• İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C

D. Mehmet Doğan: Bediiyat, ilmü’l-cemâl, yahut estetik...

D. Mehmet Doğan: Bediiyat, ilmü’l-cemâl, yahut estetik...
Kırlarımızın çeşit çeşit sarısı, sahillerimizin binbir yeşili ve bu renklere ilave ettiğimiz güzellikler... Manzaramız modernliğin istilasına maruz kalmadan bu güzellikler içinde yaşıyorduk.

Karadeniz manzarası (peyzajı), yeşilin türlerinin sürekli tekrarından ibaretti, seyredeni sonsuza götüren bir güzellikti. Denizin açıktan koyuya yüz türlü mavisi; yeşilin tirşeden, fıstıkîden neftiye, zeytunîye sayısız çeşitleri... Karanın tümden yeşil olduğu bu coğrafyada insan elinin yapacağı en güzel şeyi atalarımız deminde yapmıştık. Evlerimizi, camilerimizi, hatta resmî yapılarımızı bu güzelliğe tabiî olarak eklemiştik.

Göz alabildiğine yeşilin bir yerinde, ansızın bir ev. Fakat ölçülü, mütenasib ve ekseriya tabiî renklerde bir yapı. İşte bu manzarayı resimleştiren, tablolaştıran bir dokunuş. İnsan eliyle tabiata yapılan güzel bir ilave.

1980’lerde Karadeniz seyahatimizde böyle yapıların uzağından, yakınından, hatta içinden geçmiştik. O kadar çoktu, yaygındı. Ya şehirler? Henüz betonun çok fazla müdahil olmadığı şehirlerde, kasabalarda değişen bir durum yoktu. Her bir şehrin, kasabanın, köyün resmini çekip evinizin, işyerinizin duvarını süsleyebilirdiniz. Bizim yapıcı ustalarımız âdeta manzara ressamı gibi çalışıyordu. Evlerin yatay âhengini, minareler hareketlendiriyor, resme adeta yeşillik içinde selvilerin rengini katıyordu.

Bu şehirlerin ahalisi ressamların tablolarına bakacağına, pencerelerden manzarayı temaşa ediyordu. Gözün her gördüğü bir tablo idi. Hem de sürekli değişen bir levha. Kış resmi, yaz resmi... Bahar tasviri, güz tasviri. Renk ahengini harekete geçiren, yenileyen yağmurlar, rüzgârlar...

Bu canlı tabloları yüzyıllarca seyrettik.

Güzellik tabiî halimiz oldu.

Ölçüyü dört yaşında okumaya başlarken öğrenirdik, bir harf kaç elif miktarı çekilecek... Kıraat ölçüden ibaretti... Tecvid, kıraatı güzelleştirmek için harflerin çıkış yerini, uzunluğunu ve kısalığını, genişlik veya darlığını, incelik ve kalınlığını hassasiyetle gözeterek okumaktı.

Yazarken bellerdik, yazı o zaman hat değildi, “hüsn-i hat”tı, yani güzel yazı... Kalem kamıştı, aynı zamanda ölçülü yazı kaidelerine de “kalem” denilirdi. Aklâm-ı sitte, altı kalem, yani altı hat çeşidi demekti. Yazmak uzun süre ve sabırla müsvedde yapmak, karalama yapmaktı. Ölçü ancak böyle el alışkanlığı haline gelirdi, kalemin her hareketinin bir değeri vardı. Bunlar yapılmadan icazet alınamazdı. Böylece harflerin büyüklükleri kalem ucuna göre talim edilerek öğrenilirdi. Noktaların tekrarı harfleri meydana getirirdi... Boyu kaç nokta, karnı kaç nokta olacak? El alışkanlığı göz alışkanlığına döner, bütün yapılanlarda bu ölçü, bu oran veya tenasüb gözetilirdi.

Şimdi öyle mi ya?

Yaptıklarımızın ölçüden, yani hassasiyetten, incelikten ibaret olduğu dönemden, tamamen iddia olduğu bir kabalık devresine geldik. Son Karadeniz seyahatimizde bu iddiada nihaî hadde, kibrin burcubâlâsına yaklaştığımızı hissettim. Güzelim tabiat beton canavarının dişleri arasında kalmıştı. Bu tür şeddadî binaların büyük çoğunluğunun son yirmi yılda yapıldığını da kaydedelim.

Güzelliklerimizi devasa beton bloklarla tüketen biz değil miyiz?

“Allah güzeldir, güzeli sever!” Bizse güzelliğe savaş açmışız!

Görünür güzellikleri yok etmek işin bir yönü. Kültürel anlamda büyük bir kıyım ve yıkım dönemi yaşadık. Medeniyet mirasımızı sözde modernleşme iddiasıyla tarumar ettik. Sanatı, edebiyatı, yani güzellikleri hayatımızdan dışladık. O söze başlayınca Yunus’dan, Fuzulî’den, Nabi’den, Ziya Paşa’dan, Âkif’den, Yahya Kemal’den, Necip Fazıl’dan mısralar okuyan, düşüncesini bu büyük ediblerin bercesteleri ile teyid eden insanlar kalmadı.

Muhteşem edebiyat eserleri ibda ettiğimiz dilimizi hunharca tahrip ettik. Böylece söz medeniyetimizi maddî medeniyet unsurlarımız gibi hayatımızdan çıkardık. Doğumdan ölüme bizimle olan musıkîmizi yasakladık. Bütün tarihimizi, hayatımızı nağmeye büründüren türkülerimizi unuttuk. Güzel seslerin, nağmelerin yerini gürültüler aldı. Sanatın, güzelliğin tabiî yapıcısı idik, en azından iştirakçisi idik; seyircisi haline geldik.

Güzellikle ilgili bilgiden çok hissiyatımız dumura uğradı! Yaradılış değerleri ile estetik değerler arasında mahiyet birliğini görmemek mümkün değil. Kur’an okuyan, anlayan, onun doğrultusunda hayatını tanzim edenler güzellik hissiyatını nasıl kaybetti? Bunun cevabını verecek durumda değiliz. İlim de Allah’ın, sanat da. İlim gibi noksansız/mutlak güzellik Allah’a mahsus. İnsan nasıl ilmi arıyorsa, güzelliği de aramalı keşfetmeli; ibda etmeli. Geçmişte bunu en güzel şekilde yaptık.

Son yıllarda dindarlaşma eğiliminden sıkça söz ediliyor. Bunun doğruluğuna güzellikleriyle tezahür etmedikçe inanmalı mıyız? Bu soruyu herkesin düşünmesi gerekiyor. Dergimizin bu sayısında editörlüğü üstlenen Dr. Maksut Yiğitbaş ve Mehmet Kurtoğlu’na, dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Muhammed Enes Kala’ya teşekkür ederim.

TYB Akademi 23 / Estetik Sayısı

Mayıs 2018

Bu haber toplam 1835 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim