• İstanbul 23 °C
  • Ankara 20 °C

'Gerçek' Türkçe'ye gitmeliyiz

'Gerçek' Türkçe'ye gitmeliyiz
Oscar törenlerinden sonra sosyal medyadan çıkıp hepimizin gündemine giren selfie çılgınlığı, beraberinde yeni bir tartışmayı da getirdi.


Oscar ödül töreninde bir grup sanatçının yapmasıyla tüm dünya gündemiyle birlikte Türkiye’nin de gündemine giren bir kelime/kavram var biliyorsunuz; selfie. Son günlerin revaçta kavramı selfie’ye, bu kelimenin ortaya çıktığı sosyal medyada Türkçe karşılık arama çabaları da başladı malumunuz. Yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar üreten Türk Dil Kurumu’nun da teklif ettiği söylenilen bazı kelimeler vardı. Önce oradan başlayalım müsaade ederseniz. Bir dile yeni gelişmelere bağlı olarak kelime eklenmesinin bir usulü, yöntemi var mı?

“Selfie”den başlayalım. Bu kelime düne kadar bizim için ingilizce sözlüklerde yer alan sıradan, masum bir kelime idi. Şimdi geniş teşhircilik imkânları barındıran bulaşıcı bir kavrama dönüştü. Bu imkânın nasıl kullanıldığını, mahremiyetin nasıl şedit bir darbeye maruz kaldığını kısa bir internet gezisi ortaya koyar!

Diller birbirinden kelime alır, bu tarih başlangıcından beri bilinen bir şey. Aktif diller, hâkim diller, hükümranların dilleri daha çok kelime verir, böyle olmayanlar daha az verir ve çok alır. Eğer dile yeni giren kelime karşılık bulmazsa, anlam alanı bir süre tam belli olmaz. Sıradan vatandaş yabancı kelimenin delalet ettiği mânayı bilemez. Self kelimesini duymuştur, self-servisden haberi vardır, ama bunun selfie ile ilişkisini ekseriya kuramaz.

Bütün dünyada bu alışveriş son yıllarda çok hızlandı. Tabii verenler az, alanlar çok. Türkiye/türkçe de alanlardan. Alırken, kendi dilimizden karşılık bulduğumuz bir hayli kelime var. “Sanal” bunlardan biri.

Sanal “virtual”in tam karşılığı mı? Bu şüpheli. Virtual, “bilkuvve, tasavvurî, gözle görülen, mukadder, takdirî” olarak karşılanmıştır. Sanal’ın esasen imaginary-hayalî, muhayyel karşılığı olduğu söylenebilir. Her neyse, artık “sanal” deniliyor. İran’da “mecazî” denildiğini da kaydedelim.

Bazı diller var ki, gelen bütün kelimeleri kabul eder. Bazı diller de kendi kelimeleri ile ifade eder veya kelimeyi kendine uydurur. Türkçenin 19. yüzyılda böyle güçlü bir dil olduğunu söyleyebiliriz.

19. Yüzyıl bizim için batının ilminin, tekniğinin, edebiyatının, sanatının iktibası-tercümesi çağıdır. Bu tercüme dönemi dilimize çok sayıda kelime kazandırmıştır. Bu kelimelerin çoğu arapça köklerden yapılmıştır. Bunda da acayiplik yoktur, batıda kelime yapımı için başvurulan dil İncil’in dili olan Latincedir. Osmanlı bir medeniyet dili inşa etmek istemiştir, bu yüzden Kur’an’ın dilini seçmiştir. Fakat bu kelimeler arapçada yenidir, dolayısıyla anadili arapça olanların de bilmediği kelimelerdir. Osmanlı böyle bir karşılık bulduğunda, hem türkçe için, hem farsça için hem de arapça için bunu yapmıştır. Nitekim bu kelimelerin büyük çoğunluğu bu dillerin ortak kelimeleri olmuştur.

Dil devrimi bir medeniyet değiştirme hamlesi idi. O yüzden medeniyetimizin kelimelerini bıraktık, yeni kelimler uydurduk. (Bu uydurma kelimelerle medeniyat davası güdenlere de şaşıyorum!) Onların çoğunu tutturamadık, şimdi latince kökten kelimeler dilimizde habire çoğalıyor.

Batıdan gelen günlük dilin kelimelerine karşılık bulmak Dil Kurumu’nun hiç bir zaman asli işlerinden olmamıştır. Fakat zarureten bunu yapmaya çalışmışlardır. Bu kadar zamanda hepi topu 200 sayfa tutan açıklamalı bir sözlük ortaya koyabilmişlerdir: Yabancı Kelimelere Karşılıklar Sözlüğü. Bunların bir kısmı yerindedir, tutmuştur. Bir kısmı öztürkçe zorlaması yüzünden, dilin ruhuna uymadığından, hatta bir kısmı açıkça taciz ettiğinden tutmamıştır. Bazı kelimelerin karşılıklarını halk bulmuştur. Buzdolabı gibi. Bazılarını yazarlar, ilim adamları kendileri bulmuş ve kullanmışlardır.

Bu arada Dil Kurumu’nun günlük dille ilgili kelimelere karşılık bulmaya çalıştığını, terimler alanına, ilim diline girmediğini söylemek durumundayız.

Batıdan gelen kelime akışına karşı karşılık vermek  Türk Dil Kurumu’nın belli başlı önemli işlerinden biri olmalıydı. Fakat hiçbir zaman olmamıştır. Belli başlı bir iş olduğunda da sadece dilciler, dilbilimciler yani teknisyenler değil, yazarlar, edebiyatçılar da işin içinde olmalıdır.

Dil Kurumu başlangıçta doğu dillerine karşı konumlandırıldığı için, batı dillerine karşı zayıf kalmıştır. Bu son dönemde yapılabilirdi. Fakat, böyle bir akıl TDK için bir türlü sözkonusu olamamıştır!


İhtiyaç duyulan her kelimeye bir karşılık üretilmesi gerekiyor o halde. Peki, bunun eskiden nasıl gerçekleşiyordu? Benzer kurumlar yoktu…

Kurum olmasa da, karşılık verenler bulunur! Osmanlıların dil kurumu filan yoktu. Fakat batıdan gelen birçok kelimeye doğru karşılıklar bulunmuştu. Tabii terimler konusunda bazı heyetlerin, encümenlerin oluşturulduğunu da unutmayalım. Neticede fransızca öğretime başlayan Tıp öğretimi başta olmak üzere bir çok bilim dalında çok sayıda kelime üretilmiştir.

 

Türk Dil Kurumu, eskiden beri ürettiği bazı Türkçe karşılıklar dolasıyla eleştiriliyordu. Son zamanlarda özellikle sosyal medyada bu eleştiriler sıklaştı. Otobüs için ‘oturgaçlı götürgeç’ gibi karşılıklar mesela komik bile bulundu, bulunuyor.

Tabii, Dil Kurumu’nun yaptığı bir sürü kötü, menfi işten ötürü eleştirilmesi mümkündür, fakat verdiğiniz türden örneklerin TDK tarafından uydurulduğunu ısbat etmek mümkün değildir! Hatta diyebiliriz ki, TDK’nun yaptıkların kötülemek isteyenler böyle abartılı karşılıklar uydurmuş olabilirler.


Türk Dil Kurumu’nun önerdiği ve kabul ettiği bazı kelimeler toplum tarafından da kabul edildi, bilgisayar gibi,  yazıcı gibi, belgegeçer gibi… Fakat bazı kelimeler de toplumsal dile yerleşmedi. Bunu nasıl anlamamız gerekir?

Dilin bir maddesi var, bir de ruhu...O dili iyi konuşanlar, yazanlar o ruhu kavramışlardır. Maalesef Dil Kurumu dilin ruhunu değil, maddesini, şeklini esas almıştır. Aşırı öztürkçecilik, tasfiyecilik ağır basmıştır. Böyle olunca milletin dili ile konuşmak ve düşünmek imkânsız hale gelir. Bu da sonuç almayı güçleştirir.

 

Peki, bu dil meselesini bu kadar önemli yapan ne? Mesela internet, dünyanın bütün dillerinde aynı şekilde kullanılıyor. Üreten dilin ürettiği şekliyle kalıyor.

Teknoloji icat edenler, ilim üretenler aynı zamanda dillerini zenginleştirenlerdir. Bir icat, bir keşif kelimeleriyle geliyor. Bunu siz başarabilseydiniz, sizin kelimeleriniz dünyaya yayılırdı. Biz bu durumda alıcıyız. İnternet bütün dünya dillerinde aynı. “Ağ” veya “genelağ” karşılığı var,  fakat neredeyse kullanan yok. Billgisayar terimlerinin, internet terimlerinin bir kısmı Kurum tarafından, bir kısmı işe kafa yoran uygulayıcılar tarafından türkçeleştirilmiştir. Kompüter, önce elektronik beyin sonra bilgisiyar olmuştur. Azeriler hâlâ kompüter (kompyuter) diyorlar.


Bir de şöyle bir algı var; TDK de birkaç tane adam bir masanın etrafına oturup yeni Türkçe karşılıklar buluyor ve onları öneriyorlar diye. TDK’de kelime üretme sürecinin nasıl işlediğini biliyor muyuz? Ya da bir sözlük oluştururken nasıl tercihlerde bulunuyor?

Bunun çok karmaşık bir mekanizması olduğunu sanmıyorum. Kurumun zaman zaman dilcileri bir araya getirip böyle çalışmalar yaptığı tahmin edilebilir. Keşke bununla ilgili sürekli bir birim olsa, devamlı araştırsa, karşılıklar bulsa. Bu karşılıklar sınansa, daha sonra devlet kurumlarında kullanılarak yaygınlaştırılsa.

Dil Kurumu Devlet icinde bir kurum ama Devlet bunun farkında değil!


Karşılık bulma sürecinde, dil bilimcilerin yanı sıra sözgelimi antropologlara ya da sosyologlara da danışma gibi bir başlık oluyor mu, olmalı mı? Ya da karar aşamasına kimler dâhil oluyor?

Başta söylemiştim, elbettte dilciler, dilbilimciler yani işin tekniği ile ilgilenler olmalı. Fakat, yazarlar, edebiyatçılar, güzel konuşanlar, yani uygulayanlar da olmalı. Diğer ilim veya bilgi dalları bunlardan sonra gelir.

 

Belki bu konuşma vesileyle açıklama imkânımız olabilir, TDK sanki sadece kelime karşılıkları üreten bir kurum konumunda. Kısaca ifade etseniz, sizin gözlemlediğiniz kadarıyla TDK’nın çalışmaları nasıl?

Dil Kurumu 1930’larda, 1940’larda medeniyet dilimizin arapça farsça kelimelerini tasfiye maksatlı bir kurum olarak devletin bir cihazı olarak kullanılmıştır. Güya dernektir, fakat fahri başkanı Milli Şef, Başkanı Maarif Vekilidir!

Demokrat Parti ile birlikte, iktidardan düşen tek partinin güçlü muhalefet cihazlarından biri olarak konumlanmıştır. 12 Eylül darbesinden sonra fiilen Devlet içine alınarak tek parti hakimiyetinin dışına çıkarılmıştır. Ondan sonra Kurum’a geçek bir fonksiyon verilememiştir. Bugün Dil Kurumu’nun yaptığı en dişe dokunur iş kitap yayınlarıdır. Dil Kurumu’nun bundan önceki başkanı TDK’nun topu attığını, alanını tamamen terk ettiğini  açıkça ilan etmiştir. Bunu hem de Türkçe Sözlük’ün son baskısında yapmıştır. İşte o sözlükte kendi imlası ile yer alan kelimelerden bazıları:

Change, chat, check-in, check-out, check-point, check-up, chip-card, flashback....

Dil Kurumu, öncelikle Devlet dilinin yabancı dillerden korunması için harekete geçmelidir. Ekseriya devlet kurumları bir çok yabancı kelimeyi dilimize sokmakta, bu kelimeler kanun, yönetmelik vb. metinlerle yaygınlaştırılmaktadır. Aslında Devlet aklı buna çare bulmakta zorlanmaz. Buna rağmen, bugüne kadar ciddi bir adım atılmış değil.

 

Yenişafak Pazar

Konuşmanın tam metni

 



Bu haber toplam 1963 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim