• İstanbul 14 °C
  • Ankara 15 °C

Erbakan Özal'dan: Türkiye’nin Suriye Sınırındaki Gelişmeler…

Erbakan Özal'dan: Türkiye’nin Suriye Sınırındaki Gelişmeler…
Osmanlı’nın yegâne varisi, küresel aktör olma potansiyeli sahibi, milyardan fazla Müslüman’ın birinci derecede hamisi “bölgesel aktör” Türkiye, kendi yayılma alanı içerisindeki emperyal operasyonlar karşısında nasıl bir duruş sergiliyor?!

Bu soruya verilebilecek olan cevaplara göre, Türkiye’nin Suriye sınırındaki gelişmeler çeşitli biçimlerde değerlendirilebilir. Dolayısıyla Türkiye nerede duruyorsa, Suriye sınırımızdaki gelişmeler de aynı/benzer noktada duruyor dersek hiç de abartılı ya da hayali bir değerlendirme yapmış sayılmayız. Yani, gelişmelerin nedeni aslında Türkiye’nin genel tutumudur…

Atalarımız, “korkunun ecele faydası yoktur” demişler. Bu özdeyişi gerçekçi bir şekilde özümsemiş olduğumuz varsayılıyor olmasına karşın, maalesef Türkiye, sadece korkularından kaynaklanan sorunlar yumağının içerisine hapsolmuş olmasının etkisiyle, alt orta büyüklükteki devlet olma özelliğini kaybetme riskiyle karşı karşıdadır. Buna rağmen, durumunu ya da pozisyonunu köklü bir şekilde değiştireceği yönünde herhangi bir emare görülmemektedir.
Tarihi hakikatler göstermektedir ki; korkular ve baskılar nedeniyle potansiyelini kullanamayan, asabiyet düzeyini yeterince muhafaza edemeyen devletler, zamanla dinamik/patlayıcı yapılarını terk ederek statik/durağan bir yapıya bürünmek zorunda kalırlar. Böylece, tüm iddialarını bir kenara bırakarak kendi varlıklarını koruyup kollama ideallerinin esiri haline gelmelerinin etkisiyle, ‘taviz verme politikası’ üzerinden kendi bütünlüklerini muhafaza etmeye çalışırlar. Fakat tüm fedakârlıklarına rağmen, kaçınılmaz sonla yüzleşmek anlamında, zamanla dinamik yapılı güçlerin baskıları o kadar dayanılmaz ve tahammül edilemez bir hal alır ki, bu defa sadece varlıklarını sürdürme karşılığında (artık bütünlüklerini değil) ağababalarının/egemen güçlerin güdümünde bir piyon olmaya razı hale gelirler. İşte sorun da asıl bu noktadan itibaren inkâr edilemeyecek derecede belirgin bir hal alır…

Öyle ise, şu halde çevremizi çepeçevre kuşatmış bulunan tehlikeli gelişmeler karşısında artık Türkiye, yukarıda izah ettiğimiz söz konusu hakikatler çerçevesinde mutlaka kendisini gerçekçi bir şekilde muhasebeye tabi tutmak zorundadır. Aksi halde, gelişmelere bakılırsa; “kırk katır mı, kırk satır mı” tercihine zorlanan bir Türkiye tablosuyla karşılaşılması ihtimal dâhilinde olabilir. Dolayısıyla, kendimizi muhasebeye tabi tutmaktan kastım; yukarıda değinilen olumsuzluklarla karşılaşma ihtimaline karşı, 1946 sonrasında içine sürüklenmiş olduğumuz statükocu yapı ile 1299 sonrasında özümsemiş olduğumuz dinamik yapının birlikte masaya yatırılarak bundan sonrası için özgün bir milli devlet politikası üretme gerekliliğimizdir. 

Bu bağlamda mesela, NATO üyeliğimizin sonucunda üzerimize yüklenmiş bulunan ‘gizli anlaşmalar’ yükünün artı ve eksileri bile bu çerçevede ele alınacak olursa Türkiye’nin önü daha farklı bir biçimde açılabilecektir. Benzer bir biçimde bugün, Afganistan’dan başlayıp Türkiye’nin Suriye sınırına dayanan ve zamanla tüm Osmanlı etki alanındaki coğrafyalara yayılacağı anlaşılan ‘ufalayıp ayrıştırarak kent devletlerine dönüştürme projesi’ aslına benzer hassasiyetler çerçevesinde ele alınarak kendi menfaatlerimize uygun bir milli devlet politikamız çerçevesinde masaya yatırılabilecektir.

Hâlbuki bu zamana kadarki uygulamalar bağlamında konuya bakılınca, söz konusu olumsuz gelişmelerin neresinde olmaya mahkûm edildiğimiz ve bu kötü gidişe karşı nasıl bir alternatifsizlik/çaresizlik içerisinde olduğumuz rahatlıkla görülecektir. Öyle ise, mesele bundan sonraki tutum, tavır ve duruşumuz noktasında düğümlenmektedir… Aynı alışkanlıklarımızı mı sürdüreceğiz, yoksa Osmanlı’nın mirasına uygun bir politika açılımı mı gerçekleştireceğiz?.. Açıkçası perde gerisinde yürütülmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı gibi bir gerçekle karşı karşıya olduğumuz hakikati hatırda tutularak bir karar verilmesi zorunlu hale gelmiştir.

Unutulmamalıdır ki, her şeyden önce dikkate alınması gereken husus, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu coğrafyada kapsamlı bir savaş startı verilmiş durumdadır. Bu gerçeği inkâr etmek mümkün olmamasına karşın, nedense Türkiye’nin, böylesi bir kapsamlı savaşın derin stratejilerinin neleri kapsaması gerektiği noktasında da yeterli çalışmaları yapmadığı anlaşılmaktadır. Niçin bu umursamazlıkta NATO’ya üyeliğimizin rolü konusu ise başka bir mesele… Ancak adı konulmamış bir kapsamlı savaşın yanı başımızda başlatılmış olduğu hususunu inkâr ederek, görmezden gelerek, yalanlayarak, hafife alarak, basitleştirerek kaçınılmaz muhtemel olumsuz sonuçlardan kaçmak kesinlikle mümkün değildir.

Bu arada peşinen belirtelim ki; “Türkiye, Suriye politikası nedeniyle kesin bir şekilde sınıfta kalmıştır” yönündeki iddiaları tamamen hafife almamız artık pek mümkün değildir. Bu durumun ‘sorumluları kimdir’ konusu işin başka bir yönüdür… Ancak şu kadarını peşinen belirtelim ki; gerekli tedbirleri alma, hataları tamir etme ve kırgınlıkları gidererek birlikte çözüm üretme yoluna girilme hususlarında biraz daha geç kalınacak olunursa, ‘sınıfta kalma’ durumunun ‘okuldan atılma’ aşamasına varacağı ihtimali artık mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Devamı için: http://www.gazetevahdet.com/turkiyenin-suriye-sinirindaki-gelismeler-2672yy.htm

Bu haber toplam 324 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim