• İstanbul 25 °C
  • Ankara 30 °C

D. Mehmet Doğan; Türkiye’nin Kültür’e Bakanı

Fahri TUNA

Kör Kuyu’dan / Fahri Tuna

Yaşa’yan Akif’..

Yaşa’yan Türkçemiz de.

Türkçenin yakıştığı kalem.

Muvafıklığınca, hatta daha çok, muhalif kalem.

Özü sözü yüzüyle Anadolu o.

Şöyle böyle bir yarım asır önceydi. Bin dokuzy üz altmışların sonları olmalı. Çok sevdiğimiz ilkokul öğretmenimiz Seyfettin Ayçiçek, Cumhuriyeti anlatıyordu. Ne güzel, ne çok, ne etkili anlatıyordu Hilafetten Cumhuriyete geçişi ve Atatürk’ü. Sınıfça mest hâlde, kendimizden geçmiş, mutlu mesut dinliyorduk. Okulun en acar öğrencisi (okul dediysem, yirmi sekiz öğrenciden oluşan, kimisi birinci, kimisi ikinci üçüncü, bazıları dördüncü ve beşinci sınıfa giden – birleştirilmiş- tek derslikli bir avuç köy okuluyduk) parmak kaldırdı:

‘- Cumhuriyeti Atatürk icat etti değil mi öğretmenim?’

Öyle ya, bu kadar muhteşem bir şeyi, ancak bir Türk, en büyük Türk Atatürk icat etmiş olmalıydı..

‘- Hayır çocuğum; Atatürk değil Avrupa icat etti Cumhuriyeti. Onu Büyük Atatürk, Batı’dan aldı ve çok sevdiği Türk Milletine armağan etti.’

Adeta yıkılmıştı acar öğrenci. Büyük hayal kırıklığı içerisindeydi. Olamazdı. Atatürk icat etmeliydi, bir Türk icat etmeliydi böyle güzel bir şeyi.

Hayal kırıklığına gark olan o acar öğrenci bendim.

Ve bir kelime daha öğrenecektim o gün, bir daha aklımdan- ömrümce- hiç çıkmayacak olan bir kelime: Batı!

Üzerinden on sene kadar geçmişti. Lise son sınıftaydım artık. Derslerden arta kalan zamanlarda – ne derslerden arta kalanı, sınav akşamlarında bile ‘Buhara Yanıyor’ları elimden bırakamayıp ertesi gün yazılıda zar zor geçer not aldığım  – kitap okumaya çalışan meczupluk günlerimdi. Elime bir kitap geçti. Adı ‘Batılılaşma İhaneti.’

Okumaya başladım, Okudukça aklım da karışmaya başladı. Aman Allah’ım. Bu neydi böyle. Yoksa, yoksa. O hayran olduğumuz ‘Batı’, başka bir şey miydi.

Aman Allah’ım; biz ‘Batılılaşarak’ kendimize, özümüze, dünümüze ‘ihanet’ mi etmiştik yoksa.

Yazar adeta, ne adetası düpedüz, yakın tarihle hesaplaşıyordu.

D. Mehmet Doğan ile tanışmam o gün oldu, ‘Batılılaşma İhaneti’ kitabıyla.

‘Aklımızı karıştıran adam’dı artık o benim için.

Sözlükleri sevemedim ben. Türkçeyi ne kadar çok seviyorsam, sözlüklere o kadar uzağımdır; nedenini bulamadım. Belki her sene başında ‘sözlük alma’ mecburiyeti getirilmesindendir, belki de hemen her birinin soğuk yüzlü, bilgiç bakışlı, kibirli edalı ve sevimsiz duruşlarındandır, bilemem.

Bunların bir tek istisnası var: ‘Büyük Türkçe Sözlük.’

Onunla Yeni Şafak’ın biz abonelerine armağan ettiği günlerde tanıştık ahbap olduk. Tanışıklığımızın üzerinden şöyle böyle, hiç yoksa bir çeyrek asır geçmiştir. Hangi kütüphanede karşılaşsak onunla, bana göz kırpar, el sıkışır, hâl hatır ederiz.

En son bir ay kadar önce Aksaray’da, yedi asırlık Zinciriye Medresesi Kütüphanesi’nde, girişte sağ duvarda, ortalarda alttan üçüncü gözde soldan ikinci sırada baktım bir kitap bana göz kırpıyor: Hoş geldin diyor. Hoş bulduk denilmez mi yirmi beş yıllık dosta. Kucaklaştık. Hâl hatır, hoş beş. Görenler şaşırdı tabii.

Değerliydi, farklıydı, özeldi o sözlük bizim için. Çünkü onu bize D. Mehmet Doğan Ağbi armağan etmişti. Bize yani Türk Milletine.

Geçenlerde sordum: ‘Mehmet Ağbi, ‘Büyük Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı kaç oldu?’

‘Yüz on sekiz bin beş yüz Fahri’ diye cevapladı kendileri.

D. Mehmet Doğan ismi, gençlik yıllarımın efsane isimlerinden birine dönüştü zaman içerisinde.

Bitmek bilmeyen, arada bir soluklanıp tekrar harekete geçen, bin bir kılıkla Türk Milletinin üzerine üzerine gelen, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubatlarla ‘postal giyerek’ halka posta koyan ‘Batılılaşma İhaneti’ çabalarına karşı bir kale, bir sur, bir serdengeçtiydi adeta D. Mehmet Doğan ismi.

Kâh Yunus’tu, kâh Dedem Korkut; bazen Malkoçoğlu’ydu bazen Seyyit Battal Gazi. Kimi zaman Şeyh Edebalı oluyordu kimi zaman Molla Kasım.

Ama en çok Hacı Bayram’dı o; en fazla Hacı Bayram’dı, en sık Hacı Bayram’dı, evet.

Arada bir de Nasreddin Hoca.

‘Batı’ya, ‘Batılılaşma’ya karşı o hep ‘Anadolu’ydu.

Anadolu’da, Anadoluca, Anadoluyla.

D. Mehmet Doğan iliklerine kadar ‘Anadolu’ydu zira.

Gıyabi tanışıklığımız şifahiydi önceleri. Gün geldi vicahiyeye yani ruberuya-yüz yüzeye dönüştü: RTÜK üyesi olduğu günlerdi. Bin dokuz yüz doksan altı sonuydu. Kültür Müdürlüğünü yürüttüğüm belediye olarak onu merhum Akif’in 60. Ölüm Yıldönümü’nde Adapazarı’na konferansa getirmiştik. Konferans sonrası, artık olmayan o meşhur ASM’nin üst katında tavşan kanı çayların lezzetine beş basan harika muhabbetle başladı dostluğumuz.

O gün bugün ben onun ‘Azizim’ dediği ‘kardeşi’ oldum, o benim ‘Mehmet’lerin en hası’ diye hitap ettiğim ‘Ağbi’m.

Yirmi yılda onlarca yüz yüze, yüzlerce söz söze konuşma görüşme hatıralarla bezeli bir dostluk bizimkisi.

Urfa’dan Yozgat’a, Mardin’den Edirne’ye Çankırı’dan İstanbul’a, Malatya’dan Aksaray’a; ben ‘neredeysem’ Mehmet Ağbi de ‘orada’dır kuşkusuz, bilirim. Şeksiz şüphesiz, mazeretsiz ivasız gelir, katılır zenginleştirir programlarımızı. Ne zaman arasam, bir yere davet etsem, ‘Nereye, kime?’ diye sormaz, tek baktığı takvimidir, ‘uygun muyum o tarihte’ diye.

O gönüldendir, gönüllüdür, gönülcedir.

O bir gönül adamıdır.

Gönül, vefa, muhabbet.

Bana TYB Sakarya Şubesi’ni kurdurtmak istedi senelerce. Kendimce, kendimle, kendimden mazeretlerle erteledim bu isteği. En son iki bin dokuzda değerli yazar çizer arkadaşlarımla birlikte kurdum. Mutluluğunu unutamam.

On ikinci şubesini kurmuştuk biz TYB’nin otuzuncu yılında.

Bugün Türkiye sathında on beş şubesi, on sekiz temsilciliği, iki bin beş yüz üyesi olan dev bir kuruluştan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden, kısaca biz ona TYB diyoruz, TYB’den söz ediyorum.

Orta halli bir siyasi parti kadar güçlü örgütlü diri ve millî bir kurumdan söz ediyorum.

Bu ‘dev yazar teşkilatı’nın başı da kurucusu da omurgası da, neferi de hedef çizeni de başkomutanı da odur.

TYB’nin dünü de odur, bugünü de. Yarını da odur.

TYB eşittir D. Mehmet Doğan’dır.

Övgü de eleştiri de bunadır, bundandır, buncadır.

Bunca yıllık dostluğumuzda bana tek sitemi olmuştur: ‘Şubeyi kurup bir dönem sonra niye arkadaşlarına devrettin. Kalmanı istediğim halde niye ayrıldın. Senden sonra o şube bitti Fahri’ yakınmasıdır.

‘Yok ağbi bitmedi, her dönem bir başka arkadaşı başkan yapıyoruz. Onlar da güzel işler yapıyorlar, biz de destekçisiyiz’ desem de, yeterince ikna edemedim, edemiyorum Mehmet Ağbi’mi.

Bir derneği bir vakfı bir kulübü bir şubeyi kuranın üç dört hatta beş dönem kurumun başına çöreklenmesine, bir süre sonra o kurumu ‘tapulu malı’na dönüştürmesine karşı olmuştum hayatım boyunca; hâlâ da karşıyım.

Bizim şubede, kurucusu olarak, bir düzen kurmuştum, dört dönemdir de devam eden bir sistem: Bu dönemin ikinci başkanı bir sonraki dönemin başkanı olacak, bu dönemin muhasibi de bir sonraki dönemin ikinci başkanı, daha sonraki dönemin de başkanı olacak. Hem derinlik hem genişlik hem de köklülük kazandırmaya yönelik bir sistemdi getirdiğim. Dört dönemdir de uyguluyoruz.

Başarısız olduk mu, hayır! Peki başarılı olduk mu, ona da hayır! Yüz üzerinden maalesef altmış beşlik belki yetmişlik bir başarı tutturabildik.

Mehmet Ağbi’nin sitemi bunadır. Buna ve bana.

İtiraf edelim; ‘bizim mahalle’de Ankara pek sevilmez.

Bunun pek çok ‘haklı’ sebepleri olabilir.

‘İstanbul merkezli’yizdir biz, nedense. İstanbulla düşünür, İstanbulla sever, İstanbulla kızarız, doğru yanlış. Şuuraltımız İstanbulcudur bizim, doğru.

Ben de ‘A-kara, makara, en kara, Ankara’yı yazmış adamım.

Ama.

Ama bir adam çıktı, ‘Ömrüm Ankara’yı yazdı. O adam bize Ankara’yı sevdirdi.

Ben o kitaptan sonra Ankarasever oldum artık; her Ankara’ya gidişimde Taceddin Dergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyorum.

Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizce.

Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş.

O kitabın yazarı da D. Mehmet Doğan.

Bizi Ankaralı yapan adam.

Onun ‘Molla Kasım’lığı bilinir en çok.

Yanlışla, yanlışlarla mücadelesi, ‘doğrultma’ çabaları.

Pek bilinmez; o aslında bir o kadar da ‘çağdaş Nasreddin Hoca’dır.

Hemen her sohbette sözü açar, sonra ona tevdi ederim: ‘Arkadaşlar, aramızda - hepinizin de iyi bildiği gibi - yüz on sekiz bin beş yüz kelimelik Büyük Türkçe Sözlük’ün yazarı D. Mehmet Doğan Ağabeyimiz de bulunuyor. Onun Türkçemize büyük bir vukufiyetini hepiniz iyi biliyorsunuz…’

Herkes kulak kesilince sözlerime, topu penaltı noktasına doğru ortalarım:

‘Umarım bizi kırmayacaktır kendileri. Mehmet Ağbi, Toyota ve Hunday markalarının nasıl Türklere olan muhabbetten ortaya çıktığı hakikatini paylaşabilir misin dostlarımızla…’

Mehmet Ağbi derin bir nefes alır, o her zaman ki ciddiyeti, anlayanların fark ettiği muzip bakışları eşliğinde: ‘Fahri haklı aziz dostlarım.’ Diye başlar söze; Japonların Türklere olan sevgi ve vefasından ötürü nasıl ‘düğün arabası / toy – atı’ndan yola çıkarak Toyota markasını, Korelilerin de Türk Dayılarına yani Hun Dayılarına olan minnet muhabbet ve takdir duygularıyla nasıl Hundai markasını ürettiklerini anlatır.

İşin içine Etimoloji, Tarih, Sosyoloji, Türkoloji, Psikoloji, Antropoloji bilimleri de girmiştir şimdi. Dinleyenler hem şaşkın hem de mutludurlar. Ertesi gün iş yeri muhabbetinde çevresindekilere bu ‘tarihi bilgiyi’ nasıl ballandıra ballandıra anlatacaklarının hayali içindedirler. Zira ‘büyük bir Türkçeci’den ‘büyük tüyo kapmış, büyük bir sırra vakıf olmuş durumdadırlar. Kendilerini özel ve şanslı hissetmektedirler, hem de iliklerine kadar.

Teşekkür ve takdir bakışlarıyla kendisine yönelmiş gözlerin sahiplerine, muhabbetin son bombasını koyar D. Mehmet Doğan:

‘Bu anlattıklarımın hepsi şakadır aziz dostlarım. Böyle bir şey yok…’

Kahkahanın bini bir paradır artık.

D. Mehmet Doğan, Türkiye’nin seksen bir ilinde en az onar dostu olan ‘özel ve güzel’ bir adamdır.

Benden duymuş olmayın: Mehmet Doğan istesin, yirmi dört saatte parti kurabilir!

Şaka yapmıyorum vallahi; bunu başarabilir. Hem de sadece 81 kurucu ile değil, seksen bir ilin, il ve ilçe yönetim kurulu üyelerini de Yüksek Seçim Kurulu’na yirmi dört saatte teslim edip seçime katılabilir. Her şehirde güvenilir / mutemet dostları vardır onun.

Bu güçte bu sevgide bu karizmada adamdır D. Mehmet Doğan.

Ama yapmaz.

Neden yapsın.

Zaten iktidardaki adamdır o.

Muhalefetin biteviye iktidarında.

Biraz Sezai Karakoç, biraz Nuri Pakdil, biraz Necip Fazıl, daha çok Akif’tir o.

Ama en çok Nurettin Topçu’dur.

Nureddinîdir, Nureddin’dendir, Nureddin’cedir.

Bu da ona çok yakışmaktadır.

Akif bizim en ‘bilinmez meşhurumuz’dur aslında.

Bazen hiç konuşulmadan, bazen çok konuşularak unutulmuş, unutturulmuştur.

Bu ‘Milli Nisyan’a  karşı kırk yıldır direnen bir yiğit adamdır D. Mehmet Doğan.

Eğer o ve kurumu TYB olmasa, ısrarla direnmese, gündeme getirmese, hatta hatta savaşmasa, bugünlerdeki ne Akif Günleri, Haftaları, Enstitüleri olur, ne İstiklal Marşı’mızın yazıldığı Taceddin Dergâhı kalırdı ortada.

Akif’te gelinen nokta, tek kelimeyle onun zaferidir.

Zaferi gururu doğrusu.

Bu şeref senindir Mehmet Ağbi.

‘Büyük Türkçe Sözlük’teki ‘vefa’ ibaresine en güzel örnek bu olsa gerektir.

Adaşına vefa üstelik. Minnettarız ‘iki Mehmet’e de.

Ayrıca Akif, şairdir ya, şiiri hikâyedir aynı zamanda, denemedir de. Asıl sosyal yaralara parmak basan, çözüm arayan, çözümler öneren bir düşünce adamıdır Akif.

Bu fakire göre de, günümüzün Akif’i D. Mehmet Doğan’ımızdır.

Çağdaş Mehmet Akif’imiz o bizim.

Yüzü gözü sözü Anadolu olan adamdır o.

Yüzü gözü sözü Türkçe olan adam.

Saf sade sadecedir o.

Duru, sakin, tumturaksız.

Olduğu gibi adam.

Olduğu gibi Anadolu.

Özetle, kimdir D. Mehmet Doğan?

Büyük bir yazardır, evet.

Büyük bir Türkçecidir evet.

Büyük bir organizatördür evet.

Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıdır evet.

Tevazu edep haya vefa adamıdır evet.

Yiğit adamdır, mücadele adamıdır, sessiz bir devrimcidir evet.

Balkanlar’dan Türk Cumhuriyetlerine… nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardır, dostudur destekçisidir evet.

O ülkemizin kültüründen sanatından edebiyatından sorumludur evet.

Evet; o bu ülkenin kültüre bakanıdır.

D. Mehmet Doğan; Türkiye’nin kültür’e bakanı.

fahri-dogan.jpg

Bu yazı toplam 911 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim