• İstanbul 19 °C
  • Ankara 21 °C

Benim Darbem Senin Darbeni Döver Arkadaş

Fahri TUNA

Geçen günlerde genç yetenekli gazete yazarı Mustafa Ali Aykol ile yine onun gibi genç bir yetenek Nadire Tatar ‘darbeler’ konulu bir araştırma yaptılar. On beş kişi kadar bir liste hazırlamışlar, yaşları 40 ile 80 arasındaki kişilerden oluşan. Tarihimizdeki askeri darbeler üzerine soruşturma bir nevi. ‘Hayatımızdaki darbeleri?’ sordular bizlere. Sağ olsun beni de uygun görmüşler.  Sordular, dilimiz döndükçe dile getirmeye çalıştık.

1 Aralık 1959 doğumlu bir vatandaş olarak hayatımdaki askeri darbeleri listeleyelim öncelikle dilerseniz:

            27 Mayıs 1960 - Albayların Darbesi, Orgeneral Cemal Gürsel’i başlarına geçiriyorlar

            22 Şubat 1962 - Kurmay Albay Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimi

            20 Mayıs 1963 - Kurmay Albay Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimi, idam ediliyor

            12 Mart 1971 - Genelkurmay Başkanı ve 3 kuvvet komutanı darbe yaptı

            12 Eylül 1980 - Genelkurmay Başkanı ve 4 kuvvet komutanı darbe yaptı

            28 Şubat 1997 - Genelkurmay Başkanı ve 4 kuvvet komutanı hükümete posta koydular

            27 Nisan 2007 - Genelkurmay Başkanı hükümete  e-muhtıra verdi 

            15 Temmuz 2015 – TSK içinde bir grup general ve rütbeli subay TBMM ve hükümeti feshe

kalkıştılar, halk engelledi

 

Şaka maka 56 yılda 8 darbe. Ortalama 7 yıla bir askeri darbe veya darbe kalkışması/girişimi düşüyor.

 

‘YARGILAYIP MI ASALIM, ASIP MI YARGILAYALIM’

93 yıllık Cumhuriyet dönemimizde sekiz darbenin ilkinde yaklaşık altı aylık bir bebekmişim. Celal Bayar’ın cumhurbaşkanlığı, Adnan Menderes’in başbakanlığındaki DP İktidarına karşı yapılan ilk girişimin 37 kişilik albay ve yarbaylardan oluşan bir askeri darbe olduğunu söyleyelim. Başlarına yeni emekli olmuş bir orgeneral olan Cemal Gürsel’i getiriyorlar apar topar. DP’yi, meclisi kapatıyorlar ve Atatürk’ün yaptığı anayasayı ortadan kaldırıyorlar. Derme çatma bir anayasa yapıyorlar, 1961’de oylandığında % 60 oyla geçiyor. Başbakan Menderes’le iki bakanını asıyorlar. O günlerin cuntacılarından kalan – darbe ironisi- mesabesinde bir söz: ‘Başbakan Menderes’i yargılayıp mı asalım, asıp mı yargılayalım?’

 

ADIM FAHRİ ÖZDİLEK PAŞA’DAN MÜLHEM OLABİLİR

1959’da sıkıyönetim ilân edilmiş aslında. İstanbul Sıkıyönetim komutanı ise Orgeneral Fahri Özdilek. O zaman henüz TRT Televizyonu yok, radyosu var. Türk halkı o zamanlar biri 13.00’te biri de 19.00’de her gün iki kez 45’er dakika haber, o günün diliyle ajans dinliyor. En sık geçen isimlerden birisi de Fahri Özdilek o günlerde. Şimdi bana o günlerin sıkıyönetim ikliminde Fahri adının verilmesi, Özdilek Paşa’dan mülhem ve mütevellit olamaz mı? Muhtemeldir ki etkisi var. Adımı koyan ve ben henüz on dört yaşımdayken vefat eden – hayatta en çok sevdiğim insan- büyükbabama (Hatipağa Raif Pehlivan’a) soramadım. Annem başka bir neden anlatıyorsa da (büyükbabamın ablasının adının Fahriye olması gibi) her gün haber izleyen ve bir Çanakkale şehidi çocuğu olan büyükbabamın Özdilek Paşa’dan etkilenmesi daha güçlü ihtimal gibi geliyor bana.

 

12 MARTTAN HAFIZAMDA KALAN DÖRT İSİM: FARUK GÜRLER, EFRAİM ELROM, DENİZ GEZMİŞ VE NİHAT ERİM

12 Mart 1971’de ilkokul son sınıf öğrencisiydim. Evde konuşulanlardan hatırladığım üç isim var: Faruk Gürler, Efraim Elrom ve Deniz Gezmiş. Aynı sürecin devamında dördüncü bir isim ekleniyor hafızama: Başbakan Nihat Erim. Biz Kaynarcalıyız, o da on beş kilometre mesafedeki Kandıra’dan ya, o nedenle geçiyor olmalı adı bizim evde sanıyorum. Faruk Gürler’i darbenin planlayıcı ve cumhurbaşkanı olmak için ihtirası, Demirel’den kazık yemesi ve seçilememesiyle hatırlıyorum.

1971’in Eylülünde ortaokula başladım. Siyasetten gene çok uzağım. Büyükbabam eski bir pehlivan. Her gün Tercüman aldırtıyor bana. Onun derdi orta sayfadaki Murat Sertoğlu’nun arkası yarın türünden yazdığı Çolak Mümin Molla’nın güreş tefrikalarını bana okutmak, heyecanla adeta yaşayarak dinlemek; çangal, künde, kemane, ters kazık gibi güreş oyunlarına aşinalığım o günlerden. Benim zevkim ise arka sayfada; Brian Birch yönetiminde üst üste üç yıl şampiyon olacak olan Yasinli Muzafferli Mehmet Oğuzlu Uğurlu Galatasaray’ın futbol serüvenlerinde.

Tedhiş, yol kesme, adam kaçırma, banka soyma gibi suçların başında adı geçen biri var o günlerde, Deniz Gezmiş diye. O zaman terörist kavramı icat edilmemiş daha. Anarşist deniyor ona. Bir de komünist. Hatta halk söylemiyle ‘gomonis.’ Deniz Gezmiş’i hapisten ve idamdan kurtarmak için arkadaşları Mahir Çayan’ların İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırdıklarını hatırlıyorum. Ve öldürdüklerini. Türkiye günlerce çalkalanmıştı bununla. 6 Mayıs 1972 tarihli Yeni İstanbul gazetesinin manşeti takılmış fotoğraf olarak zihnime: ‘Gezmiş, İnan, Aslan İdam Edildiler.’ Ortaokul günlerimden hatırladığım bir söz daha vardı; köyümüzün hatibi (sadece Cuma günleri hutbe okuyup Cuma namazı kıldıran dini görevli) ve bu nedenle de lâkabı Hatipağa olan büyükbabam Raif Tuna’nın şu sözü: ‘Artık Milli Nizam Partiliyiz. Necmettin Erbakan Müslüman adam. Gün gelecek Türkiye’yi o yönetecek!..’

 

NECİP FAZIL, CEMİL MERİÇ, KARAKOÇ, PAKDİL OKUYAN MTTBLİ GENÇLERDİK

12 Eylül 1980’de yirmi yaşında bir üniversite öğrencisiydim. İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği ikinci sınıftan üçe geçen bir gençtim. Biz MTTBliydik. Önce İbrahim Ertiryaki, ardından da Suat Ateş’ti başkanımız. 1977 sonrasının ayrışmasında Büyük Doğu’cu gençliktik. Yani Necip Fazıl çizgisindeydik. Merhum Numan Yazıcı’nın öncülüğünde Abdullah Gül, Sami Güçlü, Yılmaz Güney, Ahmet Arıca, Harun Taşkın ve arkadaşlarının Havuzluçarşı’da açtığı İhvan Kitabevi’ne uğrayan, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil okuyan iyi niyetli gençlerdik.

Türkiye tarihinin en kötü günlerinden geçiyordu. Her gün İstanbul ve Ankara ağırlıklı olarak beş on üniversite öğrencisi katlediliyordu. Kamuoyunun tanıdığı önemli şahsiyetler gazeteciler bilim adamları suikastlere kurban gidiyordu. Sıkıyönetimden geçilmiyordu. Türkiye üç ana kampa bölünmüştü; Sosyalist gençlik, Ülkücü gençlik ve İslâmcı gençlik. Ekonomik kriz de cabasıydı.

O zaman finaller Haziran ve Eylül aylarında olurdu. Haziranda geçemediğimiz derslere Eylülde girerdik. 12 Eylül 1980 Cuma günü İktisat II sınavımız vardı. İktisat II hocamız ise doktorasını yeni bitirmiş olan ve beş gün önce dünya evine giren sınıfta hemen herkesin sevdiği Abdullah Gül adında bir hocamızdı. 

 

12 EYLÜL 1980: ‘KALKIN ÇOCUKLAR DEMİREL DEVRİLMİŞ’

Yaz tatili olduğundan Ozanlar Alaca Sokaktaki öğrenci evimde değil, Adapazarı’na yirmi üç km mesafedeki köyümdeydim. Finallere oradan gelip gidiyordum. İktisat II’ye hazırlanmıştım. 14.00’te sınava girecek, 16.00’da Gürsel Kaya ile buluşacak Maliyet Muhasebesi çalışacaktık. Dokuzda kalktım, Okçular’da baba evinde kömürlü ütü ile bir yandan pantolonumu ütülüyor, bir yandan da kısa dalgada Sofya Radyosu’na kulak veriyordum. Hasan Mutlucan kahramanlık türküleri söylüyordu; bir ülkede askeri darbe olmuş, öyle söylüyordu haberlerde spiker. Aklıma Pakistan ve Libya geldi. Zira Pakistan’da General Ziya-ül’Hak, Libya’da Albay Kaddafi iktidarda değil miydi. Demek gene bir Müslüman ülkede askerler darbe yapmış diye düşündüm. ‘Ne geri ne ilkel ülkeleriz biz; böyle Müslümanlık mı olur?’ diye hayıflandım. Biraz daha dikkat kesilince adeta kanımın donduğunu hissettim: ‘Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Meclis feshedilmiş, siyasi partiler kapatılmıştır. Netekim Anayasa da yürürlükten kaldırılmıştır.’ Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’di gevrek ve heyecanlı sesin sahibi. Amaninnnn; beşinci sınıf Müslüman ülkelerde sıkça duyduğumuz darbe artık bizim başımıza da gelmişti. Haberlere daha yakından kulak verince; sokağa çıkılamıyordu. Hayat durmuştu. Ozanlar kızı olan eşimden o sabahı şöyle dinleyecektim beş on sene sonra: ‘Biz uyuyorduk sabah sabah. Anneme ‘kalkın çocuklar, Demirel devrilmiş’ diye uyandırdı bizi.’

 

GENERALLERE GÖRE SUÇLU SİYASİLER VE HÜKÜMET, ÇÖZÜM ATATÜRK İLKELERİNDEYDİ

Boykottan anarşiden eğitim görülemeyen, sokaklarında her gün kan akan, her gün beş on üniversite öğrencisi katledilen, her gün kahvehanelerin tarandığı kurtarılmış mahallelerin oluştuğu, sağ-sol, Alevî - Sünnî çatışmalarının hüküm sürdüğü Türkiye’de 12 Eylül Perşembeyi Cumaya bağlayan gece sabaha karşı bütün Türkiye’de tanklar sokaklara çıkartılmış, her köşe başına bir manga eli silahlı asker yerleştirilmiş, kimse sokağa çıkartılmamıştı; sabah uyanan vatandaşlar, radyo ve televizyonda Kenan Evren’in gevrek kekeleyerek okuyan heyecanlı sesi ve bildirisi ile karşılaşmıştı. 27 Mayıs sadece DP İktidarına yapılmıştı. Bu kez askeri cunta ayırmıyordu: CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ve birçok milletvekili de tutuklanarak Zincirbozan’a tıkılmıştı. Darbeci generaller her gün bir ilde mitingler düzenliyor ve başları Kenan Evren halka hitap ediyordu. Dört nedenle darbe yaptıklarını söylüyorlardı: ‘Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaşılmıştı, siyasiler ve hükümet başarısız ve haindi, hükümet terörü önleyememişti ve ekonomik kriz büyük, enflasyon yüksekti.’      

 

KENAN EVREN: ‘BİR SAĞDAN ASIYORDUK BİR SOLDAN’

Evet, askeri darbe sonu ‘hayat durmuş’tu; artık huzur vardı. Halk memnundu. Babalar analar artık daha güvenle sokağa çıkabiliyor, çocuklarını artık daha güvenle okula gönderiyordu. Kahvehanelere dükkânlara, TRT’deki Seksenler dizisinde görüntülerde olduğuna benzer şekilde, bir kurtarıcı kahraman addedilerek cuntanın başı Orgeneral Kenan Evren’in fotoğrafları çerçeveletilip asılıyordu.

Biz öğrenciler de kıt aklımızla anarşinin durmasından memnunduk. Sağ ve soldan on binlerce yüzbinlerce insan tutuklanmış, birçoğu birkaç ay sonra salıverilmiş ama fişlenmişti. Yüzlerce genç idam edilmişti. Binlercesi de işkence görmüş yıllarca hapis yatmıştı. Cuntanın lideri Kenan Evren ‘bir sağdan asıyorduk, bir soldan. Asmayıp da besleyecek miydik?’ sözleriyle tarihe geçecekti.

DEMİREL’DEN BAŞKA KİMSENİN AKLINA GELMEYEN SORU:

11 EYLÜLDE AKAN KAN 12 EYLÜLDE NASIL DURDU?

Eski siyasilere beş ve on yıllık siyaset yasağı da gelmişti. 1982 Anayasası halkoyuna sunulmuş, yüzde 92 oyla kabul görmüştü. Bu arada dünyada eşi benzeri görülmemiş bir olguyla karşı karşıyaydık; anayasaya evet oyu verenler otomatik olarak Orgeneral Kenan Evren’i de Cumhurbaşkanı seçmiş sayılıyordu.

Ama darbe ile başbakanlıktan indirilen Süleyman Demirel şöyle soracaktı: ‘Benim anarşiyi önlemekle görevlendirdiğim zat (yani Genelkurmay Başkanı Kenan Evren), beni anarşiyi önlememekle suçluyor. 11 Eylülde 10 Eylülde 9 Eylülde 8 Eylülde akan kan, 12 Eylülde nasıl durdu? Kendisi 11 Eylülde Antalya Tapu Memuru muydu?’

Daha sonraki yıllarda Kenan Evren’in çok yakınındaki bir başka generalin şu sözü hafızalara kazınacaktı: ‘Yapacağımız darbenin olgunlaşmasını bekledik!’

Evet yıllar içerisinde yaşanan 8 darbe girişimine bakınca, sanki birbirlerine şöyle seslendiğini görmekteyiz: ‘Benim darbem senin darbeni döver; zira en güzel darbeyi ben yaptım kardeşim!..’

Sonsöz: Her türlü zorbalığa ve darbelere hayır; insanca olan her şeye evet.

1-27-mayis-1960-darbesi.jpg2-12mart1971.jpg3-deniz-gezmisin-idami.jpg4-12-eylul-1980.jpg

Bu yazı toplam 1209 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim