Hafif bir mizahla tatlandırılmış bu gerçekçi hikâyelerin -istisnalar hariç- hemen hepsinde İstanbul var; okurken kendinizi "çitlembik ağaçlı, kuytu bahçeli, mezarlıklı, mescitli sokaklar"da, cumbalı, tahtaboşlu ahşap evlerde ve saf İstanbullular arasında hissediyorsunuz.
Birkaç ay önce üzerinde çalıştığım bir konuda ihtiyaç hissedince, ilk defa 1970'lerde okuduğum, daha sonra gerektikçe gözden geçirdiğim Fahri Celâl'leri kütüphanemde bulamadım; sanki sırra kadem basmışlardı. Birilerine mi verdim, bağış yaptığım kütüphanelere mi gitti, bilmiyorum. Her neyse, yeniden peşlerine düştüm. Sağ olsun, tam bir kitap kurdu ve eski kitap dedektifi olan dostum Yusuf Çağlar, önceki gün üçünü bulup getirdi: Rüzgâr, Çanakkale'deki Keloğlan ve Bütün Hikâyeler...
1955 yılında yayımlanan ve Fahri Celâl'in çeşitli yazılarıyla birkaç hikâyesinden oluşan Rüzgâr'ı bilirdim, fakat hiç ele geçirememiştim. Hemen oturup okumaya başladığım bu kitaptaki yazılardan birini sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul Belediyesi'nce 1950-1953 yılları arasında gerçekleştirilen imar faaliyetlerinin tanıtıldığı albüm hakkında yazılmış, "İstanbul Albümü" başlıklı bir yazı bu. Şöyle başlıyor:
"Galiba çok hayırlı bir yol alışla İstanbul betonlaşıyor! Belediyenin açtığı bir caddenin yahut bir sokağın etrafında hemen apartmanlar, evler yükseliveriyor, hepsi de betonarme... Elbette, tahta apartman da olacak değil ya... Fakat çimentonun, henüz bir asaletsizliği var. Resmini yapsan olmuyor, fotoğrafını çeksen olmuyor, yani hoş olmuyor demek istiyorum. Hâlbuki tahta evlerin, aşı boyalısının bile, ressam Ali Rıza Bey'in fırçasından çıkma bir hâli var. Eğri büğrü sokakların, havagazı fenerlerinin, yüksek, perişan bahçe duvarlarının meydana getirdiği o eski İstanbul'dan pek yakında eser bile kalmayacak. Ondan sonra Taksim'deki Talimhane Meydanı'ndaki şık apartmanların neresinin resmini yapmağa değer tarafı vardır, hangi bir köşe başını döndükten sonra bir olmayacak şeylerle bizi karşı karşıya bırakacak? Artık çitlembik ağaçlı kuytu bahçeli, mezarlıklı, mescitli sokaklar kalmadı."
Fahri Celâl, Kandilli'deki Kont Ostrorog Yalısı'nın kontun oğlu tarafından yanındaki kübik yalılara meydan okurcasına yine aşı boyalı tamir ettirildiğini, yani bir yabancının kültür mirasımıza karşı bizden vefakâr çıktığını hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyor:
"Yeni İstanbul, 1954'te de tahta olarak yenileşecek değildi ya... Evet, fakat yeni İstanbul'un sokakları, caddeleri baştan başa ağaçlı, ağaçlıklı, çınarlı, çitlembikli, akar çeşmeli doğması lâzımdı. Topkapı semtinden Beyoğlu tarafına bakarsanız içinizi sıkıntı basacaktır, soğuk soğuk beton apartmanların çiy çiy renklerini görerek... Hâlbuki ağaçlar dikilseydi, adım başına kuruyan çeşmelerde sular akıtılsaydı, türbeler tamir edilse, mezarlıklar satılmasaydı (...) Yarınki İstanbul'a gelecek seyyahların arayacakları şey apartmanları görmek için olmayacak, kendine mahsus havasını, rengini, evini, köşesini muhafaza etmeği bilen bir İstanbul olacaktır."
Daha sonra kendi bakış açısından İstanbul'un tarihî kimliğini nasıl koruyabileceğimizi anlatan Fahri Celâl'in kehaneti doğru çıkmıştır. 1911'de İstanbul'a gelen ünlü şehirci mimar Le Corbusier, not defterine, New York'un bir cehennem, İstanbul'un bir dünya cenneti olduğunu yazmıştı. Bugün İstanbul bir cehennemdir! Nerede Hoca Ali Rıza'nın resimlerinde gülümseyen pitoresk İstanbul, nerede Yahya Kemal'in "Aziz İstanbul"u, nerede Necip Fâzıl'ın "Cânım İstanbul"u?
Evliya Çelebi merhum mezarından kalkıp gelseydi, İstanbulcuğu hakkında herhâlde tek cümle yazardı: "Şuurun ihtilâli tecennün raddesinde!"
Not. 1: Bu yazıyı bir 'çevre' yazısı olarak kabul edebilirsiniz. Malum, Çevre Koruma Haftası'ndayız.
Not. 2: Fahri Celâl Göktulga hakkında Muhtar Tevfikoğlu'nun Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları arasında 1993 yılında çıkmış güzel bir biyografisi vardır. Bu vesileyle, 3 Haziran 1975'te kaybettiğimiz Fahri Celâl'i ve onun gibi sadece bir tabip değil, aynı zamanda iyi bir hikâyeci ve değerli bir araştırmacı olduğu halde dört yıl önce vefat ettiğini yeni öğrendiğimiz Muhtar Tevfikoğlu'nu rahmetle anıyorum.
9 Haziran 2011 Zaman Gaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.