• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Ekonomik Saldırıyı zamanında bastırdık

Ekonomik Saldırıyı zamanında bastırdık
Yrd. Doç. Dr. Yusuf DİNÇİstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesiİslam Ekonomisi ve Finansı Bölümü Öğretim Üyesi

Küresel ekonomik saldırıda geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşadığımız sürecin küresel bir ekonomik saldırı mı, belli bir merkezden yönetilen bir darbeci plan mı olduğunu anlamakta öncelikle fayda var. Bu sürecin Türkiye’nin bağımsızlık davasına karşı yürütülen bir dizi olayın devamı olduğu yadsınamaz. Türk Lirasına karşı sürdürülen operasyonun merkezinde aynı mahfiller olduğu açıktır. Fakat cephe ne denli geniştir? Önemli soru budur. Parantezin içerisinde birden fazla taraf olduğu düşünülebilir. Gene de Katar gibi ekonomilerin ve diğer ülkelerdeki kardeşlerimizin desteği göz önüne alındığında kürenin tamamının kapsamda olduğunu söylemek yanlış olur.

Yaşanan tam manasıyla bir ekonomik saldırıdır. Fakat darbeci ekonomik saldırının zeminini hazırlayan bir matematik vardır. Bu yönüyle ortaya çıkan kur seviyesinin bir rasyoneli bulunduğu gerçektir. Fakat bu rasyoneli besleyen enflasyon dengesinin oluşmasında kapitalizmin toksik finansal yapısının etkili olduğunu bilmek gerekir.

Saldırının esası kur seviyesinde arz-talep dengesinin enflasyon matematiği lehine bozulmasıdır. Buna göre iki döviz cinsinin kur dengesi karşılıklı enflasyon değerlerinin oranlanmasıyla bulunur. Arz talep dengesi TL aleyhine bozulduğunda yüksek enflasyon yukarı yönlü kur hareketine neden olur. Yüksek enflasyonun kaynağının büyük oranda enerji, kur ve faiz (kapitalist finansal toksik) olması ise bir kısır döngüyü besleyerek ekonomileri baskı altına alır.

Kısaca önümüzdeki dönemde saldırıda ısrar olması ile yurtiçi enflasyondaki hareket arasında birinci dereceden ilişki vardır. Kurdaki %10’luk artışın enflasyona 1 puan ilave getirdiği düşünüldüğünde ekonomimiz üzerinde bir baskı vardır. Fakat geldiğimiz noktayı tam teşhis edebilmek için Türkiye ekonomisi üzerine atakların küresel etkisinin ne büyük bir ateşi yakacağını bilmek gerekir. Bilançoların iç içe geçtiği ekonomik yapıda saldırının ilk günlerinde yaşanan küresel korku borsa endekslerine yansımıştı. Bu durum saldırının sürdürülemez olduğunu göstermektedir.

Bunun yanında saldırının matematik rasyonelini kaybettiği anlar tüm dünya tarafından görüldüğünden meselenin iç yüzü anlaşılmıştır. Gelişmelerin ekranlardaki manipülatif birkaç rakamın ötesinde olduğunu yatırımcılar görmüştür. Tiyatronun ayyuka çıktığı gün hacmin küçük, derinliğin sığ olduğu Asya-Pasifik piyasalarında USD kuru 7.1 TL’ye çıkarılmış, ancak öyle bir hata yapılmıştır ki EUR kuru 7.3 TL’de kalmıştır. Oluşan arbitrajın bile anlaşılamadan saldırıldığı görülünce tüm dünya bunun bir atak olduğuna kani olmuştur. Saldırı böylece çökmüştür. Gene de kısa vadede alarmda olmakta fayda vardır. Türkiye gibi bir ekonomi böylesi saldırılara açık bırakılamaz.

 

ABD ya da Trump ne yapmak istiyor?

ABD’nin ne yapmak istediğini söylemek zor. Fakat Trump’ın yöntemi basit; ABD ekonomisini güçlendirerek piyasalar tarafından kabul edildiği mesajını seçmenine yaymak istiyor. Bunu ispatlamak için ABD içerisinde enflasyonu %2 seviyesinin üzerinde tutabildiğini ispatlamak durumunda. Küresel krizden bu yana ABD ekonomisi için deflasyon tehdidi geçmiş değil. Kapitalist sistem büyüme odaklı kurgulandığı için deflasyon halinde yönetebilecek teorik zemini yoktur. Deflasyon tehdidi ABD için her tehditten önemli olduğundan Trump konsantrasyonunu bu alana kurmuştur.

Sürdürülebilir ılımlı enflasyonla FED’in faiz artışları arasında doğrudan ilişki vardır. FED’in faiz artışlarıyla USD kurunun güçlenmesi arasında da doğrusal ilişki bulunur. FED enflasyon için faiz artırdığında USD kurunun yükselmesi ise ABD’nin ithal ettiği malları ucuzlatmaktadır. Buna göre FED faiz artırdığında ABD deflasyon ihraç etmektedir. İşte, Trump’ın katlanamadığı bu durumdur. Bunu milli güvenlik sorunu olarak gördüğünden tarifeler üzerinden iç piyasada fiyatları güçlü tutmaya çalışmaktadır. Ancak bu ilişki ticaret savaşı olarak değerlendirilmektedir ki Trump’ın böyle bir derdi yoktur. Zaten yapılacak misillemelere suni savaş senaryoları uydurarak sattığı silahlarla önlem almıştır.

Kısa vadede amacı sadece enflasyon üzerinden ekonomik iyileşme algısı kurarak seçmeni konsolide etmektir. Bunu başaramadığında alternatif yollara başvurabilecek bir yapısı olduğu da görülmektedir. Papaz meselesinin bir tarafı budur. Diğer tarafı Türkiye’nin özellikle terörist yapılara karşı elde ettiği kazanımlarını yok etmektir.

Buna göre Trump, orijinal stratejisinde başarılı olamadığında piyasalar ve seçmen tarafından kabul görmek için her tür ucuz siyasete başvurabilecek bir yapıdadır.

 

Türkiye ekonomik saldırılara karşı nasıl bir direniş sergilemeli?

Türkiye’nin ekonomik saldırılara karşı direnci üst düzeydir. Birçok stres testini aşan Türk ekonomisi siyasi gelişmelerin uzağında sürdürülebilirliğini sağlamıştır. 15 Temmuz’u yaşayıp 17 Temmuz’da işletmelerinin fatura kesmeye devam edebileceği başka bir ekonomi yoktur.

Gene de hala yapılacaklar vardır. Öncelikle ve ivedilikle hanehalkının yastık altı varlıklarını, olduğu döviz cinsinden hem de, doğrudan banka hesaplarına yatırmaları gerekmektedir. Ekonomiye kısa vadede en az döviz bozmak kadar güçlü bir katkı sağlanmış olur. Zira yastık altı varlıklar ilk durumda kayıtdışına çıktığından banka hesaplarına dönmesi bir tür döviz girişi etkisi yaparak kur üzerinde arz talep dengesini kıt olan TL lehine bozacaktır.

Bundan sonrasında dövizleri TL’ye dönmek için alan açılacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısına uymak başlı başına bir duruş meselesidir.

Fakat tekrar rahatlıkla söylenebilir ki yastık altı varlıklarını bozdurmaya kıyamayanların ivedilikle varlıklarını banka hesaplarına aktarması Türk ekonomisi için çok güçlü bir destektir.

 

Başkan Erdoğan’ın çağrısıyla döviz bozdurarak duruş sergileyen halkımızın duyarlılığını sermaye grupları gösterdi mi?

Böyle bir etkinin varlığı piyasadaki rakamlara yansımamıştır. Sermaye gruplarının böyle bir duyarlılığının olmasını da kapitalist sistemde beklemek iyimserlik olur. Kendilerini sermaye grupları olarak konumlandırmış aktörlerin düşünce yapısı büyümeye dönük kodlanmıştır. Bu nedenle faiz gibi toksiklerden kopamazlar. Kurun yükseleceğini düşünmeleri halinde döviz bozdurmak yönünde bir adım atacak gücü kendilerinde bulamazlar.

Sadece durup ne kadar kapitalistleştiklerini düşünmelerini beklemek yeterlidir. Fakat toplumun her ferdinin de aynı muhakemeyi yapması gerektiğini gösteren çok işaretler belirmiştir.

Genel olarak ekonomi başlığında sürekli üretim gündeme gelmektedir. Türkiye’nin üretimi çok mu zayıf?

Üretimin gündeme gelmesi normaldir. Çünkü kapitalist iktisadi model arz, yani üretim odaklıdır. İktisadi sorun oluştuğunda bu odak yüzünden kapitalist iktisatçı yüzler ki sosyalistler de bunlara dahildir, hep o tarafa döner. Düşünceler de hep üretim vardır. Oysa kapitalist modelde birçok ekonomide krizlerin kaynağı bölüşüm sorunudur. Ancak gündeme alınmaz.

Türkiye güçlü bir üretim ülkesidir. İlk 17 ekonomiden birisi olması bu anlamda ne denli potansiyeli bulunduğunu göstermektedir.

Sorun üretim desenindedir. Ürettiğimiz ürünlerin girdisi ithaldir. Bu alanda iyileşme sağlanamamaktadır. Ancak katma değerli üretim yapıldıktan sonra ithal girdiden kaçınmak da gereksizdir. Üretim de katma değeri artırarak bu sorun çözülür.

Bu yolla çözülemeyecek tarafı ise temel ithal üretim girdisi olan sermayedir. Sermaye ithal olduğundan yüksek enflasyon ve yüksek faizle cezbedilmeye çalışılmaktadır. Katma değeri çeker alır. Faizin kendisi toksiktir. Esas olarak sermaye kavramının Türkçe’de faizle ilişkilendirilmesi de sorunludur. Fakat iktisat kitapları sermayenin getirisi olarak faizi kodlamaktadır. Türkçe’de sermaye, ortaklık kaynağıdır ve faizle ilişkilendirilmez. Karla ilişkilendirilir.

İthal sermaye ile üretim kapitalizmin bir kurgusudur. Çünkü kapitalizm sermayenin tekelleşmesi demektir. Sermayeyi tekelleştirenler faiz ile sistemi manipüle etmektedir. Görevimiz üretimin kaynağı olan sermayeyi tabana yaymaktır. Fakat kapitalizmin de görünürdeki iddiasının aynı olduğunu unutmamalıyız. Ancak bu aynı söylemin bir farkı var; kapitalizm, sermayeyi üretim için tabana yaymayı araç edinir, buradaki söyleminse üretim ve bölüşümün aracı olarak sermayeyi tabana yaymak olduğunun altının çizilmesi gerekir.

 

Türk ekonomisini yönetenler bu süreçte nelere dikkat etmeli?

Evvela ekonomi yönetiminin oyunu, sistemin kurallarıyla oynayacağına dair bir söylem geliştirdiğini bilmek gerekir. Fakat bunun yanında sisteme alternatif anlamı taşıyan söylemler de getirilmektedir. Bu süreci başarılı geçmek için ya sistemin kurallarına odaklanılması yahut sistemin alternatifinin üzerinde durulması gerekmektedir.

Makul bir denge yakalanamaması halinde her iki durumun söyleme yansıması yatırımcı açısından bir belirsizlik kaynağı olarak caydırıcı olabilir. Yatırımcıyı caydıracak bu belirsizlik döviz akışının kesilmesine mal olurken kur üzerindeki baskının alınması zorlaşır.

Geldiğimiz noktada kuru yönetmenin en iyi yolu enflasyonu baskılamaktan geçmektedir. Ne var ki başarılabilirse enflasyonu baskılamak döviz girişinin en önemli argümanı olan yüksek faizden vazgeçmek anlamına gelir.

Bu durum TL bolluğu açacağından kur, TL arzındaki artış nedeniyle aleyhe dönecektir. Sorun döviz girişinin en kolay yolu olan faizli enstümanlar üzerine modelin kurgulanmasıdır. Esas olarak bu yöntem bir tür kolaycılıktır.

Buna göre ekonomi yönetiminin en önemli işi borç dışında sermaye formaları cezbedecek yapı kurmaktır. Türkiye adeta yüksek EBITDA’lı şirketler cennetidir. Şirketlerin pazarlanabilir hale getirilmesi gerekir. Bunun için makul bir büyüme hikayesi, şeffaflık ve ölçülebilirlik gereklidir. Bir anlamda bağımsız denetçi raporu gereklidir. Denetçi raporu olan her işletme pazarlanabilir. Böylece hikayesinin kaynağı sağlanabilir. Elbette bunların sağlanması için vergi reformundan, uzman istihdama kadar geniş bir alanda yeniden yapılanma gerekmektedir. Fakat Kuzey ülkeleri gibi birçok örnek kolaylıkla başarılabildiğini göstermiştir.

Türkiye’deki karlı şirket sayısından daha az nüfuslu ülkelerin olduğu bir dünyada sahip olunan potansiyelin artık sistematik bir şekilde işlenmesi gerekmektedir.

 

Türkiye şu anda yabancı ortaklı bankaların inisiyatifiyle mi yönetilir halde? Bu konuda neler yapılmalı?

Türkiye’de yerli bankalar dışındaki bankaların konsantrasyonunun bireysel kredilerde yani borçla tüketimin beslenmesinde olduğunu net şekilde ortaya koymak gerekir. Türkiye ekonomisi 8 yerli bankası ve nispeten küçük pazar payına sahip katılım bankaları olmasa daha zor dönemler yaşamak riski ile karşı karşıyadır. Yabancı sermayeli bankalar esas olarak kendi ülkelerinin mallarının satılması için borçla tüketimi beslemekte ve yüksek faiz talep etmektedir.

Yüksek sesle söylemek gerekir ki dünyanın 17. ekonomisi ölçeğindeki bir ülke sayıları 50 civarı olan (25 kadarını dikkate almak gerekir) bankaya mahkum edilemez. Böyle bir ekonominin 200’den az bankaya sahip olması ironidir. Bu noktada birinci derecede sorumlu olan kurum BDDK’dır. Bu sorunu aşmak üzere tavrını ve tarzını yeniden şekillendirmelidir. Yahut TCMB’ye bu görev yeniden tevdi edilmelidir. Yüksek sermaye gerekleri ile BDDK’nın banka yatırımcılarını caydırması ve bu nedenle uzmanlaşmanın sağlanamaması sorunludur. Talep edilen sermayeyi sunacak gruplar global bankacılık yapmak durumunda kalmaktadır. Veya sermaye temin edilememekte bu nedenle kaldıraç kullanılmamaktadır. En nihayet banka sermayesi ile sahip olunan bir organizasyon şemasından başka şey değildir. Bir organizasyon şeması için sermaye tarafında zorlanmak sistemi bir yönüyle oligopol diğer yönüyle oligopson olan bir yapıya terk etmektir.

Türkiye ekonomisi banka sayısını makul şekilde çoğaltamazsa bunu bir kerede yapmak zorunda kalacaktır. Bu durum yol kazalarına neden olabilir. Oligopollü yapı risk grubu tanımı nedeniyle milli projelerin gerçekleştirilmesi önünde dahi sorundur. Katılım bankalarının hala bir konsorsiyum kültürü gelişmemiştir. Küresel faizsiz fonlar seküler mevzuat yapısı nedeniyle cezbedilememektedir. Mevzuat yokluğunun aşılamaması seküler faizsiz bankacılık gibi bir absürtlüğe neden olmaktadır. Akıllı stratejiler vardır. Fakat altı doldurulamamaktadır.

Bu şartlar altında refahın bir diğer kaynağı olan kredibilite sağlanamamaktadır. Mesela Batı ekonomilerinin refahının kaynağı kredibilitedir. Kredibilitenin alternatifi banka hesabıdır. Bunu temin hiçbir ekonominin başaramayacağı kadar güçtür.

Sistemin banka temelli olması ise ayrı bir sorundur. Bugün dünyada girişim sermayesi, risk sermayesi gibi şirketlerin  hayli faal olduğu göz önüne alındığında Türkiye’de bu alanda yatırımların çok sınırlı olduğu açıktır. Türkiye sermaye piyasalarının geliştirilmesi için dünyanın en güçlü varlık fonlarından birine sahibtir. Ancak henüz katkısı ortaya çıkmış değildir.

Kısaca Türkiye’nin ilk 10 ekonomi arasına girmek üzere kurduğu hedefin finansal alandaki düzenlemeler ve yatırımlardan geçtiğini bilmek gerekir. Kaybedecek vakit yoktur. Savunma sanayi ihracatının, otomobil ihracatının dahi kredisi ile beraber sağlandığı dünyada bir ekonominin pozisyonunu sağlamlaştırmak için finansal alanda güçlü adımlar atması gerekmektedir.

 

Piyasada kur artışını bahane ederek aşırı zam yapan fırsatçılara karşı devlet nasıl önlem almalı?

Fırsatçılık kapitalizmin krizlerini normalleştirmek için sunduğu bir araçtır. Kurun fiyatları yukarı ittiği doğrudur. Ancak fahiş artışlar istatistiki olarak sorunludur. Kurdaki %10’luk artışın enflasyonu 1 puan artırdığı göz önüne alındığında ortamdan yararlanıp fahiş zamlar yapanlar ile stokçular kamu yararına tespit edilerek uyarılmalı ısrarları halinde faaliyetlerine kısıtlama getirilmelidir.

Fakat sert tedbirler hassaslaşan ekonomide farklı yorumlanabileceğinden dikkatli olmak gerekir. Hiçbir ekonomide kabul edilemeyecek bu tip davranışlar için geliştirilmiş makul caydırıcılar mevcuttur. Ancak şunu da bilmek gerekir ki kapitalist fırsatı ilk değerlendirenler kredi faizlerini %20’den %40 seviyelerine bir kerede çıkaran bankalar olmuştur. Buna karşılık oligopol güçleri nedeniyle ekonominin diğer aktörleri tepki verememektedir. Faizdeki bu artış üretim maliyetini artırdığından zamları yüksek seviyelere çıkarılabilir. Bu durumda sorunun asıl tarafını gözden kaçırmamak gerekir.

 

Ekonomik olarak bundan sonraki süreçte Türkiye’yi ne bekliyor?

Bundan sonraki süreçte ilk ihtiyacımız ekonomiye döviz girişi sağlanmasıdır. Türkiye ekonomisi için kısa vadede 50 milyar USD’lik döviz girişine ihtiyaç vardır. Katar’ın bu anlamda desteği çok önemlidir. Türkiye dostları mahzun olmayacak bir ülkedir. Bunun sağlanamaması kur üzerinde baskı yapacaktır.

İlaveten oluşan ataklar ufak hacimlerle gerçekleştiğinden bunları savacak örgütlenme Varlık Fonu tarafından gerçekleştirilmelidir. Döviz girişi sağlanması halinde kur üzerindeki riskler yönetilebilir.

İkinci olarak istihdamı güçlü tutmak gerekir. Şu anda en istenmeyecek durum stagflasyondur. Enflasyon, istihdam artışı için elverişli ortam sunmaktadır ki yüksek sayılabilecek bu enflasyonist ortamın tek artısı budur. Bu alandaki gelişmeler ihracat rakamlarından takip edilebilir. Cari kurlarla ihracat rekorları gelmiyorsa sorun büyüyor demektir.

Altın endeksli para tartışmalarından kısa vadede kaçınmak gerekir. Enerji kaybı olur. Zira altın fiyatları emtia fiyatlarından güçlüdür. Yani deflasyonist bir yapı sunar. Enflasyon için devalüasyon planlarını da geliştirmek gerekir. Çünkü liberal model deflasyonda çalışmaz. Bu durumda para sistemi yönetilemez. Alternatif bir iktisadi modelin öngörülmesi halinde bu tartışma geçerli olabilir.

Son olarak alternatif bir iktisadi model üzerine çalışmalar güçlendirilmelidir. Çünkü kapitalizmin sonunun geldiği artık herkese aşikardır. Necip Fazıl’ın dediği gibi “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” Yeni modeli kuran iktisadi gücü elinde tutacaktır. Bu tarafın insanlık adına sorumluluk alabilecek karakterde olması gerekir.

Velhasıl Amerikan Doları bu süreçte yara almıştır. Bretton Woods’dan anca kotarılan ve bu yana sürdürülen yapı tartışmaya açılmıştır. Dünya henüz Amerikan Doları’ndan vazgeçmeye hazır değildir. Fakat süreç artık başlamıştır. Bu şartlar altında yeni bir dünyaya hazırlanmak gerekecektir.

Fatma Gülşen Koçak- Yeniakit

Bu haber toplam 456 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim