. Belirtilen zamandan bir gün önce, 18 Şubat 1935 sabahının çok erken saatlerinde Alaiye’ye ulaşılır.

Bu erken geliş, karşılama hazırlıklarını boşa çıkarır. Kurulmakta olan tâklardan birinin yanındaki askere Atatürk "Yavrum bu nedir?”der.  Asker, tâk olduğunu söyler. Atatürk'te eliyle tâk'a vurarak "tak tak" der. Nöbetçi jandarma erine yakında kahvehane olup olmadığı sorulur. Kahveci Mehmet Temiz (demek sonradan meslek değiştirip kitapçı olmuş) Atatürk'ü tanır ve kaymakamı haberdar eder. Şimdi “Atatürk evi” denilen Tevfik Azakoğlu'nun evine koşulur. Atatürk burada, dinlenir, traş olur kahvaltı yapar ve iskelenin yolu tutulur. Rivayete göre, halktan birine " Sen nerelisin?" diye sorar cevap "Alaiye"dir. İşte o zaman “"Hayır burası Alanya'dır" denilir…Üç saatlik bir ziyaret 7 asırlık bir ismin değiştirilmesi ile sonuçlanır!

Konyalı üstadımız, Atatürk’ün yanında uzman mimarlar, mühendisler olduğunu yazıyor. Eğer öyle olsa idi, Atatürk Alanya’yı a kışlık bir merkez olarak düşünse idi, üç saat değil, daha fazla kalırdı. Çünkü yanında getirdiği iddia edilen mütehassıs mimarlar ve mühendisler şehri gezer, görür ve en azından yer tesbiti yaparlardı.

Alaeddin Kalonoros’u fethetti, yeniden kurdu ve kışları ekseriya burada geçirdi. Adıyla anılmasını istedi…Ona hakkını teslim etmek lâzım!

*

Nureddin Topçu’nun Maarif Davası…

Alaiye’de bulunuş sebebimiz, merhum hocamız Nurreddin Topçu ile ilgili idi. Onun “Maarif davası” üzerine konuştuk. Bir muallim olarak Topçuyu, millî eğitim sistemimizle ilgili görüşlerini ve bir maarif sistemi kurmayı gerektirecek zihin açıcı fikirlerini anlatmaya çalıştık.

Beni en çok mutlu eden, merhum Hocamız Nureddin Topçu’nun Hareket degisinin yaynlanışının 80. Yılıdönümünde böyle bir mevzuda konuşmaktı. Düşünce tarihimizin zor şartlarda yayınlanmaya başlanan bu yol açıcı dergisi bugünün fikir dergisi kıtlığında elbette hatırlanmalıydı.

Davet sahibi Alanya Eğitim-Bir Sendikası başkanı Abuzer Gündoğar idi. Bu vesile ile yeni dostlar tanıdık, eski dostlarımızla hatıralarımızı yâd ettik. Ankara’dan öğrencilik yıllarından tanıdığımız Hasan Uğur’la kırk küsur yıllık muhabbetimizi tazeledik. Emekli olduktan sonra İlim Yayma Cemiyeti’nde hizmete devam ettiğini öğrendik. TYB sitesinde yazıları yayınlanan Ahmed Talib Çelen hoca ile rûberû tanıştık. İlçe Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Er, Alaeddin Keykubat Üniversitesi Rektörü Ahmet Pınarbaşı, Eğitim Fakültesi Dekanı Bünyamin Aydın (Erzurum’da 1987’deki tanışıklığımızı teyid ettik), Memur-Sen ve Eğitim Bir Sen Antalya Başkanı Mustafa Çoban, Alanya Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Ahmet Sert, Alanya MÜSİAD Başkanı Mustafa Durusoy, Şube Müdürleri, Gazipaşa, Manavgat ve Serik Eğitim- Bir-Sen İlçe başkanları ve bazı okul müdürleri ile tanıştık.

Bu vesile ile şehri bir daha görme fırsatımız oldu. Sabah güneşli havada Kale’ye çıktık, Süleymaniye camiinde namaz kıldık. Kızıl Kuleye, surlara, Selçuklu tersanesine, bir kısmı onarılmış Alaiye evlerine nazar ettik. Dönerken güzel intibalar, yeni dostluklar ve tanışıklıklar yanında bir hevenk Alanya muzu da getirdik…

1-039.jpg

Kale’den Alanya. Talib Çelen, Abuzer Gündoğar ve Hasan Uğur2-035.jpg

Alaiye Süleymaniye Camii avlusunda3-036.jpg4-028.jpg

Bu yazı toplam 785 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim