• İstanbul 21 °C
  • Ankara 20 °C

Doğu Türkistan’da 2. Endülüs Vakası Yaşanıyor!

Doğu Türkistan’da 2. Endülüs Vakası Yaşanıyor!
Doğu Türkistan ikinci Endülüs olma yolunda. Müslümanlara yönelik zulümler işkenceler artarak devam ediyor. Dünya sağır ve dilsiz.

İslam alemi kukla yöneticiler tarafından ümmeti ilgilendiren meselelere uzak tutuluyor. Doğu Türkistan Ümmetin yetim evladı durumunda. Sahip çıkanı yok. Çin bu sahipsizlikten güç alarak soykırıma devam ediyor. Doğu Türkistan ümmetin esaslı imtihanı durumunda.

Doğu Türkistan üzerine önemli çalışmalara imza atan İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Ensitüsü Öğretim üyesi Doç Dr Ömer Kul ile Doğu Türkistan’daki sıcak gelişmeleri ve neler yapılabileceğini konuştuk.

Röportaj: Fatma Gülşen Koçak

Doğu Türkistan’daki son durum hakkında bilgi verir misiniz?

Doğu Türkistan 1879 tarihinde Çinli komutan Zou Zong-tang tarafından işgal edilmiş, kadim Türk-İslam yurdu 18 Kasım 1884 tarihinde Çin Meclisi’nin aldığı bir kararla adı Xin-jiang/yeni elde edilmiş torak olarak değiştirilerek Merkezi Çin’e bağlanmıştır.

Her ikisi de 12 Kasım olmak üzere 1933’te Kaşgar’da ve 1944 ‘te Gulca’da bağımsız iki devlet kurulmasına rağmen, Çin ve Rus işbirliği ile bu devletler kısa sürede ABD ve İngiliz desteği veya göz yumması neticesinde yıkılmıştır.

1949 yılında bütün Çin’e olduğu gibi Doğu Türkistan’a da Komünist Mao önderliğindeki Kızıl birlikler hakim olmuş, Doğu Türkistanlılar “vatan için vatandan ayrılmak” şiarıyla tarihin en dramatik göç hadisesine başlamışlardır. Onbinlerce kişinin çıkmış oldu bu hicret, 1952 yılı Mart ayında Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla sadece 1850 Doğu Türkistanlının ülkemize iskanlı göçmen olarak yerleştirilmesiyle yeni bir döneme girmiştir.

Doğu Türkistan, 1955 yılında Komünist idare tarafından “Xin-jang Uygur Özerk Bölgesi” ilan edilerek başına kukla bir Uygur’un atandığı fakat bütün yetkinin Çin Komünist Partisi Xin-jiang (Doğu Türkistan) Bölge Genel Sekreterinin elinde olduğu yeni idari statüsüne kavuşturulmuştur.

Denilebilir ki, Çin zulmü son dönemlerde değil, işgal edildiği 1877 tarihinden beri Mançu Hanedanlığı (1911’e kadar), Guo-Min-Dang/Milliyetçi Çin (1911-1949) ve Komünist Çin (1949’dan günümüze) dönemlerinden beri var olmakla beraber 2016 yılından beri akıl almaz bir şekilde devlet eliyle yürütülen dini, milli ve kültürel bir asimilasyon ve soykırıma evrilmiştir.

Bugün doğu Türkistan’da BM2ye göre 1 milyonun üzerinde, bizim aldığımız haberlere göre 3 ila 5 milyon arasında insan “aşırılıkla, ayrıcılıkla mücadele ve komünist partiye koşulsuz sadakat” prensipleri doğrultusunda tecrit kamplarına tıkılmış, zikredilen bu kamplardaki uygulamalar Hitlerin nazi kamplarına rahmet okutacak duruma gelmiştir.

Yine bölgeden alınan haberlerde “Kardeş aile projesi” adı altında her Doğu Türkistanlı’nın evine bir Çinli istihbarat elemanı 1 ila 3 ay müddetince yerleştirilmekte, bu kişilerin aile hakkındaki raporları ailelerin toptan veya bireylerinin hapse veya tecrit kamplarına tıkılması için yeterli görülmektedir.

Bununla beraber doğu Türkistan’da hayat yüz tanıma sistemleriyle donatılmış kameralarla bir nevi açık hapishaneye çevrilerek hür dünyadan izole edilmiş vaziyettedir.

Doğu Türkistan’da camilere giriş kartı ile girilmekte, son dönemlerde kentsel dönüşüm adı altında tarihi camiler yıkılmakta, yıkılmayan birçok cami bar, pavyon veya turistik tesis olarak kullanılmaya başlanmıştır.Gündüz vakt, bilhassa Ramazan aylarında sokaklarda içki içme yarışmaları düzenlenmekte, katılmayanlar radikal dinci veya aşırıcılıkla suçlanarak tecrit kamplarına tıkılmaktadır.

Tecrit kamplarına benzer adına “melek evleri” dedikleri ve 3-13 yaş arasındaki çocukların tam bir Çinli olarak (giyim kuşam, yeme içme, oturma kalkma, dünyevi ve uhrevi hayata dair ne varsa) yetiştirildikleri kreşlere alınmaktadır. Genç kızlar rızaları dışında, aşırıcı veya ayrılıkçı olmadıkların ispat için Çinli erkeklerle evlendirilmekte, direnenler kamplara aileleriyle birlikte, Çinli devlet adamlarının ifadesiyle hastalıklı düşünceleri dolayısıyla tedavi edilmek üzere gönderilmektedirler.

Daha birçok aşırı insan hakları ihlallerinin yaşandığı Doğu Türkistan, Çin devletinin resmi siyasetine göre tam bir asimilasyona uğratılmakta, topluma liderlik edebilecek insanlar tecridi olarak kamplarda veya hapishanelerde ölüme sürüklenmekte, ölümü yaklaşanların organları devlet eliyle ticari meta olarak kullanılan bir süreç yaşamaktadır. Yaşananlar insanım diyebilenlerin hafsalasının almadığı bir boyuta ulaşmış olup, şayet tepki konumadığı takdirde tarihin “2. Endülüs vakası” olarak adlandırabileceği bir sürece sürüklenmektedir.

Doğu Türkistan davasına İslam ülkelerinin ilgisizliğini, kayıtsızlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, üzülerek ifade etmeliyim ki, hangi İslam ülkeleri veya İslam ülkesi var mı dye ben size sormak isterim. İslam ülkesinden kasıt Mısır mı, Suudi Arabistan mı, BAE mi, Suriye mi, İran mı, Pakistan mı? Hallerinin, başlarında bulunan yöneticilerinin durumlarını anlamak veya ülkemize karşı tutumlarına baktıkça resmi daha net görmek mümkün. Ben şahsen İslam ülkesi olduğuna inanmıyorum. Onun için de neden ilgisizler veya kayıtsızlar sorusu beni üzmüyor. Yine de sorunuza, sanki varmış gibi cevap verecek olursam; Müslüman halk bir tarafa, yukarıda isimlerini zikretmiş olduğum devletleri İslam ülkeleri olarak ifade edecek olursak, bunların Doğu Türkistan’da yaşananlara ses çıkarmamasını;

  1. Şuursuzluklarına,
  2. Çin’in sinsi siyaseti ile ele geçirilmiş olmalarına,
  3. Çin’den menfaat sağlayanların, bu menfaatlerinin kesilmemesini istemelerine,
  4. Çin ile geriye dönüşü mümkün olmayan ekonomik işbirliği içine girmelerine,
  5. Ekonomik sıkıntıda olan ülkelerin Çin’den aldıkları kredileri geriye ödeyecek güçlerinin olmamasına
  6. Denge siyaseti adına Çin’i bir koz olarak kullanabiliriz düşüncesiyle yaşananlara ses çıkarılmamasına bağlayabiliriz.

Doğu Türkistan Meselesinin çözümü sizce nedir?

Çözümü zor bir konu lakin benim gördüğüm en iyi senaryo Çin’in aynen 1991’de Sovyetler Birliğinde olduğu gibi bir dağılma süreci yaşaması. Bunu uzak bir ihtimal olarak görmediğimi ifade etmeliyim. İkinci ihtimal ise aynen Doğu Tümor melesinde olduğu gibi, konunun BM gündemine getirilip bir plebisit/halk oylaması yapılabilir. Çıkan kararın her kesim için bağlayıcılığı olabilir. Üçüncü şık ise, şayet bir İslam dünyasından bahsedebilirsek İslam İşbirliği Teşkilatı meselenin hangi şekilde olursa olsun bölgede sükunetin sağlanmasına katkı yapabilir. Çin devletinin en başta her şeyi reddeden siyasetinden vazgeçmesi ve bölgede istikrarın sağlanması dünya için önemli bir husus. Çünkü bölgedeki istikrarsızlık ve yaşananları devam etmesi, huzursuzluğun orayla sınırlı kalmayacağı bir dönemi beraberinde getirebilir. Böyle bir durum başta Çin olmak üzere, Çin’e komşu devletleri de etkileyecek, yeni bir Orta Doğu sendromunun Çin’de yaşanmasını beraberinde getirecektir.

Doğu Türkistan konusunda Türkiye’de negatif haber yayanlar, Doğu Türkistan mücadelesini gündeme getirenleri suçlayanlar ne yapmak istiyor?

Bu türden şahıs, kurum veya kuruluşların suçlayıcı dil kullanmalarını Çin ile olan ilişkilerine, bu ilişkilerdeki maddi çıkarlarına ve kör-kütük Batı düşmanlıklarına bağlamaktayım. Bu türden kişiler Çin’e sıkça davet edilmekte, gayet güzel ağırlanmakta, geriye dönüşlerinde de kollarının altına sıkıştırılan propaganda bilgileri yaymaları istenmektedir. Hatta bölgeye gidip, iyi bir tatil yapıp, henüz ülkeye dönmeden de tezvirat yaptıklarına maalesef şahit de olmaktayız. Toplumda binde bir bile karşılığı olmayan bu cenahın tezviratlarını ciddiye almamak gerekirse de, etkilemiş oldukları masum insanların da bu tezviratlara inanıp paylaşımlar yapması bizleri derinden yaralamaktadır. Bu türden insanlar arasında milliyetçi-mukaddesatçı şahıslar olması ise daha vahim bir durumdur. Meseleyi ABD’nin kayığına binmekle veya Amerikan menfaatine çalışmakla itham edenler, dönüp aynaya baksalar çok net bir şekilde Kızıl Ejder’in kucağında olduklarını göreceklerdir. Biz meseleye ne Pekin ne Washington ne de Moskova merkezinden değil, Ankara merkezli bakmamız gerektiğini düşünüyoruz. Ankara merkezli bakış, insan merkezli bakıştır. Aynen 1491’de İspanya’dan sürülen Yahudilere, 19. Asrın ikinci yarısında Polonya ve Macaristan sürülen insanlara, 1991’de Iraktan sürülen Peşmerge’ye ve 2012 sonrasında Suriye’den gelenlere baktığımız gibi. Böyle de bakılması gerekir diye düşünüyoruz.

Doğu Türkistan meselesinde Türkiye Hükümeti neler yapabilir?

Bizler fikirlerimizi sadece yazılı veya sözlü olarak kamuoyu ile veya uygun zeminde siyasilerle paylaşmaktayız. Bu konuda ülkemizin neler yapabileceğine dair fikirlerimizi gerekli yerlerle bundan önce olduğu gibi bundan sonra da paylaşmaya devam edeceğiz. Buradan ülkeyi yönetenlere akıl vermek bence doğru bir yaklaşım değil. Yukarıda bir kısmını zaten izah etmeye çalıştık. Meselenin BM gündemine getirilmesi, İİT’de müzakere edilmesi tabiki önemli, lakin bunlar kadar önemli iki husus ise;

  1. Türkiye’ye ulaşabilmiş Doğu Türkistanlıların hukuki süreçleriyle ilgili ivedilikle adımlar atılması (vatandaşlık, ikamet işlemleri, çalışma hakkı … vb)
  2. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Komünist devlet anlayışına her daim şüphe ile bakarak, bugüne kadar ülkemizde Çin lehine gelişen durumların olumluya çevrilmesi adına adımlar yapılması Doğu Türkistanlılar kadar ülkemiz adına da elzem bir durum haline gelmiştir. Çin’in stratejik limanlarımızı satın alması veya kiralaması, 3. Boğaz köprüsünün ve bağlantı yollarının %51 hissesinin satın alınması, K anal İstanbul ihalesini almak için girişimler yapmaları, madenlerimize dadanmaları, ticari mallarda Çin’in çöplüğüne dönen bir ülke haline gelmemiz, kibrit fabrikamızın bile kapatılıp Çin’den kibriti ithal eder hale gelmemiz, pirinç, sarımsak veya tırnak makasını bile Çin’den alıyorsak burada ciddi bir problem ar demektir. 2007-2017 yılları arasında Çinle ticaretimizin 250 milyar dolar civarında olması, buna mukabil 200 milyar doların Çin lehine, bizim aleyhimize var olması bizleri düşündürmeli. Gidişat bizi ekonomik anlamda tam bir Çin peyki haline dönüştürmeden yerli üretimi teşvik etmeli, yerli tüketime dönmeliyiz. Aksi takdirde Çin’in birer uydusu haline gelmiş olan Pakistan, Bruma veya yeni bir Kırgızistan olabiliriz ve bu riski şuan itibariyle iliklerimize kadar hissetmeliyiz.

Şuan Çin zulmü altındaki Müslümanlarla irtibat kurulabiliyor mu?

Kesinlikle böyle bir şeyden bahsetmek bile mümkün değildir. 2016 sonrası parçalanmış aileler, burada öksüz yetim ve dul insanlar halen daha aileleriyle irtibat kuramamaktadır. Doğu Türkistan’dan Çin devleti lehine çalışan bir kısım insanların bu süreçte gidip geldiklerine, bir kısmının aileleriyle irtibat kurduğu vaki olsa da bu tip kişilerin de Çin devleti kolluk kuvvetlerince ciddi takibata maruz kaldığı bilinmektedir. Doğu Türkistan’a buradan yardım getirelim deme şansınız dahi yoktur. İnsanlar Türkiye’ye seyahat ettikleri bahanesiyle hapse veya tecrit kamplarına tıkılırken, sizin irtibat kurmak gibi gayet normal ve medeni bir davranış telakki ettiğiniz husus, Doğu Türkistanlılar açısından çok büyük bir lüks olmaktadır. Zikredilen bölgede Ülkemizin dahi bir konsolosluğunun veya misyon temsilciliğinin açılmasının teklif dahi edilemediğini söylemek herhalde meselenin anlaşılmasına yeterli olacaktır.

Çin nasıl bir algı yönetimi uyguluyor?

Şayet Çin üzerine bir araştırma yaparsanız ve azıcık da olsa Çin devlet felsefesini öğrenirseniz Çin’in nasıl bir yönetim anlayışa sahip olduğunu da anlamanız mümkün olabilir. Şayet bu hususlarda bir fikriniz yoksa Çin’i ve ne yapmak istediğini anlamanız neredeyse imkansız hale gelir. Çinliye göre dünyada iki çeşit insan vardır. İlki medeni olan Çinliler, ikincisi ise “barbar” olan diğerleri. Barbarları medenileştirmek için onlara yapılacaklar sadece birer iyilik olur. Bu minvalde Doğu Türkistan’da bu yaşanan ağır insan hakları ihlalleri Çinlilere göre barbarların medenileştirmesi olup, onlara yapılmış birer iyiliktir. Bir başka husu ise Çin’in 36 hile dedikleri siyasetleridir ki, “Batı Bölge teorisi”de de ifade edildiği üzere Çin’in Bat bölgeleri (Türkistan veya Orta Asya toprakları) tanrı tarafından Çinlilere bahşedilmiş topraklardır ve buraları ele geçirmek onların medeni dünyasının olmazsa olmazıdır. Bu anlamada 2049 yılı Çin Komünist Partisinin dolayısıyla Komünist Çin devletinin 100. Kuruluş yıldönümünde “Tek Çin” dedikleri Tayvan’ı da kendilerine bağladıkları dünyanın hegemon gücü olma siyasetini yürürlüğe koymuş görünmektedirler. Bunun için daha çok enerjiye ihtiyacı olan Çin, daha çok üretmeli, daha çok satmalı ve 1,5 milyara yaklaşan nüfusunu hem doyurabilmek hem de onları başka ülkelerde, demografik yapıları da bozabilecek, bir iskan siyaseti gütmektedir. 10 yıl içinde Türkiye’de 1 milyonu İstanbul’da olmak üzere 10 milyon vatandaş olması hedefini söylemek meselenin vahametini anlamak açısından yeterli olacaktır kanaatindeyim.

Küresel anlamda Çin’i politik olarak zorlamak mümkün mü?

Global bir köy halin gelmiş dünyada, kendi başınıza bir devleti hele de 1,5 milyarlık bir ülkeyi idare etmeniz mümkün değildir. Yıllık ortalama %6 büyümek zorunda olan, bu büyümesini de dışa bağımlı olduğu bilhassa enerji açığı bakımdan zorunluluk olan gören Çin’in dış dünya ile temasını kesmesi mümkün değildir. Ürettiğini satmak zorunda olan Çin’in aynı zamanda büyük pazarlara ihtiyaç duyacağı da bir hakikat iken, bununla beraber global dünyanın bir parçası olmadan ayakta duramayacağı kesinken, Çin’in zorlanmaması düşünülebilir mi? Sadece Türkiye’nin bile Çin ile ilişkisini kestiğinde ortaya çıkabilecek kaosun neler olabileceğini Çin’in düşünmediğini zannetmeyin. Muhtemelen bu stratejik konularda Çin’in dünya ile diyaloğunu kesmeyeceğini, dahası kesmek istemeyeceğini söylemek abartı değildir. Son dönemlerde ABD ile Çin arasında “ticaret savaşları” olarak literatüre giren durumun Çin ekonomisini neredeyse batma noktasına getirdiğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Bu bağlamda Çin’in ABD’den ek 200 milyar dolarlık yeni ticari emtia almayı taahhüt etmesi ile barış sağlanmış görünmektedir. Ayrıca insan hakları ihlalleri bağlamında Çin tarihinin pek de temzi olmadığı bütün dünya tarafından bilinirken, uluslar arası ilişkilerin Çin’i her alanda köşeye sıkıştırabileceğini, sıkıştırmaya başladığını da görmek gerekir. Zor güner yaşamaya başlayan Çin’i Doğu Türkistan gibi Tibet, İç Moğolistan, Hong Kong, Demokratik Çinliler, Falungong ruhani hareketi de içeriden ve dışarıdan köşeye sıkıştırmaktadır.

Doğu Türkistan meselesini gündeme getirmek için nasıl bir çalışma yapılmalı?

Ülkemizde STK’lara bu konuda büyük görevler düşmektedir. Ulusal ve yerel basında konu gündemden düşürülmemeli, nümayişler düzenlenerek ülkeyi yönetenlerin eli kuvvetlendirilme. Ses çıkarmayalımdan ziyade ne kadar çok ses çıkarılırsa Çin’in geri adım atacağı dahası Türkiye’nin meseleyi BM gündemine getirmesi veya Çin ile yapılacak ikili görüşmelerde elini kuvvetlendirmesine katkı yapacaktır. Konferanslar, TV-Radyo programları, gazete mülakatları bu süreçte önemli yere sahip. Sosyal medya olmazsa olmaz gibi durmaktadır. Sadece Doğu Türkistan’da yaşananların değil, Çin’in Türk-İslam dünyası hatta insanlık için bir tehlike olduğuna dair kamuoyu bilinçlendirilmeli, Yerli üretim-yerli tüketime dair yeni bir dönem devlet eliyle başlatılmalı. Meselenin BM gündemine taşınması için ayrıca STK’larımıza da büyük sorumluluklar düşmektedir.

Yeni Akit

Bu haber toplam 1077 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim