• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

Celâl Hoca’nın Mirası-II

Celâl Hoca’nın Mirası-II
Son yazımızda Celâl Hoca’nın İmam-Hatip Okullarının açılışı sırasında çektiği sıkıntıları anlatmıştık.

O devir için imkânsızı başaran Celâl Hoca’nın on yıllık İmam-Hatip tecrübesinden sonra faturanın Adnan Menderes’e ve arkadaşlarına kesildiğini görüyoruz. Mehmet Niyazi Özdemir’in ifadesiyle, Menderes’in asılmasının asıl suçu(!) bu okulların açılması ve ezanın orijinal şekliyle okunmasıdır.

Celâl Hoca’nın bugün geride bıraktığı en önemli eseri ve mirası İmam-Hatip Okullarıdır dedik. Titiz ve kılı kırk yararcasına ayrıntıya giren çalışmasından dolayı yazmak isteyip de üzerinde yoğunlaşamadığı eserlerinden bahsettik. Celâl Hoca’nın talebesi ve aile dostu olan Kemalettin Nomer, onun doğu ve batı kültürüne vâkıf seçkin bir din âlimi olarak yerinin doldurulamayacağını söyledikten sonra ilmî hayatı boyunca “tahkik” mesleğine bağlı kaldığını ifade eder. Tahkik, yani bir konuyu inceden inceye araştırmak ve hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak denli ortaya çıkarmak. Nomer, bir konuyu ele alırken o konunun lehinde ve aleyhinde yazılmış her şeyi kılı kırk yararcasına tetkik ve tahkik etmek onun şaşmaz prensibi idi, der. Yine, “Bir meselenin köküne darı ekmedikçe onu bırakmam” sözü de Celâl Hoca’ya ait.

Mahir İz de Hoca’ın ölümünden sonra yazdığı yazıda bu yönü üzerine atıfta bulunur: Onun hem medrese ilimlerini, hem de müspet ilimleri birbirine karıştırmadan yerli yerinde tetkik etmek suretiyle tahsil ettiğini, özelliğinin çok şey bilmek için çalışmak değil, öğrenmek istediği ilmi veya meseleyi kendisinde ve başkasında hiç tereddüt bırakmayacak şekilde tetkik ve neticeye varması idi, değerlendirmesinde bulunur. Celâl Hoca’nın sözkonusu edilen bu tetkik ve tahkikte kılı kırk yararcasına ileri gitmesi yazmasını ve geride eserler bırakmasını etkilemiştir. Onun hakkında yazanların ve öğrencilerinin ortak kanaati budur. Mahir İz bu konuda İsmail Saib Efendi’yi örnek verir. Saib Efendi yalnız muhitinde ve bütün Türkiye’de değil, oryantalistlerin bile ilmî araştırmalarında başvurdukları yegâne merci idi. Belli başlı oryantalistler onun için, “İsmail Efendi eğer yazsaydı kütüphaneciliğiniz, irfan hazinesinin altın anahtarını elde etmiş olurdu” der. Abdülbaki Gölpınarlı’nın ifadesiyle Gazâlî kadar mütekellim, Fahreddin Râzî kadar müfessir, Buhârî kadar muhaddis, İbn-i Sînâ kadar hakîm, Mevlâna kadar âşık, Hacı Bayram-ı Velî kadar vâkıf olan İsmail Sâib (Sencer), ilim dünyasını aydınlatan parlak bir güneşti. Bu büyük allâme prensiplerinden taviz vermemek, ilmiye kıyafetinden vazgeçmemek için İstanbul Üniversitesi’ndeki Arap edebiyatı profesörlüğünden istifa ettikten sonra Bayezid Devlet Kütüphanesi’ne kapandı. Bundan sonraki hayatı bir nevi inziva halinde geçti. İlmiye sınıfının simgesi olan sarığını başından hiçbir zaman çıkarmadı. Dünyanın dört bucağından ilim adamları geliyorlar, onun etrafında sanki pervane oluyorlardı. İsmail Sâib Efendi onbinlerce kitabı tanıyan, konularını, basılış tarihlerini, müelliflerini, mütercimlerini en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen müthiş bir hafızaydı. İstanbul kütüphanelerinin katalogları hemen tamamen ezberindeydi.
Devamı: http://www.fikircografyasi.com/makale/celal-hocanin-mirasi-ii

Bu haber toplam 462 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim