• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

Erbay Kücet: Savaş Çıkacak Be Mori…

Erbay Kücet: Savaş Çıkacak Be Mori…
Savaş Çıkacak Be Mori…

Başkent Ankara’nın en eski yerleşim yeri Altındağ’dır. Ankara Kalesi, Büyük Millet Meclisi, Ankara’nın manevî mimarlarından Hacı Bayram Veli’nin camii,  İstiklal Marşı şairimizin yaşadığı Tacettin Dergâhı, Cenab-ı Ahmet Camii, Selçuklu mimarisinin Ankara’daki seçkin örneklerinden Arslanhane Camii, Ankaralıların uzun süre mesire alanı olarak değerlendirdikleri eğlencenin de merkezi Gençlik Parkı, Ankara’ya ilk gelenlerin muhakkak uğradıklarından dolayı adını da buradan aldığı rivayetler arasında olan Hergelen Meydanı, hastanelerin çoğunun bulunduğu, adliye binası, sinemalar, alışveriş yerleri, pazar ve ören yerlerinin sıklıkla yer aldığı Altındağ’da ilk gençlik yılları dâhil hayatımın büyük bölümü burada geçtiğinden semtin karakteristik özelliklerini ister istemez üzerinde taşıyan birisiyim.

Altındağ ilçesinde genellikle Ankara’ya dışarıdan gelmiş olan ve gelir seviyesi fazla olmayan insanlar yerleşmiştir. Gecekondu şeklinde karkas evlerde bir oda bir hol, tuvalet ve kömürlükler avlu içinde ama evden dışarıdadır. Bahçe duvarları komşularla ortaktır. Hatta bazen ev duvarlarının bile ortak olduğu da görülmektedir.

Çocukluğumun geçtiği 1965’li yıllar ve sonrasında bahçe duvarımız bitişik olan çocukların kendisinden çekindiği hatta çok korktuğu Erzincan Kemaliyeli komşumuz sünnetçi Baki Dayı ve ailesi yaşardı. Oğlu Tevfik Keçeli de onun gibi sağlık memuru olduğundan yazları sünnet işlerine gider sair zamanlarda ise iğnecilik yapardı. Aslında Hıfzıssıhha Müessesinde görevliydiler.

Gecekondumuzun diğer tarafında hem bahçe hem de duvar komşumuz Limon Suyadal oturmaktaydı. Gerçek adının sanırım Numan olduğunu tahmin etmem daha sonraki yıllardadır. O da geçimini at arabasıyla taşımacılık yaparak kazanan bir Arnavut göçmeniydi. Bizim oturduğumuz odanın duvarıyla onların oturduğu evin duvarı ortaktı. Bunun faydası çoktu. Bir kere kış aylarında soba yandığı zaman aradaki duvar bayağı işe yarardı. İkincisi o zaman telefon gibi bir haberleşme aracı olmadığı için annem, akşam oturmasına gidilecekse elini yumruk yapıp duvara “tok, tok” diye vururdu. Zarife Teyze, müsaitlerse aynen “tok, tok” diye karşılık verirdi.  İki hanım duvara kaç kere vurduklarında ne anlama geleceği konusunda daha önceden anlaşmışlardır. Bazen de annem beni yollar “Akşama bir maniniz yoksa size oturmaya gelecekler” tarzında haberleşme de yapılırdı. Limon Amca’nın can yoldaşı sadece eşi Zarife değil atı da aynı evde yaşardı. Şaka demiyorum. Cidden atıyla aynı çatı altında kalırdı. Atın ahırı gecekondunun arkasındaydı ama evin holünden geçilirdi. Mutfak kısmı da evin holüydü. Akşam iş dönüşünde arabanın bağlı bulunduğu oklardan kurtulan at yolunu ezberlediğinden evin yolunu tırmanarak bahçeye oradan da ağır ağır geçerek ahırına giderdi. Haftanın bir günü onlara bize gelir, bir diğer gün de biz onlara giderdik. Küçük çocukları olmadığından çocukları seven Zarife teyze kendi elleriyle pişirdiği kestanelerden ikram ederdi. Limon amcanın en çok konuştuğu konuların başında “Savaş çıkacak be mori. Yarın size ve bize çuvalla un ve şeker alayım.” derdi. Ertesi gün bir çuval un ve bir çuval toz şekerimizi at arabası ile eve kadar getirirdi. Yunanlılar ile yapılacağını söylediği savaş bir türlü çıkmazdı ama bizim evde un ve şeker hiç eksik olmazdı.

Annem tedbirli kadındı. Yaz gelir gelmez yakacağımız odun ve kömürü erkenden aldırır. Kömürlüğümüze istif ettirirdi. Yani kışın korkulu rüya görmeyi istemezdi. Kömür o yıllarda karne ile dağıtılırdı. Babam işe giderken ağabeyimi yanında götürür, onu kömür dağıtımı yapılan yerde gecenin karanlığında sıraya sokardı. Yaşım ilerlediğinde ağabeyimle birlikte giderdik. Kömür deposunun olduğu yere sabahın ilk ışıklarından evvel gider sıraya geçerdik. Nakliye işini yapan arabacıların bir kısmı kömürümüzün tozsuz olması için sigara parasına tenezzül ederken rüşvetsiz kömür alanların arabalarında iyi kömür bulunmadığını da görürdük. Kok kömürünü depomuza attık mı bizden iyisi yoktu mahallede. Depodan eve getirme işi akşama doğru nihayetlendiğinde kömürü taşıma işi başlardı. Arabacının gönlüne göre boşalttığı yerden çuvallara doldurarak taşınırdı kömür. Ağzınızdan burnunuzdan siyah kömür tozlarının geniz bölgenize kadar indiğini el yüz yıkanırken fark ederdiniz. Bir keresinde üç ton kömür almıştık iki soba yanan evimize. Hamal tutmak istedim. Mahalle kahvesinde pişti oynayan hamallara söylediğimde iskambil oyunu bittiğinde geleceklerini söyleyerek beni oyaladılar. Akşama yakalandığımda çuval ağzını açan komşuların yardımıyla o kadar kömürü tek başına taşımıştım. Hamallara vereceğim ücreti ne mi yaptım dersiniz? Kahvaltılık malzeme alarak bir güzel yedik.

Bu haber toplam 1020 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim