• İstanbul 14 °C
  • Ankara 15 °C

"İnsan hayatını iki kelime özetler: anlamak ve anlatmak"

"İnsan hayatını iki kelime özetler: anlamak ve anlatmak"
Türkiye Yazarlar Birliği'nin 20. dönemini geride bıraktığı Yazar Okulu programında 21.döneme farklı bir uygulama ile başlandı. "D. Mehmet Doğan yazı atolyesi" uygulamasına bugün (25 Ekim Cumartesi) başlandı.

DSCF5999Türkiye Yazarlar Birliği'nin 20. dönemini geride bıraktığı Yazar Okulu programında 21.döneme farklı bir uygulama ile başlandı. 

"D. Mehmet Doğan yazı atolyesi" uygulamasına bugün (25 Ekim Cumartesi) başlandı. İlk derste insanın anlama ve anlatma macerası konu edildi; önce anlamanın sonra da anlatmanın ne olduğu tetkik edilerek yazarlığın başlangıcı olan "anladığını anlatma" durmuna değinildi. 


"Hicri yılbaşınızı tebrik ediyorum öncelikle" diyerek sözlerine başlayan Doğan, "Biz 21.dönemine girdiğimiz Yazar Okulu'nda geniş bir çerçeve çizmiştik ama atolye çalışması talepleri fazlaca gelmeye başladığından, ben de bunu senelerdir yapmak istediğimden böyle bir değişiklik yaptık." dedi. Yazı atolyesinde teoriden çok pratiğe yönelik çalışacaklarını aktaran Doğan, alanında önemli eserler koymuş kişileri de misafir olarak çağıracaklarını ve böylece belli bir alanda yazmak isteyenlerin istifadesinin mümkün olacağını söyledi. 

İlk dersine ise şöyle başladı: 

"İnsanın hayat macerası anlama ve anlatma üzerine kuruludur." dedi ve anlama bahsinde öncelikle; her eşyanın bizimle konuştuğunu, bazı eşyaları hızlıca belki farkına varmadan okuduğumuzu, ama mutklaka okduğumuzu, canlı cansız her şeyin sesli veya sessiz konuşuyor/anlatıyor/ifade ediyor olduğunu aktardı. "Bu okumadan anlama durumunda herkes aşağı yukarı müsavidir. Eşitliğe daha yakınızdır. Yine de bazıları bu okumayı daha hızlı ve daha derin yapabilir. Bu belirli şartlara bağlıdır: Akla, zihnî kapasiteye, kaabiliyete, bilgi-kültür durumuna, tecrübeye, ruhi-psikolojik duruma…." diyerek anlamanın ilk basamağı hakkındaki süşüncelerini aktarmış oldu. 

Eşyayı okumak bahsinde; Peyami Safa'nın leziz romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'ndan bir bölüm okudu ve tahliller yaptı. Önemine binaen ve hatırlatmak amacıyla buraya aktarmayı da uygun bulduğumuz bölüm ise şöyleydi: 

“İki yastık, bir şişe, bir mendil.

Fakat eve gittim. Şehrin bir ucundan diğer ucuna.

Kenar mahalleler. Birbirinden ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğirilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı ayrı maceralarını takip ederdim. Kiminin kaplamaları biraz daha kararmıştır, kiminin şahnişini biraz daha yumrulmuştur, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir; ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum; ve hepsi iki üç senede bir ameliyat olmadıkça yaşayamazlar, onları çok seviyorum; ve hepsi, rüzgârdan sancılandıkça ne kadar inilderler ve içlerinde ne aziz şeyler saklarlar, onları çok…çok seviyorum.

Eşiklerinde soluk yüzlü, çıplak ayaklı, ürkek ve sessiz çocukların, ellerinde ekmek kabuğuyla ve çerden çöpten yapılmış oyuncaklarla, ağır ağır, düşünerek ve gülmeden oynadıkları bu evlerin arasında kendi evimi ararım ve adeta güç bulurum, çünkü bunların hepsi benim evim gibidirler.

Evde kimse yoktu; kapıyı anahtarımla açtım, girdim ve her zamanki âdetimle alt kat sofada epeyce durarak, hareketsiz etrafıma bakındım.

Bu sofa yaşlı bir insan yüzü gibidir: Evimizin bütün ruhu, kederleri ve neş’esi orada görünür, her günün hadiseleri tavana, duvarlara, döşemeye bir leke, bir çizgi, bir buruşuk ve bazan da ancak bizim görebileceğimz gizli bir işaret ilave eder. Bu sofa canlıdır: Bizimle beraber kımıldar, değişir, bizimle beraber dağılır, toplanır, bizimle beraber uyur uyanır; bu sofa aramızda sanki üçüncü bir simadır ve güldüğü, ağladığı bile olur.

Bu sofa dört köşedir: Ortada sokak kapısı, iki yanda birer pencere. Pencerenin yanında bir ot minderi. Minderin yanında yemek masası. Masanın yanında iki sandayle. Bu sofada oturulur, yemek yenir, misafir kabul edilir.

Benim her girişimde, orada, hareketsiz duruşum, beni bana gösteren bu çehreye bakmak içindir.

Ve baktım: Minderde üstüste konmuş iki yastık. (Demek ki annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış). Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalya. (Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış). Ha… İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal. (Demek annem bir fenalık geçirmiş). Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış).

Benim de bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var, ben de Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım.” (sf. 14-15)


Bu bölüm üzerine konuşmasından sonra Doğan, aklın anlamak için önemine ve sınırlılığına değindi. "Anlayan aklı miktarınca anlar" diyen Mevlana hazretlerine de değinen Doğan, onun bu sözünü dinleyen, seyreden kelimlerini kullanarak da çoğaltabilmenin mümkün olduğunu ifade etti ve aklı aşan noktaların da olduğunu söyleyerek Necip Fazıl'ın poetikasından da bir örnek verdi: "Şiir şuur ötesi bir sanattır" sözünü aktardı. 

Bizi bu anlama aşamasından sonra ilgilendiren ise "anlatmak"tır diyen Doğan, anlatma bahsinin yazıya dökülmediği sürece söz olarak kaldığını, yazılı olarak ifade ettiğimizde ise "yazarlık"ın söz konusu olduğunu söyledi. "Herkes yazı yazar ama her yazan yazar değildir ve fakat bütün yazarlar yazı yazarlar" dedi. 

Yazılı anlatımım düz, santlı, sehl-i mümteni gibi biçimleri olduğuna değinen Doğan, bunlar üzerine örnekleri sundu ve şiir ve nesir olarak ayrılan türlerin arasındaki farklara da değindi. Ahmet Haşim'in "Bir Günün Sonunda Arzu" şiirini nesir haline getirmeye çalışarak, şiirin bozulması durumunda ses'in müziğin nasıl da ortadan kalkmış olduğunu gösterdi. 

"Kolay anlaşılamama, anlam kapalılığı hatta anlamsızlık yazarlığın konularından veya meselelerinden" diyen Doğan, Orhan Veli'nin "Anlatamıyorum" diyerek nasıl anlattığını ortaya koydu. 

Dersin sonunda ise "her işte ustalık kalfalık olduğu gibi bu işte de vardı" diyen Doğan, öğrencilerin aşk ve şevk ile bu işe sarılmaları temennisi içinde olduklarını belirtti. 

İlk dersini bu şekilde tamamlayan Doğan, bundan sonraki derslerin taleplere bağlı olarak farklı bir güne çekilmesinin de mümkün olduğunu ifade etti. 

 

DSCF6001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DSCF6005

Bu haber toplam 2337 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim