• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Balkanlarda Bektaşilik Din Haline Getirilmek İsteniyor?

Fatma Gülşen KOÇAK

Osmanlının tesis ettiği huzur iklimi kayboldu. Balkanlardaki Müslümanlar büyük problemlerle karşı karşıya kaldı. Cumhuriyet döneminde yeteri kadar ilgilenemediğimiz bölgeye batılı emperyalistlerin ilgisi hiç eksik olmadı. Türkiye’nin son yıllarda Balkanlarda iyi niyetli ama eksik çalışmaları var. Türkiye düşmanları ise etkili bir siyaset uyguluyor bölgede. Bu sebeple patlamaya hazır bomba gibi bölge. Ülkemizin iç meseleleri her ne kadar yoğun olsa da Balkanlar bizim dış meselemiz sayılmaz. Dikkatimizi bölgeden ayırmamamız gerekiyor. Bu sebeple Balkanlar üzerine nitelikli çalışmalar yapan Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr Ramazan Biçer ile Balkanların stratejik önemini CHP’nin Balkan Masası kurmasını ve son gelişmeleri konuştuk.

Fatma Gülşen Koçak

 Balkanlar bizim için neden çok önemlidir? Balkanlardan çekilişimiz geride hangi acıları bıraktı?

Balkanlarda Türk-İslam varlığı, Osmanlı öncesine dayanır. Balkanlar yaklaşık 500 yıldır Osmanlı yönetiminde kaldı. Yüksek bir medeniyeti sahip olan Osmanlılar, Balkanların genelinde bir Türk-İslam kültür ve medeniyeti oluşturdu. Hemen hemen her balkan ülkesinde binlerce Türkçe kelime bulunmaktır. Bu sözcükler sadece Müslümanlarda değil, diğer etnik kesimlerde de vardır. Ne kadar karşı çıksalar da, bunu söküp atmak çok zordur. Sözgelimi Makedonya’ya daha ilk girişte pasaport kontrol yapan memur, işlem bitince hoşça kal anlamında “Haydi Çav!” der.

Her büyük devlet gibi Osmanlılarda zayıfladı ve Balkanlardan ayrıldı. Orada binlerce Türk ve Müslümanı yetim bıraktı. Onlar Osmanlılara sitem ediyorlar. Biliyorsunuz sitem sevgiden doğar. Geçenlerde karşılaştığım yaşlı bir Üsküp’lü bana, “Osmanlılar savaş yapmadan geri çekildi. Bunu yapmamalıydı, oysaki savaşarak çekilmeliydi. Biz buna hazırdık” dedi. Elbette bu amcamız Osmanlının o dönemdeki şartlarının bilincinde değil ama önemli olan cihad ruhunun her zaman diri olmasıdır.

Balkanlarda kalan Müslümanlar sahipsiz kaldı. Onlar da kendi imkân, şart ve birikimleri doğrultusunda hayatlarını sürdürmeye ve dini değerlerini yaşatmaya çalıştılar. Özellikle balkanları kasıp kavuran Sosyalizm döneminde değerlerinden uzaklaştırıldılar. Onlar da düğün-dernek, bayram, cenaze ve sünnetlerde dini-İslami geleneklerini korumaya ve devam ettirmeye çalıştılar. Bence iyi de mücadele verdiler ve Müslüman temalı kimlikleri korudular. Asıl sorun, bağımsızlık sonrası ortaya çıktı. Batı kültürü ve küreselleşme karşısında dirençleri kırıldı, şimdi eskisinden daha çok kimlik sorunu yaşanıyor Balkanlarda. Kimlik derken, din eksenli oluşan milli kimliği kastediyorum.

Balkanizasyon diye bir kavram vardır. Anlamı, bir bölgedeki toplumları etnik kimlik üzerine ayrıştırmak ve küçük parçalara bölmektir. Bu terim Balkanlardan türemiş olup, yörenin en büyük sıkıntısını yansıtmaktadır. Böyle olunca da Balkanlarda var olan toplumlar etnik kimlik üzerine bir ayrışma içerisindedir. Bu ise azınlıkta kalan Türk ve Müslümanların dışlanması, ezilmesi ve asimilasyona maruz kalması anlamına gelmektedir. Bulgaristanlı araştırmacı Todorova’nın ifadesiyle, “çoğu Balkan milliyetçiliği esas itibarıyla savunmacıdır ve bu milliyetçiliklerin yoğunluğu, ulus-devletlerin yerli yerine oturmamış olmasının ve toplumsal kimliklerin krizinin dolaysız bir sonucudur. Kimlik konusundaki bu gerginlik, Balkanlar'da etnik grubun kökenlerine gösterilen benzersiz ilgiyi açıklayan faktörlerden biridir”.

 Türkiye'nin Balkanlarla ilgili politikaları nelerdir?

Türkiye Cumhuriyetinin Balkanlarla ilgili politikalarında bir belirginlik söz konusu değildir. Bu da doğaldır. Zira bir başka devletin içişlerine karışmak olacağı ve bunun da uluslararası arenada sorun oluşturacağı için, Türkiye’nin Balkan politikalarında bir durağanlık söz konusudur. İki devlet arasındaki ikili ilişkiler üzerden devam eden politikalar, Balkanlar üzerinde devam etmektedir. Bu yeterli değildir. Zira gözlemlerimiz ve yaptığımız araştırmalar doğrultusunda Balkanlardaki gelişmeler, üzülerek söylüyorum ki Türkiye Cumhuriyeti aleyhine gelişmektedir.

Bakın ABD, Avrupa Birliği ülkeleri ve Çin, Balkanlarda çok çalışıyor. Özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde faaliyetler gösteriyorlar. Ancak onlar bizim Yunus Emre Kültür merkezi gibi işler yapmıyorlar. Türkler zaten Türkçe biliyor, kursa ihtiyacı yok. Ayrıca Ebru, Hat ve Tehzib gibi kurslara ihtiyaç duymuyorlar. Zira bunları hobi olarak değerlendiriyorlar. Balkanlardakiler meslek edinmek ve karın doyurmak istiyorlar. Zira Balkanlar genelinde işsizlik yoğun. Türkiye dışındakiler, yöredeki gençleri çekebilecek faaliyetler yürütüyorlar. Sözgelimi ABD’nin “Youth and Community Center” diye bir kuruluşu var. Bunlar, ağırlıklı olarak Türklerin yaşadıkları yerlerde merkez açıyor. Gençlere bilgisayar ve Internet kursu veriyorlar. Başarılı olanlara da ayrıca sahip çıkıyorlar. Öte yandan Çinliler de Türklerin yaşadıkları bölgelerle yakından ilgilenmeye başladılar. Çinliler daha bir hafta önce, Huawei şirketinin temsilcileri, Gostivar’daki Türkçe eğitim veren okulları ziyaret ettiler. Okullara lazım olan teknolojik imkânlar sundular ve çalışkan öğrencilere teknoloji eğitimi vereceklerini belirttiler. Bizim kurumlarımızın da böyle şeyler yapması gerekiyor. Aksi takdirde bizim olan gençleri, başka ellere teslim etmiş oluyoruz.

 Cumhuriyet döneminde Balkanlarla ilgili ihmallerimiz nedir?

Cumhuriyet döneminde Balkanlar tamamen ihmal edilmiş ve oradaki soydaş ve dindaşlarımız kendi hallerine bırakılmıştır. Uygulanan politikalar sonucunda da Balkan Müslümanlarının Türkiye’den ümidi ve beklentisi kırılmıştır. En üzücü tarafı, evlerinde Türk bayrakları bulunan, sürekli Türk televizyonları izleyen ve çocuklarına öncelikle Türkçe öğreten ailelerin, Türkiye’den umut kesmeleridir. Bildiğiniz gibi insanı yaşatan umuttur. Son on yılda Türkiye Cumhuriyeti, Balkanlara yöneldi. Ulaşılmayan yerlere gidildi. Yatırımlar yapılmaya başlandı. Bu ilgi o dereceye geldi ki, ana muhalefet partisi CHP de son zamanlarda kendi bünyesinde Balkan Masası kurmaya başladı.

CHP ne yapmak istiyor?

Daha önce ziyaretlerde bulunulmayan Bektaşi dergâh ve derneklerine yakın zamanda ziyaretler yapıldı. Tüm Balkan Bektaşilerinin merkezi hükmünde olan Makedonya-Kalkandelen’deki Harabati Baba tekkesi şeyhi ve Mondi Baba ile Arnavutluk’ta görüşmeler yapıldı. Bu nasıl yorumlanmalıdır bir şey diyemeyeceğim ama ilginç, dikkat çekici ve ürkütücü bir gelişmedir.

Özetlemek gerekirse, Balkanlarda Bektaşilik İslamiyet’ten ayrı bir din haline getirilmek isteniyor. Bu tehlikeli bir gelişmedir. Olaya, Sünnilik-Bektaşilik boyutunda bakmamak gerekir. Zira her ikisi de Müslümandır.

Balkanlarda Osmanlı nasıl bir miras bıraktı?

Maria Todorova’ya göre, Balkanların tarihinde önemli iki aktör bulunmaktadır. Bunlardan biri, siyasal, dinsel etki bırakan Bizans; diğeri ise yarımadaya kendi dilinden isim veren ve en uzun siyasal birliğini kuran Osmanlılardır. Bilindiği gibi Balkan kelimesi Türkçe’dir. Todorova’ya göre, “Balkanların Osmanlı mirası olduğu sonucuna varmak abartma değildir”. Zira ona göre, “Demografi ve halk kültürü alanında Osmanlı mirası kalıcı ve kesintisiz etkiler bırakmıştır”. Osmanlılar öncelikle Balkanlara bir medeniyet getirdi. Sürekli birbirleriyle savaşan halklarda bir sükûnet hâsıl oldu. Günümüzde Balkanlar, Osmanlı dönemindekinden çok daha fazla huzursuz ve sıkıntıdadır.

Osmanlılar’ın Balkanlara yaptığı en önemli katkılardan biri de dil zenginliğidir. Zira o dönemde Bulgaristan halkının konuştuğu dilin yarısı Türkçeden oluşuyordu. İlginçtir o dönemde Belgradlı Sırp kadınlar, Müslüman kadınlar gibi çarşaf giymiş, Sırp erkekler de sarık sarıp, nargile içmişlerdir. Bu bir kültür meselesidir. Eğer yüksek bir medeniyetiniz varsa, halklar onu özden benimserler. Osmanlılar Balkan halklarına asla bir baskı yapmamışlardır. Bakın Osmanlı Arşivlerine göre, Müslüman olmak isteyen biri, resmi makamlara Müslüman olmak istediğini belirten bir dilekçe ile başvuruda bulunurdu. Ardından belirli bir süre o kimse gözlemlenir ve samimiyeti araştırılırdı. Eğer herhangi bir baskı altında kalmadan veya menfaat ve çıkar amacı gütmeden Müslüman olmak istediği anlaşılırsa, başvuran kimsenin ailesi, yörenin papazı ve resmi kişilerden müteşekkil bir heyet oluşturulur, kişi sorgulanır ve ardından da Müslüman kimliği almasına karar verilirdi.

Osmanlıların Balkan halklarını zorla İslamlaştırdığı yönlü sözlere aldırmamak gerek. Zira bilimsel bir dayanağı yoktur, zaten arşiv belgeleri de ortadadır. Beş yüz yıl Balkanlardan kalan Osmanlılar, her gün bir bireyi zorla Müslümanlaştıracak olsa idi, bugün Balkanlarda Hristiyan kalmazdı.

Batılı ülkeler Balkanlarda nasıl bir strateji uyguluyor?

Osmanlılar, Bosna’yı fethettiklerinde üç büyük etnik-dinsel toplulukla karşılaştı: Ortodoks Slavlar (Sırplar), Katolikler (Hırvatlar) ve Hıristiyan Bogomiller. Günümüzde Balkanlarda birden fazla etnik kesim ve yaklaşık üç tane dini grup vardır. Bunlardan Katolik olan Hırvatlar ve diğerleri, başta Almanya ve Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir. Ortodoks olanlar ise, daha çok Rusya tarafından desteklenmektedir. Balkanlarda yalnız kalanlar, Müslümanlardır. Bunun en belirgin göstergesi Bosna savaşında ortaya çıkmıştır. Bu savaşta Bosnalı Sırpları, çok bariz bir şekilde Sırbistan ve Rusya desteklemiş, Katolik olan Hırvatları da başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği açık destek vermiştir.

Batı ülkeleri, Balkan Müslümanlarını özellikle etnik bir bağ olarak yöredeki hâkim güç milletlere bağlamak istiyorlar. Sözgelimi Boşnaklar için “Müslüman Slavlar” tanımını yapıyorlar. Türkiye’de bazı yazar-çizerler de bunu tekrarlamaktadırlar. Bu bilimsel ve insaflı bir görüş değildir. Zira Boşnak kültürü ile Slav kültürü başkadır. Elbette geniş Slav kitlesinden etkilenmiştir ama Boşnaklar, kendilerine özgü Türk-İslam kültürü ile bezenmiş özgün bir millettir.

Etnik amaçlı olmaksızın Balkan Müslümanlarının Türkiye’nin büyük desteğine ihtiyacı vardır. Zaten tek dayanakları ve sığınakları da Türkiye’dir.

Bakın sözgelimi Bosna-Hersek’teki Sırp kökenli olanlar, aynı zamanda Sırbistan pasaportu/kimliğine sahiptirler. Bosna’daki Hırvatlar, Hırvatistan pasaportu/kimlik cüzdanına sahipler. Boşnaklar ise, konum ve durumu belli olmayan, devlet statüsüne kavuşmamış ama devlet gibi görünen Bosna-Hersek Devleti kimliğine sahiptirler. Batı kendi dindaş ve yandaşlarına sonuna kadar sahip çıkıyor. Müslümanlar ise ortada kalmış durumda. Boşnaklara sınırlandırılmış ve daraltılmış çift vatandaşlık statüsünde Türkiye Cumhuriyeti kimliği verilebilir. Neden olmasın? Sırbistan ve Hırvatistan yapınca oluyor da, biz yapınca neden olmasın? İleride bir savaş çıkacak olursa, Bosna-Hersek Sırplarına Sırbistan; Bosna-Hersek Hırvatlarına Hırvatistan sahip çıkacaktır. Peki Boşnaklara kim sahip çıkacak? Nitekim 1992-1995 savaşında bunları olmadı mı? Bosna-Hersek’in 10 kantonundan kaçı Boşnak olarak adlandırılmış? Tüm bunlar Dayton anlaşmasının bir sonucu olarak Bosna-Hersek’in gerçek sahipleri olan Boşnakları, “Öz yurdunda garipsin/Öz vatanında parya” konumuna sokmuştur.

Türk sivil toplum kuruluşlarının Balkanlardaki etkinliği yeterli mi?

Tüm Balkanlarda Türkiye merkezli sivil toplum kuruluşları etkindir. Ancak bu Batı’dan gelen etkinlikler karşısında zayıf kalmaktadır. Bu STK’ların Balkanlara yönelik kalıcı bir faaliyeti sözkonusu değildir. Birkaç yardım, sünnet şölenleri, iftarlar türü destekler gerçekleşmektedir. Ancak Balkan Müslümanları bunlardan mutlu olmamaktadır. Hatta sorun oluşturmaktadır. Zira bu yardımlarda bölgesel ve etnik ayırım söz konusu olmaktadır. Mesela, Doğu Makedonya veya Gora Bölgesi ya da Esmerlere (Roman) yapılan yardımlar, yerlerine ulaşmamaktadır.

Türkiye merkezli STK’lar artık bu tür yardımlardan vazgeçmelidirler. Bir iftar verip bunu da sosyal medyada paylaşmak, bir tür avuntudur. Bu konuda daha kalıcı, geneli kapsayan ve yöre halkının işine yarayacak işler yapılmalıdır.

 Türk kuruluşları arasında koordinasyon var mı?

Temel sorun da buradadır. Türk kuruluşları arasında bir uyum söz konusu değildir. Hatta birçok STK, aynı yere ve aynı türden yardım yapmaktadır. İftarlar gibi. Böyle olunca da Balkanlardaki Türkiye merkezli STK faaliyetleri, etkisiz, kapsamsız ve silik kalmaktadır.

 Balkanlardaki Müslümanların Türkiye'den beklentileri nedir?

Balkanlardaki Müslümanlar Türkiye ile yatıp, Türkiye ile kalkıyor. Bir Arnavut Müslüman beni evine davet etmişti. Evde birkaç tane küçük çocuk vardı. Onlara TRT Çocuk kanalını izletiyorlardı. Benzer manzarayı Boşnakların evlerinde de görebilirsiniz. Balkanlarda geniş çaplı bir anket yapmıştık. Sorulardan biri de, gençlerin üniversiteyi nerede okumak istedikleriyle ilgili idi. %80 gibi muazzam bir kesim, Türkiye demişti. Oysaki cevap şıkları arasında ABD ve Avrupa ülkeleri vardı. Yani Balkan Müslümanlarının gönlü Türkiye’de.  Ancak biz o kesimle gerektiği kadar ilgilenmiyor ve muhatap olamıyoruz. Türkiye’de eğitim imkânlarının genişletilmesini talep ediyorlar. Türkiye’den gelen resmi kurum ve kuruluşların yetkilerinin kendilerine ilgi göstermelerini ve dinlemelerini istiyorlar. Büyükelçiliklerden Türk ve diğer Müslümanlara yakınlık göstermesini bekliyorlar.  Aslında çok şey istemiyorlar sadece ilgi ve elçiliğe gidince güler yüz bekliyorlar. Balkanlarda Türkler, Türk partilerinden; Arnavutlar da Arnavut partilerinden çok şikâyetçiler. Türkiye’den giden bürokratlar, turistik bir ziyaret görüntüsü veriyor. Şimdi kendinizi onların yerine koyun ve empati yapın. Türkiye’den ve ülkelerindeki Müslüman siyasilerden hiç ilgi yok, sadece seçim ayında bir kereliğine ziyaret var. Balkanlardaki Müslümanların, Müslüman siyasilere yoğun tepkileri var.

Selefi ve Vehhabi zihniyet nasıl bir yıkım içinde?

Sosyalist devletler sonrası Balkanlarda yoğun bir Selefi oluşum gerçekleşti. İlk başlarda Bosna savaşı olmak üzere Ortadoğu kökenli Selefi örgütler, savaşlarda Müslümanlara yardım etti. Savaş sonrası ise yoğun bir Selefilik propagandası başladı. Yani önceleri Müslümanların yanında cihad ediyorlardı. Buna temiz cihad deniyor. Sonraları ise bu “cihad” yöredeki Müslümanlara yönelik oldu. Kendileri gibi olmayan Müslümanları, “Müşrik-Kâfir” olarak nitelendirmeye başladılar. Onlara göre müşrikin hayat hakkı yoktur, yani öldürülmelidir. Selefi grupların en nefret ettikleri İslami inanç sistemi, Hanefilik-Matüridiliktir. Balkan Müslümanları ise Hanefi-Matüridi’dir. Çok ilginçtir ki, Balkanlardaki Selefi oluşumlar, devletleri tarafından korunuyor görüntüsü vermektedir. Özellikle Müslümanların azınlıkta olduğu Balkan ülkelerinde radikal Selefiler, bilindikleri halde dokunulmuyor. Niye? Çünkü dini istismar eden ve şiddeti tasvip eden radikal Selefi örgütlerin hedefi, yöredeki Müslümanlardır. Müslümanların birbirleriyle çatışması kimin işine yarar?

Şiddeti savunan ve Müslümanları hedef kitlesi olarak gören radikal Selefiler, Balkanlarda bazı camilere, tabir yerinde ise, kondular. Bu camilerin imamlarını para ile, olmazsa tehdit ile uzaklaştırdılar. Yerlerine kendi imamlarını atadılar. Bazı Müslümanların yoğun yaşadığı devlet ve bölgelerde, Reisü’l-ulema denilen ve bizim Diyanet İşleri Başkanlığına denk gelen dini kurum temsilcisi olan kimseleri de kendilerine çektiler ve Hanefi-Matüridi olan camilere, Arabistan’da eğitim almış Selefi temayüllü hocaları atadılar. Buna mukabil Türkiye’den DİB aracılığı ile giden cami imamları, halkla muhatap olamadı. Onların kültürlerine adapte olamadılar. Tam olacakken Türkiye’ye geri çağrıldılar. Zira oralarda resmi olarak ancak beş yıl kalabiliyorlar. Bu nedenle artık Balkanlara Türkiye’den imam gönderilmemeli. En uygun çözüm Balkan kökenli olup da Türkiye’de İlahiyat eğitimi almış kimselerin yurtlarına dönüp, halkın din işlerini yönetmesi ve ifa etmesidir. Türkiye’de okumuş ve devlet bursu almış kimseler, söz konusu kurumlar tarafından takip edilmiyor. Okulu bitirdikten sonra ne yapıyor, bu bilinmiyor. Oysa ki bu öğrenciler, ülkelerinde güzel işler yapabilirler. Burada sorumluluk, Türkiye’de iken onlara burs veren kurumlarındır. Ortadoğu kökenli şiddeti tasvip eden radikal Selefi öğrencilerin ezici çoğunluğu, Suudi Arabistan’da eğitim görüyor. Ana yurtlarına dönünce, konsolosluk ve vakıflar aracılığı ile onlarla irtibatları devam ediyor. “Madem benden burs aldın, gereğini yapacaksın” anlayışı hâkim olmuş.

Balkanlarda yoğun faaliyet gösteren Müslüman kesimden bir başkası da İran merkezli Şiilerdir. Özellikle Bektaşilerle yakından ilgileniyorlar. Geçenlerde Tuzla müftüsü başkanlığında bir grup genç, Türkiye’ye geldiler. Onlarla bizim kurumlar yeterince ilgilenmediler. Onlar bu duruma sitem ettiler. İstanbul’u gezip gittiler. Aradan bir hafta sonra İran konsolosluğu söz konusu müftülüğü ziyaret etti. Bu anlamlı ve düşündürücü bir ziyaret idi.

Öte yandan Balkanlarda yoğun bir Hristiyanlık Misyonerlik faaliyetleri yürütülmektedir. Güçlü imkânları ve Batı’dan aldıkları destekler ile yoğun çalışmaktadırlar. Sonuç olarak kimin ne yaptığı önemli değil, asıl sorun bizim ne yaptığımızdır. Bize düşen görev yerine getirilirse, gerisi teferruattır. Balkan Müslümanları Türkiye’de yana ve gönlü Türkiye’dedir. Ancak bu durum özellikle yeni nesilde gittikçe kaybolmaktadır. Yakın bir zamanda Balkanları kaybedebiliriz. Bu uyarı bazı kesimlerce ve özellikle resmi-bürokratik makamlarca kulakardı edilecektir. Yaklaşık yirmi yıldır Balkanları çalışan ve bu alanda uzman olan birisi olarak söylüyorum.

26.09.2019 Yeni Akit

Bu yazı toplam 951 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim