• İstanbul 16 °C
  • Ankara 21 °C

D. Mehmet Doğan: Karadeniz, Karadeniz gelen düşman değil biziz!

D. Mehmet Doğan: Karadeniz, Karadeniz gelen düşman değil biziz!
Karadeniz manzarası (peyzajı), yeşilin türlerinin sürekli tekrarından ibaret, seyredeni sonsuza götüren bir güzellik. Denizin açıktan koyuya yüz türlü mavisi; yeşilin tirşeden, fıstıkîden neftiye, zeytunîye sayısız çeşitleri...

Karanın tümden yeşil olduğu bu coğrafyada insan elinin yapacağı en güzel şeyi atalarımız deminde yapmışız. Evlerimizi, camilerimizi, hatta resmî yapılarımızı bu güzelliğe tabiî olarak eklemişiz.

Göz alabildiğine yeşilin bir yerinde, ansızın bir ev. Fakat ölçülü, mütenasib ve ekseriya tabiî renklerde bir yapı. İşte bu manzarayı resimleştiren, tablolaştıran bir dokunuş. İnsan eliyle tabiata yapılan güzel bir ilave.

giresun.jpg

1980’lerde Karadeniz seyahatimizde böyle yapıların uzağından, yakınından, hatta içinden geçmiştik. O kadar çoktu, yaygındı. Ya şehirler? Henüz betonun çok fazla müdahil olmadığı şehirlerde, kasabalarda değişen bir durum yoktu. Her bir şehrin, kasabanın, köyün resmini çekip evinizin, işyerinizin duvarını süsleyebilirdiniz. Bizim yapıcı ustalarımız âdeta ressam gibi çalışıyordu. Evlerin yatay âhengini, minareler hareketlendiriyor, resme adeta yeşillik içinde selvilerin rengini katıyordu.

Bu şehirlerin ahalisi ressamların tablolarına bakacağına, pencerelerden manzarayı temaşa ediyordu. Gözün her gördüğü bir tablo idi. Hem de sürekli değişen bir levha. Kış resmi, yaz resmi...Bahar tasviri, güz tasviri. Renk ahengini harekete geçiren, yenileyen yağmurlar, rüzgârlar...

Bu canlı tabloları yüzyıllarca seyrettik.

Güzellik tabiî halimiz oldu.

Ölçüyü dört yaşında okumaya başlarken öğrenirdik, bir harf kaç elif miktarı çekilecek... Kıraat ölçüden ibaretti... Tecvid, kıraatı güzelleştirmek için harflerin çıkış yerini, uzunluğunu ve kısalığını, genişlik veya darlığını, incelik ve kalınlığını hassasiyetle gözeterek okumaktı.

Yazarken bellerdik, yazı o zaman hat değildi, “hüsn-i hat”tı, yani güzel yazı... Kalem kamıştı, aynı zamanda ölçülü yazı kaidelerine de kalem denilirdi. Yazmak uzun süre ve sabırla müsvedde yapmak, karalama yapmaktı. Ölçü ancak böyle el alışkanlığı olurdu, kalemin her hareketinin bir değeri vardı. Bunlar yapılmadan icazet alınamazdı. Böylece harflerin büyüklükleri kalem ucuna göre talim edilerek öğrenilirdi. Noktaların tekrarı harfleri meydana getirirdi...Boyu kaç nokta, karnı kaç nokta olacak? El alışkanlığı göz alışkanlığına döner, bütün yapılanlarda bu ölçü, bu oran veya tenasüb gözetilirdi.

Şimdi öyle mi ya?

Yaptıklarımızın ölçüden ibaret olduğu dönemden, tamamen iddia olduğu bir devre geldik. Son Giresun seyahatimizde bu iddiada nihaî hadde, kibrin burcubâlâsına yaklaştığımızı hissettim. Güzelim tabiat beton canavarının dişleri arasında kalmıştı. Bu tür şeddadî binaların büyük çoğunluğunun son yirmi yılda yapıldığını da kaydedelim.

Bunlar olurken bir kurtarma telaşının da olduğunu gözden uzak tutmayalım. Giresun’da da tarihî yapılar onarılıyor, bazıları yeniden yapılıyor. Zeytinlik’te onarılan tarihi evlerin herbiri bir biblo, minyatür. Şehrin diğer semtlerine göre Zeytinlik farklı bir estetiğin hatırılatıcısı olmaya devam ediyor.

Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra cami yapımı istisnalar dışında yasaktı. 1950’den sonra cami dernekleri çok sayıda cami yapımına girişti. Bunların büyük çoğunluğu güzellik hissimize hasar verici nitelikte idi, çünkü ölçüyü ve tenasübü kaybetmiştik. Giresun’da Gülburnu’nda 1951’te yapılan bir cami var ki, yerini beğenen ve bize de “aşkolsun” dedirten bir güzellik.

Denizin kıvrımları arasında bir uzantıda, seki üzerine kondurulan taş ve ahşap yapı harap imiş, onarılıp ibadete açılmış...

Yıl 1951...Hâlâ eli ölçülü taş ustalarımız varmış demek ki! Camiye taş bir minare ve klasik tarzda bir de şadırvan eklenince güzellik katlanmış âdeta...

Karadeniz Karadeniz! Dilimde denizcilerin o marşı. “Gelen düşman değil biziz.” Yani korkma, bizden zarar gelmez!

Öyle mi gerçekten? Giresun’un Yavuz Sultan Selim Camii’ni 1930’larda yıkıp arsasını parka çeviren biz değil miyiz? Gülburnu gibi bir mevkideşehir merkezinde, hükümet konağının altında denize doğru uzanan kayalıklar üzerinde beş asırlık bir cami, hatta külliye...Şimdi yerinde yeller esiyor!

Bilmem ki, Yavuz’un camii Gülburnu camii gibi ihya edilir mi? Bildiğimiz şu: Belediye bir kilisenin çan kulesini saat kulesine dönüştürerek Yavuz’un camiinin bulunduğu mevkiye dikmiş!

Geçelim tarihi. Karadeniz’in güzelliklerini devasa beton bloklarla tüketen biz değil miyiz?

“Allah güzeldir, güzeli sever!” Bizse güzelliğe savaş açmışız!

Denecek ki, “şehrin nüfusu artıyor, konut meselesini çözmemiz lâzım.” Herkesin binek arabasının olduğu, ulaşımın kolaylaştığı, mesafelerin yaklaştığı bir devirde güzelliklerimizi koruyarak evlerimizi biraz uzağa ve daha elverişli yerlere yapsak, bir sürü şehircilik meselesi başımıza dert olmayacak!

Bu haber toplam 2197 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim