• İstanbul 22 °C
  • Ankara 27 °C

Bir Manifesto: Şehir Araştırmaları Merkezi Şehir Tanıtımı

M. Ali ABAKAY

Bir Manifesto: Şehir Araştırmaları Merkezi Şehir Tanıtımı  Festival-Fuar Kumdan Kale Yapma ve Sonuç

1-Şehir Araştırmaları Merkezi 

Her şehir insanı, kendi şehri hakkında bilinmesi gereken konularda bilgi sahibi olmalıdır. Şehirde yaşayan yerli de olsa yabancı da olsa, bulunduğu şehirle ilgili ilk kaynaklardan bilgi edinmeli, kendisine her an sorulabilir konularda muhatabını ikna etmelidir, merakını gidermeli, yaşadığı şehrin sembolleri arasında bulunan tarihî yapıları, mimarî hususları, edebî alanda ön plândaki isimlerle inanç ekseninde şehrin özelliklerini aktarabilmelidir.

Yaşlılar, aksakallılar çocuklarına, torunlarına bu konularda büyüklerinden duyduklarını, çocukluk günlerindeki hatıralarıyla anlatır, sözlü edebiyattan yararlanır, kimi kaynaklardan faydalanırdı.

Şehirde yaşayanın bulunduğu mekânlara ait bilgileri bununla beraber kalmaz, şehre gelmeden önce bulundukları ilçeyi ya da köyü, ayrıntılarıyla açıklar, yedi babalarını çocuklarına, torunlarına anlatır, soy olarak nereden geldiklerini sıralar, bunu kayıtlı bilgilerden aktarmaya dikkât ederdi.

Yaşlılarımızın, aksakallılarımızın, güngörmüşlerimizin aramızdan zaman içinde azalmasıyla birlikte doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız şehre, ilçeye, köye dair bilgiler, zaman içinde değerini kaybetmeye başladı. Bu bilgilerin azalmasıyla birlikte akrabalar arasında bağlar zayıfladı, yakınlaşmalar uzaklaşmaya dönüştü.

Dün, herkes nereden geldiğini biliyordu, yollar uzak iken, haberleşme imkânları sınırlı iken. Ulaşım ve haberleşme imkânları arttıkça olması gerekenler ivme kazanması gerekirken, bu hantallık ve geçmişle bağların kopması ne anlama gelir?

Şehirlere yığılan ve çoğu ekonomik sıkıntılar sebebiyle farklı iş kollarında çalışanlar, doğdukları, büyüdükleri yerlerle bağlarını koparmasa bile şehrin, ilçesini, köyünü görmeyi bayramlara taziyelere, yıllık izin günleriyle sınırlandırmıştır.

İnsanın şehir hayatında ihtiyaçlarını karşılamasının güçlüğü yanında kimi ihtiyaç olmadığı halde gereksiz harcamaları, evin idaresinde geçim sıkıntılarının artmasına zemin hazırlamıştır. Şehirde daha rahat yaşama merakı, ilçeyle köy irtibatını koparmamıştır. Özellikle şehirden şehre olan göçler, bu irtibatı olumsuz yönde etkilemiştir.

Bizim her şehirde bir Şehir Araştırmaları Merkezi açılması gerekliliği üzerinde durmamız, şehirlerin kimliğini muhafaza ve devamında yarına bugünden şehre ait birçok değeri, kıymeti miras bırakma, dünle bu gün arasında köprü olarak yarına sağlıklı bilgileri ulaştırma amaçlıdır.

Ne yazık ki okumayan, geçmişini merak etmeyen, bunu sorgulamayan günümüz kuşağının içine düştüğü açmazlardan sorumluyuz, tarihte bu mükellef olduğumuz sorumluluğu yerine getirmediğimiz zaman suçumuzu kabul etmemiz, bizi yargılamaktan alıkoyamaz. Yarını yaşayacak olanlar, dünü bilmezse, geçmişle olan bağlarını kopartır, nereden geldiğini bilmezliğin sancısını duyacaktır.

Şehirlerin her türlü tahribata açık ve gün geçtikçe kimliğini kaybettiğini gözlemlediğimiz günümüzde musıkî, mimarî, edebî, tarihî değerler gittikçe folklorik unsur haline gelmekte, inanç  gençler arasında ritule dönüşmekte, sekuler yaşantı çerçevesinde herkes kendi hayatını yaşamakta, toplumu toplum kılan her şey, bilinmediği söylenen ellerle tahrip edilmekte, teknolojik esaretin görünmez zincirleriyle sarıp sarmalanan insan, daha rahat yaşamak için çok kazanmaya ve daha fazla tüketmeye memur köle konumuna dönüştürülmektedir.

Şehirler tüketimin merkezi, peşin alışverişin yeri, her şeyin bulunmasına özen gösteren Alışveriş Merkezleriyle donatılırken, esnafın gün geçtikçe kan kaybettiği ortamda insan, bulunduğu mahalleden kendisini çekip şehir içinde korunaklı sitelere hapsetmekte, işi sonrası fildişi kulesine çekilmektedir.

Dün zenginle orta halli ve fakir insanın ekmek aldığı fırın, et aldığı kasap, çocuklarının gittiği okul, ibadet ettikleri mekân, oturdukları mahalle, bulundukları sokak aynı iken, günümüzde insanlar arasındaki gelir farklılığı, iki kesim arasında uçurumlar oluşturmuştur.

Dün, giyimde ve kuşamda farklılık asgarî düzeyde iken, makas açılmış, kimisi marka elbiselerle kimisi ikinci el giyim malzemesi ile ayrımı belirginleştirmiştir.

Dün, mahallede taziyesi olan eve, herkes gelirken, günümüzde sitelere yerleşenler bu taziyelerden haberdar değildir.

Dün, bayramlarda herkes birbirine uğrarken, kendi akrabalarını, eşini, dostunu, komşusunu ziyaret ederken, şimdi korunaklı, güvenliği had safhada olan sitelerde olanlar, doğdukları ve büyüdükleri mahallelere uğramaz olmuştur.

Dün, evine götüreceği eşya için akşam vaktini seçenler, bu gün ellerindeki poşetlere bırakıp göstere göstere eve gitmektedir. “Başkası alamayabilir.” Düşüncesiyle çocuğuna istediği elbiseyi almayan varken, istediği yemeği pişirmeyen bulunurken, kaîde şuydu: ”Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Şehir araştırmalarımızı yaparken aksakallı bir büyüğümüz, “ Evladım, canımız et isterse büyük bir hayvanı keserdik, etrafımızda hemen herkese payına düşeni verirdik. Kalanı ihtiyacımız için kullanırdık. Evimizden et kokusunun dışarıya çıkması ayıp idi. Ramazan’da, bayramda bir şey aldık mı, etrafımızda ihtiyaç sahibi olanlar faydalanırdı. İç içe bir âile olarak yaşardık, ayrımız-gayrımız olmazdı. Günümüzde tok olan tokluğun sarhoşluğunda, üç katı çıkmamak için asansör beklerken, fakir olan açlığını açlıkla nasıl bastırsın? Okulumuz, kahvemiz, kasabımız, bakkalımız, sokağımız, mahallemiz aynıydı, çocuklarımız bir arada yaşardı. Zenginin çocuğu en çok farklı olmayan pahalı elbise elbise giyer, papucu beş lira fazla kıymette olurdu. Şimdi fakir ve zengin arasında olan uçurum, gittikçe artıyor ve ülkeyi felakete sürüklüyor. Saygı, sevgi, merhamet kalmadı, yardımlaşma bitirildi, herkes televizyonlardaki reklâmın, filmlerin yaşantısına özenir oldu. Zengini bunu yapabilirken zorlanıyor. Fakiri, bu yaşantıya özenirken harcamalar için yasadışı yollara imrenir oldu. “ derken, bizim bugüne kadar yazdıklarımızın özetini sunmuyor mu?

Şehirlerde Şehir Araştırmaları Merkezi yerine konulamaz, müzeler. Müzeler, tarihte kalana işaret etmektedir. Yüzlerce yıldan binlerce yıla geçmişin yolculuğuna çıkma, buluntulardan yola çıkılarak geçmişe dair fikir üretme merkezleridir.

Şehir Araştırmaları Merkezi, hayatın içinden, hayata dair çok şeyin sorgulandığı, halkın değerlerine dair bilgi edindiği, yazılı-sesli-görsel malzeme yanında yemeğinden içeceğine, elbisesinden ayakkabısına, oturup kalmasına varıncaya kadar her şeyinin dünle bu gün arasında yer aldığı merkezdir.

Şehir Araştırmaları Merkezi, sıradan bir kütüphane değildir. O şehirle ilgili yazılı olan kitabın, gazetenin, derginin yanında fotoğrafın, bilginin, vesikaların yer aldığı mekândır.

Şehir Araştırmaları Merkezi, derdi olanın derdiyle insanın ilgilendiği yerdir, sohbetin koyulaştığı mekândır.

Şehir Araştırmaları Merkezi, şehir insanının ihtiyaç duyduğu her şeyin bilindiği ve yetkililerle yardımseverlerin insanın daha rahat yaşaması için her tedbirin alındığı yerdir.

İşsize işin, aç olana aşın, evsize evin sağlandığı, hastaya dermanın sunulduğu, ruha terbiyenin aşılandığı, insanlığa merhametin gösterildiği, zalime zulmünün karşılıksız kalmadığının hatırlatıldığı, tarihin, edebiyatın, sanatın, inancın hayatta yer aldığı yerin ve öneminin daima hatırlatıldığı, nebevî mekândır.

Şehir Araştırmaları Merkezi, ülke genelinde her şehirde kurulması gereken merkezdir. Bu merkezde düşündüğümüz bize uygun yer, yazılı-sesli-görsel malzemeye hâkim oluşumuz sebebiyle üç-dört yüz metrekarelik alandır. Bu merkezin sineması da olmalı, matbaası olmalı, doktoru olmalı, aşhanesi olmalı, vakfı kurulmalı, devletten bir şey istenmemeli, insanlığa kendisini adamış olan dernek adresi olmalı, çocuklara eğitimde ve öğretimde basamak olmalıdır.

Bizce her şehirde böylesi bir merkez hayali, en az elli kişinin çalıştığı, günde binlerce kişiye hizmet sunan, hayatı kuşatıcı olmalıdır.

Bu merkezin devamlılığı için hayırseverlerin bağışları eksik kalmamalı.

Şehir Araştırmaları Merkezi’nin üzümü bağından, buğdayı tarlasından, sebzesi bahçesinden, meyvesi ağacından gelmelidir.

Bizim düşündüğümüz, mekân binlerce metrekaredir, maketi üç-yüz dört yüz metrekare.

Her gün yüzlerce yoksulu doyuran, onlarca hastaya şifa veren, yaşlılara kol-kanat geren merkez, öğrencisine okul, esnafına bilgi, çocuğuna ilm û irfan, yabancısına edep sunan,  aynı zaman içinde kültürün ve sanatın icrasında ön plânda olduğu varlığımızın diriliş merkezidir.

Bizim Şehir Araştırmaları Merkezi’nden anladığımız bu ve yüklediğimiz mana bu.

İnsan hayalle yaşar, hayallerle istenene ulaşır.

Biz, geçmişte kalan ve yaşanabilir hale getirilen birçok merkez gördük, tarihte. Başkasının vakıf dediği, bizim “Şehir Araştırmaları Merkezi” dediğimiz, medeniyetin yeniden inşâ ve ihya hareketinin ömrümüz yettiğince gerçekleştirilmesi için çalışılacaktır. 

 

 

 

2-Şehir Tanıtımı

Şehirlerle ilgili çoğu zaman toplantıların yapıldığından çok sonra haberdar oluruz. Bir şehir için araştırmaları bulunan, kitaplaşan isimleri, çağrılı olan zevat listesinde aramanın beyhude uğraş haline geldiğini söylemeye gerek yoktur.

Yazarların ve şairlerin ve de araştırmacıların çağrılmadığı bu tarz toplantılarda gedikli olan kurumlarla kimi otel sahipleri, birkaç dernek başkanı şehri tanıtma, turizmi geliştirme hakkında tartışır, durur. Ellerinin altında çağrılmayan isimlerin kitapları dahi yoktur. Her sene yenilenen istatistiklerle kurumlardan gelen birkaç sayfalık raporlar önemlidir.

Kimin ne kadar teşvik aldığı, alacağı, hangi yapıların restorasyon, işlemi olduğu, hangi alanlarda ihalelerin açılacağı karara bağlanır. Turist sayısındaki med-cezirler ele alınır. Birkaç acenta sahibi konuşur, sorular cevabını bulur.

Yıl içinde gidilecek festivallerle fuarlar masaya yatırılır. Kimin gittiği belli olan bu etkinliklerde yapılacak posterler-afişler birisine görev olarak verilir. Komisyonlar seçilir. Aslında altı-yedi kişiden oluşan toplam masada komisyonlarda görevli sayısı bazen elli kişiye çıkar. Yurt dışı geziler olunca bu sayıya eş-dost dâhil edilir.

Bu toplantılarda konaklama, iâşe, ulaşım bedeli için bütçeler ihdas edilir. Oda başkanlarına yapacakları katkı belirlenir. Büyük kurumlar sponsorlukla görevlidir. Bu sponsorlar, daha çok büyük ihaleler alan firmalardır. Toplantının ev sahibi, şehri tanıtma adına kendi payını belirler.

Tanıtımda şehrin maketlerine karar verilir. Her yer bilgisayar marifetine dayanan görsellerle kaplatılacaktır. Şehrin adıyla özdeşleşmiş ikramlar eksik olmayacaktır. Küçük-minik torbacıklara koyulu ikramlar, sayılı olarak kayda alınır.

Şehrin peyniri, çökeleği, pastası, karpuzu, kavunu, kebabı, yoğurdu, ayranı kısacası nesi meşhur biliniyorsa listelenir.

Gelene gidene vermek üzere il haritaları ve birkaç broşür örneği hazırlanması istenir. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden şehrin gezi rehberi kısaltılmış tarzda minimize hale getirilir. İki-üç formalık bazen avuç içi kitaplara dönüşen rehberler, şanına uygun şekilde iki dilli hazırlanır.

Bu yetmez olacak ki bir-iki yüz CD Belgesel el altında bulundurulur. Daha önce yayınlanmış kaynak eserler, birisine zimmet edilir, dönüşte teslim edilmek üzere.

Derken bir şehrin tanıtımı sağlanmış olur, bu senaryo her etkinlik için kalıplaşır. Gelene kolonya ve şeker ikramı eksik edilmez. Şehrin fotoğrafları ve kurum yetkililerin tebessüm eden fotoğraflarının bulunduğu dergiler, bir tükenmez kalem, yirmi sayfalık bloknot, bir belgesel CD, şehir etkinliği için hazırlanmış süslü püslü poşet çanta içinde sunulur.

Kurumların, kuruluşların davul zurna ya da kemençe-tulum eşliğinde oynadıkları halk oyunları ile şehrin adeta yeniden fethi gerçekleştirilir.

Stand, bir memura veya görevliye emanet edilir. Komisyon üyeleri, şehirde dolaşmadık yer bırakmaz, yemeklerini yer, gezer, akşamleyin yıldızı az olmayan konaklama yerlerinde istirahate çekilir.

Son günün akşamı, yapılan dekor, harcama, masraf, ortaya çıkarılan sunta-suntalam-strafor maket, paramparça edilir. Fotoğraflarda tatlı görüntüleri şehri simgeler. Kalan malzemeler, birkaç koliye hapsedilir veya bir koliye bırakılan malzemenin gereksiz kısmı orada bırakılır.

Yerel basında o şehrin standı, en çok ilgi gören stand olarak lanse edilir. Bu işte mahîr olan kimi yöneticiler, her an teknolojik yenilikler sebebiyle fotoğraf yollar. Birkaç yerel televizyon haberi sonrası, arşivlenen başarı dosyaya hapsedilir, yen. Ufuklara yelken açıncaya kadar.

Yeni bir etkinlikte artık gidip gelmekten sıkılanlar için değişim esastır. Görevlilerden birkaçı şehir tanıtım görevini arkadaşlarına devreder; eski tas eski hamam!..

Şehri hakkıyla tanıttıklarına kendi kendilerini inandırmak için sonuç ve değerlendirme toplantıları yapanlar, ellerinde bir fotoğraf albümünü ve ziyaretçi sayısını esas alır, dağıttıkları promosyonlarla ziyaret ettikleri stantları şahit gösterir.

Bu etkinlikte bütçe açık vermişse şehrin tanıtımının gerekliliği için sonraki etkinlik düşünülür. Kimse şehre kaç turistin geldiğini sorgulamaz, “Kaç yerli kaç yabancı?”  denilmez. Amaç hasıl olmuştur, iş bağlantıları yapılmıştır.      

Şehir tanıtımını esas alan eserlere bakıldığında son dönemde gezi-seyahat konulu eserlerin yoğunlukta olduğu görülür. Bu eserlerin kişi gözüyle gezilen, dolaşılan mekân ağırlıklı, çoğu tarih ve inanç değerlerinden yoksun olduğu, halktan kopuk, birkaç kitabın kaynaklık ettiği, yemekler ve içeceklerle konaklanacak oteller eksenli yazıldığı belirgindir.

Şehir Araştırmaları Merkezi’ne hiçbir ayrım yapmadan, kaleme alınan, ulaşabildiğimiz eserleri alırken, şehir tanıtımlarının özünde eski tatların olmadığını, her şeyin turizm üzerine kurgulandığını görmekteyiz.

Birçok tarihî eserin yıkıntı halinin gözden kaçmadığı fotoğraflarda, gezilip dolaşılan yerlerin ön plâna alındığını, bu yerlere uğrarken yapılması ve alınması ve dahi görülmesi gereken kimi noktalar üzerinde durulur. Belki o şehrin, beldenin, köyün ekonomik kalkınması olarak görülecek uyarıları, ”Bunları Yapmadan Dönme” adı altında görürken, turizm yoluyla şehirlerin tanıtımına ve ekonomik alanda katkı sunmaya çalışanların kimi bilgi yanlışlıklarının farkında olmadan, ne çamlar devirdiklerini bilmezler.

Ramazan Ayı’nda beyaz şaraplı yemek tarifi veren aşçı misali, anlattıkları yerlere dair açıklamalar yapanlar, kendi çevrelerinin beyazlığını aks ettirdikleri sayfalarda o şehri, beldeyi, köyü tanıtma amaçlı mı yoksa ön algı mı oluşturdukları konusunda bir şey diyemiyoruz.

Yabancı ülkelerin ve şehirlerin tanıtımında, o ülkelerin ya da şehirlerin yaşam tarzı farklı olduğu için, belki nerede ne yeneceği ve nelerin içileceği esastır. Elbette bu bölüm, çalışmada, makalede yer almalıdır. Bizim kendi ülkemizde nerede ne yenileceği yer alır da ne içileceğine karar verme hakkına ülkede yaşayan yazarın hakkı olmamalıdır, yabancı olsa hoş görülebilir.

Şehirlerle ilgili bu tarz açılımı biraz daha aralayalım, yapılan yanlışlıkları hatırlatarak.

Şehirlerde ve ilçelerde birçok ibadethaneye “Kilise” ve        “Havra” deme, adeta o yerleri daha itibarlı kılar gibi tutum içinde olanlar, bu camilerle alıp veremedikleri vardır ki Selçuklu-Osmanlı Yapılarına “Kilise” ve “Havra” demeyi adet edinmiştir.

Kendilerinden başka gezgin veya seyyah olmadığını var sayanların eksik bilgileri ve çevredeki kendilerine anlatılanlarla bir araya gelince, yazdıkları tahammül edilemez yanlışlıklarla devam eder, bu yalan-yanlış bilgiler, yazılan kitaplarda gerçeğe dönüşen, kaynak olarak kullanılan bilgilere dönüşür.

Hele yetkililerin UNESCO’nun çatısına almak istedikleri somut ve soyut kültürel miraslarda tam bir komedi yaşanır. Sanki UNESCO’da somut olmayan kültürel miras şemsiyesine bir şey katmışlarsa o kültür yaşatılacak, değer korunacaktır. Mardin’deki telkârînin kaderi ne olacak? Hem Mardin Kalesi hem Diyarbakır Kalesi’nin durumu ortada iken, kuyumculuktaki motiflerin kaybolmasına ağıt düzmenin manası nedir? Kapı ortadan kalkarken biz kapının şakşağı-tokmağı için üzülürüz. Nasıl ses çıkardığına, ne güzellikte işlendiğine dair methiyeler dizeriz…

UNESCO’nun bağlı olduğu kurum, somut olmayanı bırakın somut olan değerlerin nasıl tahrip edildiğini bilmiyor mu? Bağdat, Musul, Şam, Halep, Kudüs olmak üzere coğrafyamızın birçok şehri kimin eliyle ortadan kaldırıldı, tarûmar edildi, insanı nana muhtaç hale getirildi?

 

3-Medeniyet Tuzağı 

Hemen hemen birçok şehir kitabında, ele alınan şehirler, “Medeniyetler Merkezi” olarak gösterilir, ilçeler dahi bundan nasibini alır. Medeniyet’in tarifinden habersiz olanların yazdıkları kimi eserlerin çoğu yerel yönetimlerle kamu kurumlarının yayınları arasından çıkar.

1937 Senesinde kurulan bir ilçenin 1515 Yılında Osmanlı, Öncesinde Selçuklu Toprakları’na katıldığını ifade ne derecede güvenilirdir?

Şehir konulu araştırmalarımızın ilk yıllarında Diyarbakır, “26 Medeniyetin Geçtiği Şehir” olarak tanıtılmaktaydı, dergilerde ve kitaplarda. 1990’lı yıllardan günümüze bu sayı 33/34 olarak belirtilir oldu. Medeniyeti beylik ya da devlet egemenliği sanmanın vatandaş için söylenecek, eleştirilecek yönü olmasa bile, yazan-çizen, akademisyen olan için bu üzücü ifadenin yenilip yutulacak bir herze olmadığını söylemek şık olur mu?

Bir şehir, bir devletin egemenliği altına birkaç sene, beş-on yıl geçmişse, o devletin medeniyete mensubiyeti ile ilişkilendirilmesi ne derecede doğrudur? Beylik olarak beş-on-yirmi sene şehri elinde bulunduran yönetim erkini, kalkıp medeniyet olarak tarihe mal etme, yüz kızartıcı akademisyenlik, tarihe karşı yüz kızartıcı durum değil de nedir?

Aynı milletten farklı saltanat sahiplerinin o şehirde kurmuş oldukları egemenlikleri birer medeniyet olarak takdim etme, hangi akla-mantığa uygunluk arz eder?

Osmanlı-Selçuklu-Artuklu-Karakoyunlu-Akkoyunlu-Safevî, aynı milletten oluşmuyor mu? Bunu kalkıp “Türk Medeniyeti”  şeklinde belirtme, o milleti küçümseme midir?

Bir beylikten devlete, devletten imparatorluğa varan Osmanlı için “Osmanlı Medeniyeti” demek bile eleştiri konusu olacakken, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda doğru yerine yanlışta ısrar edenler, Abbasî ve Emevî Saltanatı’na nasıl medeniyet diyerek, özünde Arap olan egemenliğini iki sayısına çıkartır? Bir şehre egemen olan devlet, erki elinde tutan değiştiği zaman farklı bir devlete dönüşmezken Abbasî ve Emevî Medeniyeti, neye yorumlanabilir?

Diyarbakır’da egemen olan Abbasî ve Emevî Saltanatı’nı medeniyet olarak görenler, İstanbul’da sık sık görülen imparator sülalesinin, Doğu Roma ya da Bizans adını değiştirdiğini görene rastlamak mümkün müdür?

Maraş’ta genelde kaîm olan Zûlkadiroğlu Beyliği, devlete geçerken medeniyet iddiası ile kitaplara girebilir mi? İsterseniz bunu Karamanoğulları’na uyarlayın isterseniz Candaroğulları’na ya da Karesî Beyliği’ne?

Kalkıp Pers’i, Fars’ı, Sasanî’yi farklı görenler, İran için ne diyebilir? Bizde aynı milletten dört farklı devlet çıkaran İran’a dört medeniyete sahip olma payesini hediye edenler, Şehnâme’yi iki yaprak bile okumuş mudur? Sanmıyoruz!..

Haydi milletlerden farklı farklı medeniyetler inşâ edenler, medeniyet olma halinin inançla bağını sorgulamış mıdır? İnanca soğuk olan çok okumuş taife, bunu ırka tevdiî etsin; Türkî, Arabî, İranî, …

Abbasî, Emevî, Osmanlı, Selçuklu, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevî, Mervanî, Eyyubî, ve diğer birçok tarihte kalan devlet, Müslüman ise “İslâm Medeniyeti” denilse güç müdür? 

Bu Roma, Selevkus, Pontus, Bizans ve diğerleri için geçerlidir, Süryanî, Ermenî, Asurî, Keldanî ve diğer unsurlar dahil; Hristiyan. Belki Ermenî, Süryanî, Asurî kendisini ayrı millet olarak belirtir, bu hakkı ortadan kaldırmayalım.

Görünen o ki eli kalem tuttuğunu zanneden kimisi, bu yanlışlıkları dilden dile aktara aktara, yaza yaza Diyarbakır’da 33 Medeniyet’in varlığını 3’e indirgeyen bizi, hala eleştirir, durur.

Biz, şehirdeki medeniyeti, Mezopotamya Uygarlığı, Roma Uygarlığı ve İslâm Medeniyeti şeklinde belirtmiştik, kitaplarımızda. İnançtan yola çıkmayı istemeyen için Arap, Acem, Türk, Kürd, Süryanî, ve diğer millet isimlerine yer vermiştik.

Mezopotamya Uygarlığı’nda Elam, Akad, Babil, Asur olmak üzere onu aşkın egemenliği ortak paydada buluşturarak, aynı coğrafyada egemenlik kuranların farklı bir medeniyet sunmadığını, ortak uygarlığa sahip olduklarına işaret etmiştik, onlarca egemenliğin kurulduğu ve iç içe yaşamasıyla ortaya çıkan Akdeniz Uygarlığı gibi. 

Medeniyetten ne anlaşılacağını bilmemem, bazen küçük bir ilçeyi, Medeniyetlerin Kavşağı olarak görür, bazen küçük bir kenti Anadolu Medeniyetinin Kapısı şekline dönüştürür, bazen bir şehri medeniyetin dışa açılan penceresine devşirir.

Durup düşünmek lazım, elbette. Anadolu, bir medeniyet harmanı iken, kalkıp bir şehirden 33 medeniyetin geçit töreninden bahsetmek mümkün mü?

O zaman Mısır, Hindistan gibi ülkelerde kaç medeniyet gelip geçmiştir?

4-Festivaller-Fuarlar

Şehirlerin gittikçe yoğun göç alması, aynı şehirden gelenlerin merkezî şehirde bölük pörçük yaşamı, kendilerinin birbirini tanımasını, önceki şehirden taşıdıklarını yaşamaya zorlar, birbirine kenetlemeyi zorunlu kılar. Genelde aynı mahallelerde gruplar ortaya çıkartan hemşehrîlik bağı, hemşehrileri festivallerde ve fuarlarda bir araya getirir.

Nüfusu, devletlerin kimisinden fazla olan İstanbul’da Hamsi Festivali, Karadenizlileri bir araya getirir. Sivaslıların İstanbul’da en çok olduğu göz önünde bulundurulduğunda yapılacak bir fuar, Sivaslı olanı Su Şehriyle beraber bütünleştirir.

Festivallerde halk oyunları, müzik-eğlence hemşehrîleri aynı duygular içinde toparlar. V Belediyelerin sıklıkla düzenlediği festivallerle fuarlar, son zamanlarda meslek gruplarının tüketimi hedefleyen merkezinde yer alır.

Bu festivaller müzik, dans, yemek, sembol meyveler-sebzelere dönüşürken kitap, mobilya, elektronik ürünler de fuarları oluşturur. Kiraz, Lahana, Hamsi olmak üzere yerel motifler taşıyan festivallerde halkın kenetlenmesi, gönüllüğü söz konusu iken ticarî özelliklerin baskın olduğu fuarlarda kişinin serbestiyeti etkendir. 

Festivallerin halkın geleneğine, göreneğine, örfüne, âdetine, inancına, tarihine, kültürel değerlerine uygunluğunun esas olması gerekirken, günümüzde ideolojik gölgelerin sindiği festivallerin adlarına bakıldığında bira festivalini de görürsünüz sarımsak festivaline de tanıklık edersiniz. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde yaygınlaşan, farklı şehirlere mekân seçilen alanlarda yapılan şehir günleri, festivallere dönüşür. Şehirlilerin kendi memleketlerinden esintiler taşıyan Feshane, AKM gibi alanlarda birliktelikleri önemlidir.  

Hakkarilinin giyimi ve kuşamı farklıdır, Artvinlinin değişik,  Aydınlının ayrıdır.

Fuarlarda belli bir amaçta buluşmak esas olduğu için herkese açık özelliğe sahiptir. Aynı şehirde olmanın verdiği duygu, bazen kitap fuarlarında bir araya gelmeyi kolaylaştırır. Hemşehrî olan bir yazarın ya da şairin imza günü, buna vesile olur, bilinir.

Bu festivallerde özellikle yemek festivallerinde şehirlerin bölge yemeklerini kendilerine mal etme anlayışları, kimi zaman şehirler arasında gerginliklere sebebiyet vermektedir. Ekonomik olarak birçok yerel gıda-ürün, giysi, eşya bu festivallerde aynı şehirlerden gelenlere hitap eder. Erzurumlu Cağ Kebabı’nı, Kadayıf Dolması’nı, Silifkeli Yoğurdu, Antepli Baklavasını ve fıstığını, Urfalı Çiğköftesini ve mırrasını, Diyarbakırlı Kadayıfını, Sumaklı Meftunesini, yemek açısından paylaşır.

Urfa’nın ciğere sahiplenmesi Diyarbakır’la çiğköfteye sahip çıkması Adıyaman’la gerginlik oluşturmuştur. Siirt ve Bitlis arasında Büryan tartışması henüz çözümlenmiş değildir. Urfa’nın mırra ile Mardin arasında sürtüşmeye girmesi mukadderdir. Niçin, Urfa? 

Şehirler, patent alma ve şehrine mal edilen ürünlerle ekonomi pastasından, turizmden daha fazla pay almayı hedeflemektedir. Siirt’te yetişen fıstığın rekoltesi Antep’ten fazladır. Fıstık, daha çok Antep olarak bilinir. Hazreti İbrahim ile Hazreti Eyyub, Urfa’da yaşayıp yaşamadıkları bilinmezken Balıklıgöl ve Eyyub Kuyusu, Urfa’nın simgesine dönüşmüştür. Çayda Çıra Oyunu, Diyarbakır merkezli iken Elazığ’da halkoyunundan tiyatroya, kahveden lokantaya, caddeden mahalleye kadar isim olmuştur. Belki okur, belirttiğimizde mübalağa görür. Belirttiğimiz hususlar, herkesçe kabul edilen sembollerdir.    

Festivallerin kiminde yemekler bölge özelliklerini taşıdığı göz önünde bulundurulmalıdır; hamsi’nin ve fındığın Karadeniz’e, İçli Köfte’yle Çiğköfte’nin Güneydoğu’ya Patatesli yemeklerin İç Anadolu’ya ait olma hali gibi.

Misalen inanç yönünde Urfa’nın Peygamberler Diyarı bilinmesi, Peygamberlere ait kabirlerden eser taşımaması karşısında yaşananların sadece folklorik olduğunu gösterir. Diyarbakır’da mevcut kabirlerle makamlar, sahabe mezarları Urfa’nın önündedir.

5-Kumdan Kaleler Yapma

Kapitalist kâr anlayışının yaşantıya aks eden görüntüsü, insanı yalnızlaştırma, bu yalnızlaştırma içinde ihtiyaç duyduğu her şeyi kazanma adına bir bütünlük içinde alış veriş merkezilerinde sunma, spor-müzik-eğlence sektörünü de bu çerçevede ele alma, giyimde kuşamda ayrıcalıklı olma hissini verme, sınırları çizilmiş alanda mutlu insan yüzlerini yansıtan reklâm panolarına uygun cehennem içinde oluşturulan yalancı cennet adalarını taklit etmedir.

Önceleri otellerde görülen lüks yaşantı, zamanla alışveriş merkezlerinde, tatil köylerinde görüldü. Günümüzde yavaş yavaş toplu konut alanları, devamlılığında şehir içinde etrafı güvenlik şeridi ile sarmalanmış sitelere dönüşmüştür.

Şehirde yükselen devasa katlı yapılar, şehrin tarihî ve kültürel yapılarını gölgede bırakmış, birçok sit alanı ortadan kaldırılmış, yeşil alanlar tahrip edilmiş, bir oldu-bitti ile şehrin geçmişle bağları kopma noktasına getirilmiştir.

Şehirlerin günümüzde hakkıyla ele alınması gerekir. Bu işte devlete oldukça görev düşmektedir.

Mimarî yapılarla ilgili çözümlenmemiş bir kördüğüme değinmek istiyoruz. Tarihî bir yapı üzerinde bazen hangi kurumun ya da kuruluşun söz sahibi olduğu karmaşıklık arz eder.

İllerde resmiyet, Kültür ve Turizm Müdürlükleriyle sağlanırken, bu müdürlükler tek başına önem arz etmemektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Şehircilik ve Çevre Müdürlükleri dolaylı olarak şehirlerle ilgilidir. Buna Milli Emlâk Müdürlükleri de dâhildir.

Bir yapıdan sorunlu olan Kültür ve Turizm Müdürlüğü iken, başka yapı Vakıflar Müdürlüğü’ne ait görünürken diğeri Millî Emlâk’a, diğeri başka kuruma aittir.

Her şehirde bir Şehir Araştırmaları Merkezi kurulmuş olsaydı, çok başlılık ortadan kalkardı. Bazen bir yapının Belediyeye başka yapının Devlet Demir Yolları’na ait olduğu görülür. Müftülüğe bağlı camiilerde söz sahibi Vakıflar mı Kültür ve Turizm Müdürlükleri mi belli olmaz. Bazen arkeologlarla sanat tarihçileri arasında denge sağlanmaz. Müzenin arkeologları ile belediye arkeologları arasında kararda bütünlük sağlanmaz.

O şehirde bulunan Mimarlık ve Mühendislik Fakülteleri ile Arkeoloji Bölümleri, ortada duran meselelerin dışında yer alır. İlgili meslek kuruluşları olan odaların söz söyleme yetkisi bulunmaz. 

Çok başlılık, ancak şehrin mimarî, tarihî ve kültürel yapılarının tek çatı altında toplanmasıyla ortadan kalkar. 

Şehir Araştırmaları Merkezi’nce oluşturulan her alandaki komisyonlara ilgili birimlerden, kuruluşlardan birer temsilci alınarak, kördüğüm haline gelmiş meseleler, çözüme kavuşturulabilir.

Şehre dair yayınlanmış eserlerin, çıkmış dergilerin, çekilmiş fotoğrafların, yayınlanmakta olan gazetelerin, görüşülen kişilerden edinilen bilgilerin bir araya getirildiği kitaplıklarda her konuya ilişkin çözümler bulunması mümkündür.

Şehir Araştırmaları Merkezi’nde haftalık konulu sohbetlerde, görüşmelerde kayıt altına alınan toplantılar kırk-elli yıl sonra ihtilaflı konularda çözümü kolaylaştırır.

El sanatlarında kaybedilen değerler, canlandırılmak istenirse Şehir Araştırmaları Merkezi bunun için başvurulması gereken, müzelerden daha önemli kurumların başında gelir.

Bir konu hakkında ihtilaf varsa, bir eser aranacaksa ve bulunmuyorsa, kütüphanelerde yoksa Şehir Araştırmaları Merkezi, bu eserin bulunma noktasıdır.

Bu merkez, her derde derman sunacak özellikte ise nasıl kurulmalıdır?

Bunu yazılarımızda yeri geldikçe sunmaktayız, sunmaya devam etmekteyiz.

İlgi duyan, duyacak olanlara gönül kapımız açıkken, kapıların Şehir Araştırmaları Merkezi’ne neden kapalı olduğunu bir türlü anlayamamaktayız. Kimsenin bu konuda söyleyecek sözü mü yok veya uğraştığımız husus kumdan kaleler yapmak mıdır, denizin dalgası ile yıkılan?

Bir arpa yol kat etmemiş olmamız, kimin umursamazlığındandır?

Bunu sorguladık mı?

Bir şehre dair basılı, sesli, görsel binlerce malzemeyi nerede bulabiliriz?

Ankara, İstanbul mu?

O şehirde o şehri tanıtan, anlatan kaynaklar, dergiler, gazeteler, belgeler bulunmuyorsa Ankara’ya, İstanbul’a her zaman gidip gelmek mümkün mü? O şehirde çıkan kaynaklar, tümüyle Ankara’ya ve İstanbul’a ulaşıyor mu?

Günümüzde şehrin eski evlerinin kahve içilen, sohbet edilen, yemek yenilen tarzda düzenlenerek, ekonomiye kazandırılması yaygınlaştı. Ticarî birer işletmeye dönüştürülen bu alanlar, amacının dışında, akla zarar-mantığa ziyan biçimde hanların, hamamların işletildiği gibi, şehre farklılık, istihdamı artırma amaçlı kullanılırken, tarihî yapıların özüne nüfus etmeyen bu mekânlar, zaman içinde değişimlerini başkalaşım halinde asliyetini korumamış hale dönüşür hale gelir.

Şehrin tarihî kalesini bile cafesiz bırakmayanlar, hanlarını lokantalara çevirenler, tarihî evlere çözüm mü bulmayacak? Nehrin sağlı sollu çevresini dolduranlar, masalarını ve sandalyelerini kondurarak, turizme hizmeti gerçekleştirirken yeşilin birçok tonuna saygıda kusurda bulunmayarak, gölgeliklerde rahatlık için gerektiğinde dört-beş yaşındaki ağaçları bile yerinde söktürüp getirme cesaretine sahiptir.

Şehrin rantından mahrum kalmama adına, bazen bir tepeliğin eteklerine özel mülk arazisi tabelasını yerleştirerek, senelerce gelenekselleştirilen esnaflığın, etkinliklerin merkezinde turistin nasıl ağırlandığı el-âleme gösterilmez mi?

İki üç anlı, şanlı ve dahi namlı ismin davet edildiği, birkaç sünnetin gerçekleştirildiği, akşamları düğün dernek şekline, gündüzleri lokanta-kahvehane haline dönüştüğü mekân, ancak seneler sonra maliye kaydına kavuşur, kira kontratı olmadığının farkına varılır, yirmi senelik kullanıldığı için sahibini köşe parası ile mucidini mesrur eyler, tarihi-turistik işletme

 

Pek zannetmiyoruz…

Haydi, “Ulaştı.” diyelim.

Bu şehirde kalanlar, bu şehri seviyorsa, bu şehrin sevdalısı ise bu başıboşluk neden?

Eminiz, bu konuda haklılık payımız var ve biz bunun için, ısrarla “Şehir Araştırmaları Merkezi” diyoruz.

Ne dersiniz? Diyecek ne var ve ne kaldı?

Hangi şehirdensiniz, o şehirle ilginiz ne kadar?

Bu soruya verilecek cevap bile merkezin her şehirde olması için yeterli sebeptir.

 

6-Sonuç

Medinetu’l-Fazıla’dan söz edecekken, başka bir yazıya bıraktık, konuyu. Seksen bir ile ve yüz dünya şehrine dair çalışmalarımızdan bahsetmedik, açıkça. Gerek doğduğumuz şehrin gerekse seyyah misali dolaştığımız şehirlerden bahsetmedik. Yurtdışı gördüğümüz şehirleri dile getirmedik.

İstanbul’u hakkıyla ele almak, birkaç kitaba sığmaz, bilinirken, yüz sayfalık kitapta, elli sayfası fotoğraf, elli sayfası yazı olan sayfalarda ne dile getirilebilir?

İzmir’i bu tarzla anlatmak mümkün mü?

Diyarbakır, sadece kalesiyle yüzlerce sayfa kitap tutar.

Konya’yı tanıtmak, Mevlana’sıyla başlı başına bir eserdir.

Şanlıurfa’nın Harran’ı için makaleler yetmez.

İslâm Medeniyeti’ni anlatabilmek için yüz kaynak okunmalı, birkaç cilt kitapla yetinilmeli.

Şehir, hayattır.

Şehir, yaşamın kendisidir.

Keşke şehirleri anlayabilseydik, “hayat” denilen insan ömrü, farklı zenginliğe ulaşırdı.

Bağdad’ı, Haleb’i, Şam’ı, Musul’u anlatmaya gerek var mı, bu haliyle.

Yüzyıldır İngilizlerin işgaliyle İsrail’in zulmüne teslim edilen Kudüs’ün durumu ortada.

Endülüs’ü, Gırnata’yı bilen kim?

Semerkand ne âlemde?

İsfahan nasıldır?

Afganistan, hangi acılar içindedir, yüz senedir?

Habeşistan, Çad, Sudan, Mısır, Libya, Tunus, Fas necedir?

Yemen’de eski günler neden hayal?

Taç Mahal, nasıl yapıldı?

Piramitleriyle ünlü Mısır’da olanlar nedir?

Kabe’den yüksek yapılarla övünenler, kabir taşlarına olan düşmanlıklarını neyle izah edebilir?

Kâfirleri dost edinenler, kendi kendilerinin sonlarının ne olacağını bilmez mi?

Çanlar bizde serbestçe çalınıyorken, ezanların yankılanması neden kısıtlanır, ülkelerinde, Hristiyanların?

Son yüzyılda şehirler ve ülkeler bazında ilk iki cihan harbinin semeresinden ders almayanlar, üçüncü harbi, neden kendi topraklarının dışında plânlamaktadır, bunu uygulamaya bırakmak için bahaneler içindedir?

Bize öğretilen tarih ile tarih arasındaki çelişkiler, nelerdir?

“Edebiyat” denince, edepten yoksun olanların eserleri neden baş tacı edildi?

 Geleneğe göreneğe düşman edilenler, başkalarının adetlerini taklit etmeyi neden şeref bilir?

Üstlerinde taşıdıkları giysilerde bilmediği dile, dillere ait kelimelerle cümleleri taşıyanlar, kendini neden mutlu hisseder?

Eline çatal bıçak verilenlerin yer sofrasında gülünç duruma bırakılmalarının müsebbibi kim?

İngilizin dilini herkese mecbur dil haline getiren emperyalizmin savunulacak nesi vardır?

Kendi içinde kendisine benzemeyi reddeden kim varsa onları yok sayanlar, Afrika’da, Asya’da, Amerika’da sömürgelerinde bayraklarını dalgalandırırken dillerini resmîleştirmedi mi? Kendi topraklarında esaret halinde olanların acıları üzerinde yükselen mutluluklarının sürmesinden korku duyanlar, esaret altında tuttukları ülke insanlarını açlıktan, hastalıktan ortadan kaldırmadı mı?

Amerika Kıtası’nda İnka’yı, Aztek’i ve dahi diğer milletleri ortadan kaldıranlar, İspanyol, Portekiz, İngiliz, Fransız ve diğer ırkdaşları değil midir? Bu gün bu kıtanın diğer kıtaların rahat yüzü görmemesi, onların yüzünden değil midir? Amerika, bu ülkelerden göçenlerin birleşiminden başka bir şey midir? Macellan, Americo Vespuçi bu kıtada katliamların mucidi değil mi?

Kıızlderililerin ahı yerde kalacaksa, Filistinlilerin acıları katlanarak büyürse, Afrikalıların kölelikleri müzelerde unutulacaksa, beyazın üstünlüğü din halinde devam edecekse, insan olduğumdan utanıyorum, Rabbim. Günahlarımı affet!..

Hala insanlara sömürge aracı olan Hristiyanlığın, Yahudiliğin kurtuluş aracı olduğunu dayatanları gördükçe coğrafyamızda olan yangının sebeplerini bilen biri olarak, “İkinci kez Ebabil Orduları’nı gönder, dünyanın dört yanına Rabbim!..” demekle sorumluluğumuzun ortadan kalkacağını düşünmemeli, insan.

İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden dolayı ıstırap duyan benliğimiz, onlarla aynı şekilde haşr edilmektense ölümü şeref bilmektedir.

 Kızılderililerin ahı yerde mi kalacaktır, beyazların yakalarına haklarını sormak için eller uzanmayacak mı, bir gün?

Bunların sömürgeleri “Guyana” şeklinde Amerika’da, Afrika’da berdevam değil midir?

Dünyanın polisi kesilenler, Jandarması olduklarını söyleyenler, hangi beddualara müstahaktır ki, söylenmesi ceza kabul edilir?

Biz, Şehir Araştırmaları Merkezi’ni şehrin köprüsü, ırmağı, dağı ve tepesi bilinsin düşüncesiyle oluşturma anlayışının dışındayız.

Biz, Şehir Araştırmaları Merkezi’ni illerin mutfağının bilinmesi için düşünmedik.

Biz, Şehir Araştırmaları Merkezi’ni insanlar, ne zaman tatile, hangi şehirde konaklamalı tarzında ikame etmedik.

Elbette her şehrin mutfağı da bilinecek, köprüsü de yer alacak, konaklama alanları bilinecek.

Yalnız şehirlerin dünden bu güne gelişinde karşılaştıkları her zorluk, insanların çektiği her acı, savaşlarda ölenler, kişiliği ayakaltında çiğnenenler de olmalı.

Her malın çoğuna haram, çok sözün içine yalan karışmaması imkânsızdır.

Sözün özüne gelelim: Biz, Şehir Araştırmaları Merkezi’nin artık ülke gündeminde yer alması gerekmez mi?

İçimizde tekrar şaha kalkar acılar ve dökülür dilimizden bağrımızdan, sessizce; söylenmesi yasak biçimde, eli-kolu bağlı…

Şehirleri şehir kılan nedir, İbrahim?

Medine, niçin “Yesrib” diye anılmaz?

Yeniden dizilir, acılar tespih daneleri gibi yüreğime, imamesi eksik olduğu için hıçkırıklar düğümlenir, boğazımda.

Coğrafyamızdaki şehirlere selamımızı söyleyin, sevda sürgünümüz daha sürecek.

De ki gönlümüzde isyan çiçekleri, rengini kanımızdan alır.

De ki bizi anlayamayanlara, “ Şehir, insanın esaretten halasıdır.”

Gül unutmasın hazan deminde bülbülün nağmesini, elbet beklenen bahar vardır, tomurcuğunu çatlatacak gülün.

Elbette karanlıktan sonra aydınlık vardır.

Elbette darlıktan sonra genişlik mukadderdir.

Sabır, sebat sonrasıdır, beklenen doğacak şafak.

Şehirlerimiz, birer birer ülkelerde bir gündoğumunun sancısı içindedir.

Buna yorumluyoruz, çektiğimiz acıları.

Derdimizden sitem etmiyoruz, acılarımız bilenen bir kör bıçak gibi hazırlar bizi, karanlık sonrası aydınlığa ve darlıktan sonra gelecek genişliğe.

Bu yazı toplam 5777 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim