• İstanbul 15 °C
  • Ankara 20 °C

Başarı hırsı yerine mes’ûliyet hissi

Ahmet Tâlib ÇELEN

-Bir büyü bozma denemesi-

Bir muallim arkadaşımız kendi okulundan başka bir okulda toplantıya katılmış. Okul müdürüne hayran kalmış. Anlattıklarından mezkûr müdür beyin derslerde muvaffakiyet için müthiş bir çaba, hummâlı bir faaliyet içinde olduğu anlaşılıyor. Millî eğitim câmiası çılgın bir yarış psikolojisi içine sokulduğundan kendi okulu adına üzüntüsünü bildiriyor. “Biz bu müdürle yarışamayız.” diyor.

Muallim arkadaşla yazıştık.

Şu sözlerle mukâbele ettim:

-Hocam, bu söz ve tavırların büyüsüne kapılmayalım. Çocuklar yarış atı, bizler jokey, vur kamçıyı... Böyle eğitim olmaz. Hele ortaokulda. Ha, yarışmayanlar süper ahlâklı çocuk mu yetiştiriyor, o ayrı mevzu. Ama sadece ders, bilhassa test, bu olmaz. Öğrenciler üzerinden biz, bizim üzerimizden okullar, okullar üzerinden ilçeler, ilçeler üzerinden iller yarışıyor. Bir çılgınlar korosuyuz âdetâ... Bu arada bu çocukların psikolojisi ne oluyor diyen yok.

Ben Necip Fâzıl'ın dediği yerdeyim:

Hayat mayat diyorlar

Benim gözüm mayatta...

Yine bir şâirden:

Mağlup sayılır bu yolda gâlip...

Düşün üzerinde...  Gâlibim zannederken nasıl yenildiğinin farkında bile değilsin.

(Değilsin derken hepimizi kastediyorum.)

-Adam bizi ezdi resmen. Vizyonu geniş adamın.

-…………….. Hocam, sen büyüyü yemişsin. Bence vizyonu geniş değil, dar... Sadece kurslara, derslere, testlere, öteki okulları geçelimlere sıkışmış bir adamın vizyonu geniş olsa ne kadar olur? İnsanı, fıtratı, terbiyeyi, ahlâkı.. ıskalayan adam (ki öyle bir vizyonda ister istemez bunlar geri plana düşer) dar bir alanda top sektiriyor demektir.

-Ahmet hocam hayaller ve hayatlar.  Seninki hayaller.  Üzgünüm ama böyle.

-Biri hayat, biri hayal... Ben dedim zaten... "Hayat mayat diyorlar/ Benim gözüm mayatta"... "Mayat", onların hayat sandığının ötesindeki değerler. Benim gözüm onda. Ve aslında hayat, bunların hayat sandığının ötesindedir. Bizim kaportacı olacak çocuğa da söyleyecek bir sözümüz, gülümseyecek bir yüzümüz, elinden tutacak bir elimiz olmalıdır. Ve bakarsın bir kaportacı, baş tacı ettiğimiz test canavarlarından daha hayırlı bir insan oluverir.

Bakınız, bir menkıbe anlatayım... (Şimdi birileri kalkıp, bunların aslı astarı yok demesin. Belki de yok… Anlatmak istediğim meseleye münasip düştüğü için zikrediyorum.)

Bir şeyhin bir müridi "Beni her akşam melekler alıp götürüyor, cennet gibi bir yere varıyoruz, envai çeşit yiyecekler, güzel kokular, yeşillikler içinde vakit geçiriyoruz, sonra geri getiriyorlar" dermiş. Bir öyle iki öyle, şeyh buna demiş ki: "Evlâdım, yine o cennet gibi yere gittiğinde beni aklından bir geçiriver." Müridi yine götürmüşler, yine yeme, içme, eğlenme... Müridin aklına şeyhin sözleri gelmiş ve aklından şeyhini geçirivermiş. Aa! Bir de ne görsün... Bir çöplükte, pisin pasın, iğrenç kokuların arasında debelenip duruyor. Meğer bunu cinler götürüyormuş ve o mezbeleyi ona öyle cennet gibi gösteriyorlarmış.

Biz de nasıl fıtrat dışı eciş bücüş faaliyetler içinde debeleniyoruz, farkında bile değiliz. Kurslar, dersler, denemeler, testler... Hepsi bir fazla net çıkarmak için... Hepsi kişi olarak arkadaşını, okul olarak öbür okulları, ilçe olarak öbür ilçeleri, il olarak öbür illeri bir çentik geçmek için... Biz de bir an insanlığımızı hatırlayıversek nasıl bir çöplükte debelendiğimizi anlayacağız ama hatırlamamızı engelleyecek o kadar çok faktör var ki...

Binmişiz alâmete, gidiyoz kıyâmete...   

Bir hanım:

-Ahmet hocam söylediklerinize sonuna kadar katılıyorum. Ne yazık ki ülkemizin gerçekleri ortada. Sistem test canavarlarının başarılı olup diğerlerinin ötelenmesi üzerine kurulu.          

-……………… Hanım, bakınız yine "başarı" diyoruz. Bir fasit daire (şimdi kısır döngü diyorlar) içinde dönüp durmamızın sebebi "başarı" hedefinin tartışılmaz görülmesi. Bunu bile tartışmamız gerekir.

Bir çılgınlar balosundayız... Herkes aynı olduğundan yapılanların normal olduğunu sanıyor, çılgınlık olduğunu kimse fark etmiyor. Hatta fark eder gibi olanlar tuhaf görülüyor; çünkü tek tük olunca anormal duruyorlar. Anormal yaygınlaşınca normal olmuş.

Bütün dostlarımızın "Ama hocam, hedefin başarı olmasından daha tabii ne olabilir?" diye düşündüğüne kalıbımı basarım.  

-Dönem sonu TEOG ortalamalarını istediklerinde bu yorumları yazarız artık.

-Bu yorumları yazmamızın tuhaf kaçacağını düşünüyoruz, değil mi? Bu bile yukarıda söylediklerimi haklı çıkarıyor. (Haklı çıkma gibi bir iddia ve derdimin olmadığını biliniz)

-Sözleriniz doğru ama ortada bir de gerçekler var.

-Sözlerim doğru ise gerçek olmasını kim ve ne engelliyor? En güzel şey doğruların gerçek de olması değil mi?            

Bir absürdlük olduğu doğruların gerçek olamamasından anlaşılmıyor mu?

-Hem başarı hem güzel ahlâk aynı anda olamaz mı?

-Olabilir... Ama hangisi asıl hedefse diğerini kendi rengine boyar.

Başarı baş hedef olursa güzel ahlâk bile ödül isteyen bir yarış mevzuu haline gelebilir.

Peki tersi -yani güzel ahlâk, iyi insan baş hedef- olursa ne olur? O zaman bu güzel hedef başarıyı kendi rengine boyar ve başarı, çılgın bir yarış olmaktan çıkar. Çünkü güzel ahlâklı, iyi insanın başkalarını altta bırakıp kendisi üste çıkmak gibi bir derdi olmaz. Bu varsa güzel ahlak hedefi gerçekleşmemiş demektir.

-TEOG da geçemezsek ahlâk olarak geçelim. Bir şeyde geçelim artık.

-Bak, "geçmek" mefhumunun içine "başarı" sinsice yine gizleniyor. Geçmeyiverelim kardeşim. Şöyle öğretmen, idareci, öğrenci... birbirimizle insanca göz göze gelelim bir.

Yarış olmazsa bir boşluğa düşeceğimizi zannediyoruz. Bu zannı kim pompalıyor bize?

Başka bir muallim arkadaş:

-Yarış değil Ahmet hocam, sonuç.

-………………… Hocam, merak çeken bütün sonuçlar bir yarış mânâsı taşır. Sonucu merak etmeyen kim var?

Şimdi herkes "Başarı yok, yarış yok; o zaman nasıl olacak bu iş?" diyecek. Nurettin Topçu, bunun cevabını pek güzel verir: Başarı hırsı yerine, mes'ûliyet hissi... Mes'ûliyet hissi gerçekten verilebilirse bir insanı başarı hırsından daha başarılı yapabilir. Düşünün, başarı hırsıyla çalışan çocuk için sınıf birincisi, okul birincisi, ilçe, il, Türkiye birincisi gelmek hedefe ulaşmak demektir. Bunun üzerine bir şey yapacak değildir. Gerek görmez… Çünkü hedef gerçekleşmiştir. Oysa mes'ûliyet hissi olan çocuk için her şey bitmiş olmayacaktır. Âilesine, ülkesine ve Allah'a karşı kendini mes'ul hisseden çocuk, kalan vakitlerinde kitap okumaya, kendini daha daha iyi yetiştirmeye, daha iyi insan olmaya.. çalışmaya devam edecektir. Ve bunun sonu da yoktur. Hadis-i şerifteki gibi: Beşikten mezara ilim okumak... Ve bunu o kadar sâkin ve tabii bir ruh hâliyle yapacaktır ki... Kimseyi geçmek, ezmek gibi bir hırs taşımadan... Sadece kendini geçmek, başkasından daha iyi değil, dünkünden daha iyi olmak... Bu çocuk yetmiş yaşına vardığında dahi çalışıyor olacaktır. Herkese yardımcı olacaktır. İşte eğitimde mutlaka bulunması gereken husûsiyet budur.                      

Başarı hırsıyla dolu çocuk daima mutsuz, daima huzursuz, daima tedirgindir... Birinciyse, bu birinciliği kaptırmamak için... Birinci değilse ne yapıp edip birinci olmak için... Düşünün, bir okulda ilk üçe giren öğrenci iyi kötü mutlu, diğerleri onlara imrenen, hatta başarı hırsının verdiği bencillikten dolayı kıskançlıktan çatlayan mutsuz çocuklar... İlk üçün birincisi dışındakiler bile baksanız, mutlu değildir.

Oysa mes'ûliyet hissiyle hareket eden çocuğun böyle takıntıları olmayacaktır. Allah ona birinci olacak kadar zekâ vermediyse dert değil; verdiği kadarından mes'ul. Arkadaşlarını geçemediği için hafakanlar geçirmez; ona bir gün öncesinden daha iyi olmak yetecektir. Allah vergisi zekâsı, içinde bulunduğu şartlar ve sahip olduğu imkânlarla en iyisini yapmak kâfîdir. Ayrıca okul başarısından başka -ve belki daha mühim- yapılacak işler vardır. Daha bilgili, daha olgun, daha saygılı, daha yardımsever... bir insan olmak için çalışmak...

Böyle çocuklarla dolu bir okulda çalıştığınızı bir düşünsenize arkadaşlar... İnsan yorulur mu, usanır mı? Ve emin olun başarı da daha iyi olacaktır.                      

Bitireyim…

Nurettin Topçu merhum, insanı üç tipe ayırır. (Seminerde anlatmıştım):

1-Siyaset adamı

2-Vazife adamı

3-Kalp adamı

Siyaset adamı, adam bile sayılmaz. Karşılaştığı her insan ve her şartı menfaatine çevirmeye çalışan tip. Başarı hırsıyla dolu çocuktan başka türlü bir tip çıkmaz.

Vazife adamına "iyi insan" da diyebiliriz. Cemiyet içinde üzerine düşeni yapan ama bundan ötesi için parmak kımıldatmayan tip. Yaptığı işi de kendi içinden değil dışardan bir dürtmeyle yapar. Bize bu insan tipi yetmez.

Bize kalp adamı lâzım. Kalp adamı, mes'ûliyet adamıdır. Bu insan vazifesini kalbinden çıkarır. Yapıp ettikleri hür irâdesinin eseridir. Birisinin buyurması ile hareket etmez; yapması gerekeni kendisi görür ve harekete geçer. Çünkü mes'ûliyet hissi onu başka türlü hareket etmeye, tembelliğe, korkaklığa bırakmaz.

SON SÖZ: Kalp adamı yetiştiremeyen bir sistemin çekiver kuyruğunu! Hiç olmazsa kalp adamı yetiştirme hedefimiz olsun.

Nasıl bir çöplükte debelendiğimizi anlatabildim mi?

Bu yazı toplam 997 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim