Sonra, üşüyen yaşlı bir adam vardı, yan tarafta. Adam halsizlikten, açlıktan, soğuktan yürüyemeyecek durumdaydı. İyice ıslanmıştı. Bir de köpek vardı adamın yanında, üşüyordu ama üşümüyor gibiydi. Karnı açtı muhtemelen onun da, üşüyen adam gibi. Bir de büyük büyük taş duvarları olan kocaman bir ev vardı; adamın, köpeğin ve hepimizin karşısında. Devasa bir kapısı vardı evin. Demirden mi yoksa altından mı anlayamadığım bir kapısı… Evin bir hayli parlak ışıkları açıktı, içerde insanlar vardı ve gülüp eğlendikleri anlaşılıyordu, gelen seslerden.
Zengin sesleri geliyordu içeriden.
Yaşlı adam köpeği kucağına aldı, başını büyük demir parmaklıklı ışıklı binaya çevirip, bir “ooy” dedi ve uzaklaşıp gitti.
Yüksek yüksek binalar, demir kapılar, kilitler…
Bizim bize olan güvensizliğimiz.
Bunca duvarların ardında eşsiz bir hazine gibi korumaya çalıştıklarımızı bir yaşlı adamın yüreğinde kaybediyoruz.
Dünyanın hazinesi ihtişamlı evimizde, ama bir köpeğin şefkati yok bize.
Hepimizin ellerinde kilitler var artık.
Bir kaç kilidi çevirip ardımızı döndüğümüzde bizim olan her şey güvende sanıyoruz.
Sorsanız, kilitlerimizin çokluğu kadar zengin ve akıllıyız.
Aslında pinti ve cahilin tekiyiz.
Cahiller saklar, gizler ve ötesini düşünmez.
Ha, bir de korkularımız var…
Her gün daha sağlam kilitler ile dönüyoruz eve, azaltalım diye korkularımızı.
Anahtarları kaybedeceğiz diye uykularımızdan tat alamıyoruz.
Üst üste kilit vurduğumuz kendi gönlümüz ve dilimiz.
Kilitler güveni, şefkati, merhameti kaldırıyor.
Altından, gümüşten kilitler, yağmuru, baharı, kışı, garipliği hatırlatmıyor.
Dilimiz muhabbetli olamaz artık, halden hale yol alamayız artık. Yükümüz ağır. Çok kilit var üstümüzde.
Tedirginliğimiz ölümden değil, kilitlerden.
Değersizleşiyor, çürüyor ve küçülüyoruz.
Milat
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.