• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Bir Vatan edinme efsanesi: Süleyman Şah

D. Mehmet DOĞAN

Süleyman Şah türbesinin nakli, tarihten kaçılamayacağını bir daha gözler önüne serdi. Süleyman Şah türbesi sözkonusu olduğunda Türkiye Cumhuriyeti neden Osmanlı mirasına sahip çıktı? Çok açık: Fransızlar’la Ankara Anlaşması 20 Ekim 1921’de imzalandı. Millî Mücadele’nin hedefi hâlâ vatanı kurtarmakla birlikte hilafet ve saltanatın kurtarılması idi, yani Osmanlı Devleti’nin devamı esastı. 

Lozan imzalanırken saltanat kaldırılmıştı ama Osmanlı hilafeti sürüyordu, Suriye sınırlarımız için Ankara İtilafnamesi (Anlaşması) esas alındı. Bu durum TBMM’de Lozan görüşmeleri sırasında Mersin Milletvekili Niyazi Ramazanoğlu tarafından şiddetle eleştirildi. 

Onun Meclis’teki uzun konuşması tarih derslerinde okutulmalı, öylesine ihatalı bir metin. Niyazi Bey konuşmasının başında, Lozan’da büyük bir imparatorluğun tasfiyesinin yapıldığını belirttikten sonra Mısır, Sudan, Kıbrıs ve diğer ülkelerle ilgili hukukumuzdan neden feragat ettiğimizi soruyor. Osmanlı toprakları üzerinde manda idaresi kurulmasına karşı olduğumuzu beyan ettiğimiz halde neden sonradan Suriye’de, Irak’ta, Filistin’da manda idarelerinin kuruluşuna rıza gösterdiğimizi sorguluyor. 

Niyazi Bey, Misak-ı Millî’nin esasından Lozan’da vazgeçildiğini belirtiyor. Osmanlı topraklarında Araplar’ın çoğunluk teşkil etmediği arazinin, yani Türkler ve Kürtler’in yaşadığı toprakların Lozan’da kapsanmadığını belirtiyor. Ankara İtilafnamesi’nin 8. maddesinin bir sınır hattı çizmediğini, Türk ve Fransız kuvvetlerinin ayrılma hattı olduğunu, sınırların nüfusa göre belirlenmesi gerektiğini belirtiyor. Ankara İtilafnamesi gereği, İskenderun ve Antakya’da Fransız mandasına bırakılmıştır.

Niyazi Bey, “Bizzat gezerek gördüm, bir aile bir kabile ikiye bölünmüştür. Bakarsınız bir kardeş hattın kuzeyinde diğer kardeş güneyindedir. Bir tarafta oğul, bir tarafta baba, bir tarafta amca, bir tarafta yeğen...”

Süleyman Şah türbesi bu durumda, Fransızlar’a terk edilen Misak-ı Millî sınırları içinde küçük bir adacıktan ibarettir. Cumhuriyet’ten sonra Süleyman Şah türbesinin ihmal edilmediğini söyleyebilir miyiz? Bu sembolik vatan toprağı tarihî bir hatıranın yaşatılmasından başka nasıl anlamlandırılabilir ki? Cumhuriyet’ten sonra Osmanlı atalarımızdan vazgeçtik, türedi kavimler gibi 20. yüzyılda yeni bir “ata” icad ettik. Cumhuriyet, milletiyle ve bu vatanın tarihiyle barışma sürecinde Süleyman Şah türbesi de önemsendi. 

Esasen, Osmanlı şeceresinin Ertuğrul öncesinde Süleyman Şah ismi Kaya Alp, Kızıl Buğa, Bayıntur, Aykuluk, Toğar, Kaytun, Sungur.... adları arasında bir hayli farklı duruyor. Osmanlı şeceresine giren Süleyman Şah isminin Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman olma ihtimali yabana atılmamalı. Kutalmış oğlu Süleyman, Selçuklu hanedanından gelmekte ve Anadolu’da kurduğu devletten ötürü “şah” unvanıyla anılmaktadır. Oysa Ertuğrul, Osman, Orhan “bey”dir. Cedleri “şah”sa, neden onlara bey denilmiştir? Kutalmışoğlu Süleyman Şah, güneyde askeri harekâtlar yapmış, Antakya’yı ele geçirmiş ve Haleb’i kuşatmıştır. Suriye Selçukluları’nın hükümdarı Tutuş’la savaşan Süleyman Şah mağlub olmuş ve ölmüştür... “Türk mezarı” denilen kabir onun mezarı mıdır? Eski tabirle: Ağleb-i ihtimal!

Osmanlı kuruluş efsanesinde Selçuklu tarihiyle kesişme çok şaşırtıcı olmaz. Bunun devam, süreklilik için önemli olduğu da ortada. 

Tarih durduğu yerde durmaz, zaman zaman günümüze geliverir. Bugünlerde olduğu gibi. Şu sıralar devlet televizyonunda tarihî bir dizi var. Nedense adını “Diriliş” koymuşlar. Dirilmek için ölmek gerekir. Kayılar ölmüş mü idi ki, dirildiler? Galiba “diriliş” zamanımızın büyülü kelimelerinden… Öte yandan belirsizliklerin çok olduğu bir dönemle ilgili bir dizi yapılacaksa, bu dizinin kahramanları tarihin önde gelen şahsiyetleri olmamalı. Bu ilgiyi artırır, fakat gerçeklik hissini yok eder. Daha önce Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışı ile ilgili rahmetli Yücel Çakmaklı’nın dizisinin ismi Kuruluş idi. Onun dizisi, senaristi de Tarık Buğra olduğu için çok güçlü bir metne dayanıyordu ve tarihle arası açık değildi. Şimdiki dizi, kavgalı, savaşlı, entrikalı sürükleyici bir dizi, fakat tarih olarak seyredilmesi yanılgılara yol açacak mahiyette. 

Ertuğrul’da ve son zamanlarda çekilen tarihî dizilerde iyi kötü dekor uyduruluyor (Uygur çadırlarında yaşayan Kayılar gibi!), kıyafetler yapılıyor, fakat muaşeret, ilişkiler ve hayat tarzı hususunda yeterli özenin gösterildiğini söylemek güç. Şu sahne yeter sanırım: Yer sofrası kurulmuş, herkes ayrı tabaktan yiyor! Üstelik bir misafir geliyor ve aile reisi hanıma yeni bir tabak getirmesini söylüyor!

Yeni gelene yer açılır ve sadece kaşık verilebilir! Çünkü yemek ortadadır, o yemeğe bütün sofra etrafındakiler kaşık çalar. Üstelik hanımların ve küçük çocukların ayrı bir sofrada yemesi esastır...

Bu yazı toplam 453 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim