Ben senin yanında iken de hasretim sana!
İstanbul’a Aşk Mektubu bir şehre tutkuyla bakışın vücut verdiği bir kitap. Tutkulu kişi edebiyat aleminden, güzel konuşan, hakkını vererek şiir okuyan birisi olunca işin rengi değişiyor.
Kitap böylece sesli okunacak bir eser oluyor. Bazı kitaplar vardır ki, pasif okumaya müsaittir. Onu bir köşeye çekilir sessiz sessiz okursunuz. Kimse ne okuduğunuzu anlayamaz. Kitap bitince iyi ki bitti dersiniz. Hayata dönersiniz. İstanbul’a Aşk Mektubu’nu böyle okumak mümkün değil. İşte rastgele birkaç satır: “Ağlamaklı birkaç lâle yetişmez ki yüzyıllık melâle…Tuğ kaftan ayni ipek şelale…Şimdi nasıl aksın müverrih gözünden? Boşuna kaldırdın boş kazanı yeniçeri. Bir göreydin yenisini, çerin, çöpün, çerinin…”
Cihat Zafer kendi metnini şiirleştirmekle kalmıyor, başta Yahya Kemal olmak üzere birçok şairimizin şiirlerinden parçaları metninin bütünlüğü içinde sunuyor.
Bir kitabı böyle bitirmek için Cihat Zafer olmak lâzım: “İstanbul! Senle dolu bir kalbin, aşktan başka çaresi mi var?”
İstanbul’a Aşk Mektubu’nun bu ikinci baskısı imiş. Nice yeni baskılara!
Çarşılar Trenler Hatıralar’da öncelikle Cihad Zafer’in çocukluğunun, gençliğinin şehri Adapazarı var. Bildiğimiz bir hatıra kitabı değil ama her cümlesi kim bilir hangi hatıraların çağrışımı. Uzunçarşı başlıbaşına bir şehir kahramanı. Hayatın bütün uğultularını bitmeyen bir senfoniye dönüştüren bir mekân. Hiçbir şeyle ilgilenmeden çarşıyı boydan boya katetmek… Bu mümkün olsa bile yakışık almaz. Sonra şehrin camileri, parkları, istasyonu, okulu, esnafı, memuru, şairi, şairanesi…Cihad Zafer bu kitapta başka yerlerden, şehirlerden de bahsediyor. Fakat Adapazarı her defasında bir yerden zuhur ediyor. Aslında Cihad Zafer için Adapazarını anlatmanın bir yanıyla kendini anlatmak, bir yanıyla da memleketi, bütün Türkiye’yi anlatmak olduğunu hissediyorsunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.