• İstanbul 14 °C
  • Ankara 17 °C

Burhanettin Can'dan: “ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA”-3:

Burhanettin Can'dan: “ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA”-3:
Kavimlerin Fıtri Haklarını Dondurmak Yanlış ve Tehlikeli Bir Politikadır

Spot: İlahi sünnetin bir gereği olarak, boy, kabile, kavim ayrımını, ümmetin ve insanlık kümesinin birer alt kümeleri olarak ele alıp birer alt kimlik statüsünde değerlendirmek gerekmektedir.
Giriş
Allah’ın kavimlere yaratılıştan verdiği ve fakat sistemin gasp ettiği doğal hakları, bir terör örgütünü aracı kılıp onunla pazarlık yaparak vermek, yanlıştı, ilahi sünnete aykırı idi; bu nedenle de işin bereketi olmadı. Bugün “Çözüm sürecinin” AKP kanadı, PKK-HDP tarafından “aldatıldıklarını”, “ihanete uğradıklarını”  ve “sözlerini tutmadıklarını” söyleyerek “Çözüm süreci buzdolabında”, “Çözüm sürecini unutun”, “Çözüm süreci bitti.”(1)  ifadelerini kullanarak “çözüm sürecini askıya aldıklarını” ve “Buzdolabına koyduklarını” söylemektedirler. Gelinen nokta, yanlış teşhis, yanlış muhatap ve yanlış yol tutulmasının doğal sonucudur. 
Allah’ın kavimlere verdiği doğal hakları, pazarlık konusu yaparak vermeye kalkmak, özü itibariyle yanlıştır.  Burada, Kavimlerin yaratılışla birlikte sahip olduğu haklar konusu ele alınacaktır.
Renk ve Dil Farklılaşması
İnsanlığın başlangıcında renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Yol boyu dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği, kimlik belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir. 
Kur’an-ı Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken Allah’ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir (Rum Süresi 22). 
Dolayısıyla renk ve dil farklılığını korumak, Allah’ın bir ayetini yaşanır kılmak demektir. Öyleyse farklı dile sahip olan kavimlerin, dillerini her alanda kullanabilmeleri, onların en doğal haklarıdır. Bu pazarlık konusu edilemez, edilmemelidir. Bu hak, birileri tarafından gasp edilmiş ise bunun geriye iadesi, bir lütuf değildir. Bunun için de bir aracı örgüte ve 3. göze ihtiyaç yoktur. 
Soy Farklılaşması
Ayni anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması nasıl Allah’ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Adem’in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a ayrılması da Sunnetullahın bir sonucudur (49 Hucurat 13).
Elmalı’ya göre Şaab, kabilelerin ittifakı ile meydana gelen daha büyük bir topluluktur(2). Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Burada Kavim kimliği açısından baskın olan özellik soydur. 
Kabilelerin ittifakını Şaab olarak alıp değerlendirmeyi, farklı kavimler için yaparsak farklı kavimlerin ittifakını yeni bir şaab (Kavimlerin İttifakı) olarak değerlendirebiliriz. Aynı şaabda yer alan kavimlerin aralarındaki hukukun nasıl kurulacağı, önemli bir sorundur. Çünkü farklı renk, dil ve soy söz konusudur. Ayrıca asırlar boyu farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek oluşmaktadır. Farklı kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar, birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. Böyle bir yapıda en önemli konu, kavimleri biz yapan özelliklerin nasıl korunacağıdır.  
Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı) ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim, zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür ve medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bu veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.  
Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini 
yok etme hakkına sahip midir? Bu adil bir tavır mıdır? Buna hakkı var mıdır? Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır?
Bu noktada unutulmaması gereken husus, farklı renk, dil gibi farklı kabile ve kavimlerin de Allah’ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereğidir. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, asimile etmek istemek ilahi sünnete karşı çıkmak demektir.  Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var olmasındaki Sır
Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar nedir? Bunun için Hucurat 13. ayete tekrar bakmak ve üzerinde tefekkür etmek gerekmektedir. Ayetteki hitap, doğrudan doğruya insanadır. Aynı anne babanın çocukları olduğumuz hatırlatılmaktadır. Bundan sonra, kavim/millet ve kabilelere ayrıldığımız, farklılaştırıldığımız zikredilmektedir. Ancak bunların var kılınışı, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak gösterilmektedir. Bu, insan fıtratı ile yakından ilgilidir. Farklı akraba, soy, kabile, kavim ve ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru görevi görürler. Bu, bir açıdan her birimi örgütlü olan toplum/insanlık demektir. Çünkü her bir örgütsel yapı, kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve dayanışma duygusu meydana getirir. Dolayısıyla İnsanların bireyselleşmesine, bireyci tutum ve tavır sergilemelerine karşı oluştur bu yapı.  Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir. 
Hz. Peygambere iman etmedikleri halde müşrik akrabalarının ona yardım etmesi, akrabalık duygusunun bir sonucudur. Hastalandığımız zaman akrabalarımızın seferber olması, aynı duygunun ürünüdür. 
Öyleyse ilahi sünnetin bir gereği olarak, boy, kabile, kavim ayrımını, ümmetin ve insanlık kümesinin birer alt kümeleri olarak ele alıp birer alt kimlik statüsünde değerlendirmek gerekmektedir. 
Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek
İslam, aile merkezli bir medeniyettir. O nedenle akrabalık bağlarının koparılmasına (4 Nisa 1), yöneticilerin, devletin ve sistemin akrabalık bağlarını koparacak tarzda işler, icraatlar yapmasına İslam şiddetle karşı çıkmakta ve bunun fesada neden olacağını haber vermektedir (47 Muhammed 22-23; 2 Bakara 204-205).
O nedenle bir insanın akrabasını ve kavmini sevmesi, en doğal hakkı olup fıtri bir özelliktir. Bu, yadırganacak ya da kınanacak bir durum değildir. Kur’an’da peygamberlerin soylarına sık sık atıfta bulunulmakta, peygamberlerin nesillerine–zürriyetlerine- dua etmeleri istenmekte ve nesillerine peygamberlik verilerek kendilerine lütufta bulunulduğu belirtilmektedir (3 Al-ı Imran 33-34; 29 Ankebut 27). Hz. İbrahim’in yaptığı dua da bunu görebilmekteyiz (2 Bakara 127-128). Hz. Meryem’in anası, doğumdan sonra Hz. Meryem’in soyuna dua etmiştir (3 Al-ı Imran 36). Kur’an bize tevbe edip Salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber vermektedir (25 Furkan 74). Bütün Müslümanların namazın tahiyyat kısmında Hz İbrahim’in ve Hz. Muhammet’in aline (soyuna) dua etmesi, salat-ü selam okumasının sünnet olması, neslin önemini göstermektedir. Hz. Peygamberin kendisini Taif’te taşlayan kavmine karşı; “Allah’ım sen kavmime hidayet eyle, onlar hakkı bilmiyorlar.”  şeklinde dua etmesini, bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir(3). Hz. Peygamberin, amcası Ebu Talib’in hidayete kavuşması için gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim’in dua için babasına söz vermiş olmasını (60 Mümtehine 4) hep bu bağlamda düşünmemiz gerekmektedir. 
Hz. Peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması istenmiştir. Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat ve merhamet bağının tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği ihtimalinden dolayı olsa gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin akrabalar tarafından benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer bağının var olması ile daha güçlü bir dayanışma ortaya çıkmaktadır (26 Şuara 214-216). Nitekim Hz. Peygambere ilk biati, anasının mensup olduğu Neccar oğulları kabilesine mensup kimseler yapmıştır. Hz. Peygamber yaptığı tebliğin karşılığında, akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:
“De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık sevgisi hariç.» Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız.” (42 Şura 23)

Devamı için: http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/COZUM_SURECI_BUZDOLABINDA-3/26169#.VelKlPntmko

Bu haber toplam 538 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim