• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Cumba

Elif SÖNMEZIŞIK AYDIN

Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Ramazan'ı toplum olarak iki şekilde idrak edegeldik. Biri, devamlı ibadet halinde olma şuuruyla sokakla ilişkimizi belirlemek gibi kendimize dönük manevi ve imani ciheti; diğeri ise geleneksel unsurlarla “Ramazan'a özel” yeniden tasarlanan “eğlencelik” arkaplan telaşı. İkincisinin değişmeyen temsilî unsurları; Karagöz, davul, yer yer sınırı aşan ve TV'lerin laubalilik bahanesi Direklerarası eğlence kültürü vs. Bunlar görsel sunum malzemelerine dönüşürken eski İstanbul evlerinin en belirgin karakteristiği cumbalar da gündeme geliyor. Belki de eğlenceliklerin en şık yanı da bu evler oluyor.

Cumbaların en güzelleriyle, Sultanahmet'teki Soğuk Çeşme Sokağı'na ilk gidişimde karşılaştım. Sonra Üsküdar ve cânım Kuzguncuk'taki arkası minik bahçeli sıralı evleriyle duran zamanı izledim. Fatih, Üsküdar ve Eyüp'te hâlâ güzel ve orijinal örneklerle karşılaşmak mümkün.

Eski evlerdeki pencereli zarif çıkıntılara cumba dendiğini, ilkokul çağlarında oturduğumuz evin içindeki konuşmalar sayesinde öğrenmiştim. Çünkü -yalnızca bizim kattaki balkon olsa da- evimizde cumba vardı. Komşu evlerdeki cam kenarlarını tıka basa dolduran begonyaların, camgüzellerinin, parlak Mustafaların, menekşelerin, yaprakları kızıllı yeşilli daha birçok narin çiçeğin süslediği cumbalar en sevdiğim köşelerdi.

Kimi cumbalarda evin ilk halinden kaldığı belli olan ve irice çiçekli desenleri yüzünden “dallı-güllü” denilen Sümerbank basması örtüleri giyinmiş sedirler, kimilerinde tek kişilik koltuk, kimilerinde dönemin âdeta fenomeni olan fiskos masası dururdu. Müstakilden bozma küçük apartmanların minik cumbalı odalarının her biri, diğerinden başka renkliydi ve eşyaları hep birbirinden farklı bir dil konuşurdu.

Evin merkezî konumunda duran bu küçücük odaların ortak noktaları, bugün çoğalan odalarda birbirinden ayırdığımız birkaç işleve uygun ve olabilecek en zarif şekilde döşenmiş olmalarıydı. Küçücük pencerelere asılı perdeler, akşam karartısı düşünce bir hamlede çekilir, mahremiyetini saklı tutan evin penceresinden dışarıya sarı cılız bir ışık sızardı.

Hanımlar, merdiven inmeye değmeyecek kadar kolay işlerini cumbalar arasında görürdü. Çünkü sokak aralarında birbirine bakan sıralı evler gibi cumbalar da birbirine çok yakındı. Komşunun evde olup olmadığını cumba penceresinin hareket durumundan anlaşılır, kapı çaldığında gelen kişinin kim olduğu cumbadan sezilirdi.

Türk stili ahşap evlerde, en azından çocukluk yıllarıma kadar epey genişçe ahşap kafesli cumbalar vardı. Şimdi restore edilmişler haricindekilerde pek kalmadı. Eski Rum evlerindeyse, cumba bulunmaz, fakat pencereleri Türk evlerine nispeten dar olurdu.

Bilhassa Fatih'teki, dar gelir grubu hanelerinin cumbalı olanlarına içerden bakılınca iki tür (Türk ve Rum) evi birbirinden ayıran özellikler pek seçilmiyordu artık. Her ikisinin iç yapısı, defalarca tamir görmüşlüğünden orijinal görünümlerini kaybetmiş, sonradan çekilmiş sıva ve vurulan badanalarla birbirine benzemişti.

Yıllar sonra Peyami Safa'nın hayattayken “Server Bedi” mahlasıyla yayımladığı Cumbadan Rumbaya romanını okuduğumda çocukluğumun cumbalarına gidiverdim. Cumbayı anlatmaya Fatih'ten başlaması, Fatih'in bir vakitler çok cumbalı bir şehir olduğunu, bu minimal gelenekselliğin uzun müddet korunduğunu anlamamıza yardımcı oluyordu. Zira cumba, romanın yazıldığı devirde “harika” yaşamın ilk tercihi olan düz satıhlı apartmanlar karşısına konacak en önemli gelenek betimlemesiydi. Safa, mekânlara yüklenen anlamların, insanların yaşantılarındaki değişme, dönüşme, yitirme, yozlaşma süreçlerinde ne kadar belirleyici olduğunun temsilî bir panaromasını çiziyordu. Cumba, asriliğin öznesi olanlar için bir kenar mahalle nesnesiydi artık. Cumbalı sokakları “Rumba”larla çığlıklandıran gençlerin “Rumba” aşkı, paralı rahat yaşam ve Beyoğlu'nda bir dans pistinde eğlenirken mümkünse oraya yakın bir apartmanda oturuyor olma hayalleriyle eşleşiyordu. Onların terk ettiği tenhalaşmış cumbalar, o cumbaların gölgelediği azalmış sokaklar hüzünlendiriyor nitekim.

Türk evleri daha nadir olsa da bahsettiğim türdeki cumbalı evler hâlâ ayakta. Ve hâlâ cumbalı bir odaya girdiğimde, o köşede hayattan elimi eteğimi çekip dinlenme isteği duyarım. Sanki bir hayal köşesiymiş gibi, bugünün gürültü patırtısından çekip koparıyormuş gibi gelir hep.

***

Künye: Cumba, Farsça kökenli mimari bir terim. Bir binada duvar hizasından dışarıya doğru çıkıntılı olarak yapılmış altı boş, üstü örtülü, oturulabilecek genişlikte balkon, çıkma, şahnişin anlamına geliyor. (Kubbealtı Lugatı)

Bu yazı toplam 678 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim