• İstanbul 20 °C
  • Ankara 21 °C

Cihan Aktaş'tan: Süreyya aynası

Cihan Aktaş'tan: Süreyya aynası
Haziran yaklaşırken rahmetli Süreyya Yüksel üzerine düşünmeden edemem. O Haziran’ın başlarında aramızdan ayrıldı ve aradan on yıl geçtiği halde, arkadaş grupları arasında varlığı her zamanki kadar canlı, etkili.

Haziran yaklaşırken rahmetli Süreyya Yüksel üzerine düşünmeden edemem. O Haziran’ın başlarında aramızdan ayrıldı ve aradan on yıl geçtiği halde, arkadaş grupları arasında varlığı her zamanki kadar canlı, etkili. Tıpkı Ercüment Özkan gibi “muhteşem muhalif”, “sivil öfke”ydi Süreyya. Aynı zamanda sarsılmak bilmeyen bir cemaat gönüllüsüydü. Bazen aynı öğrenme sürecini paylaşan arkadaşlar birlikte bir cemaat oluştururlardı o öğrenme yıllarında. Bu arada, “cemaat” denildiğinde tek bir örnek hatırlanmıyordu. Hiyerarşik bir yapısı olmayan eşitlikçi cemaatlerdi, sözünü ettiklerim.

Tefsirler, hadis külliyatları okumak üzere bir araya geliyorduk. Bazen bir gecekondu bahçesi oluyordu toplantı yerimiz bazen hiç bilmediğimiz uzak bir semtin mütevazı salonu. Öğreniyor ve yaşamaya çalışıyorduk. Yaşanmayan bilgi ancak hamallık sayılırdı. Doğruyu bildirip yanlıştan sakındırmanın yolları üzerine düşünüyorduk. Bu süreçte Süreyya Yüksel ve Sabiha Ünlü’nün açtığı Suffa Okulu, öğrenme yollarına düşmüş her kadına kapısı açık bir merkezdi. Kimileri sürekli gitti, kimileri –benim gibi- fırsat buldukça; ancak çoğumuz orada ve çeşitli meselelerin konuşulduğu her platformda Süreyya Yüksel eleştirisinin sarsıcı sorularıyla bir şekilde tanışma fırsatı buldu. “Süreyya Aynası”, cemaatin ancak hiyerarşik ve başkasına kapalı olmayan bir eleştiriyle yapıcı bir konuşmayı sürdürebileceğini gösteren temsiliyle hâlâ arkadaş topluluklarında etkili olmaya devam ediyor.

Birey olarak varlığımızı geliştirmeye izin veren bir cemaat ilişkisini gerçekleştirmeye çalışan arkadaşlar olarak geçen yıllar içinde bağlarımız neredeyse hiç kopmadı. İslam’ı yeniden öğrenirken aynı zamanda egemen değer yargılarının tahakkümünden kurtulmaya çalışıyorduk. Bu anlamda “gerçeğe saygı” son derece önemliydi. Gerçek ancak layıkıyla fark edilip yorumlandığında kendinde hakikate bir yol açar, diye düşünürdük. Konformizm küfür sayılırdı. Güzelliği ve önemi modalaşan akımların işaret ettiği yeni formlar ve üsluplarda değil, hakkı ve adaleti hatırlatan eylemlerde arıyorduk. Estetik toplumsal hayatın (cemaatin) etiğinde içkin olmalıydı ya da sürekli iyiliğe dönük keşiflerde. Bazen bir hadis-i şerifte yakalanırdı hayatın özü, bazen bir ümminin yalın hayat tarzında.

Birbiriyle ilgilenmek, mümin sorumluluğunun bir gereğiydi. Yasin Suresi’nde geçen “Şehrin en uzak ucundan koşarak gelen” kişi rolünü üstlenebilmeliydik her birimiz. Şehrin en uzak ucu, mahrumların yaşadığı her yer bizim de mekânımız olabilmeliydi. Sahabenin mahrumiyeti, özverisi, Ensar ve Muhacir kardeşliği birer rivayetten öte giden bir gerçek kılma sorumluluğu yüklüyordu üzerimize. Beri taraftan öğrendiğimiz ilkelere ters düşen bir gidişat içindeysek de nasıl göründüğümüzün yalansız dolansız tasviriyle birbirimizi uyarabilmeliydik. Başka türlü nasıl mümin mümine ayna olmayı başarabilirdi ki… Hikayeleri 1980’de geçen Seni Dinleyen Biri isimli romanımda bu duyarlığın hayatta bulduğu çeşitli karşılıkları konu almıştım.

Devamı için: http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20213/sureyya-aynasi

Bu haber toplam 753 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim