• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

Erol Göka: Acizlik endişesi salgını

Erol Göka: Acizlik endişesi salgını
Avrupalıların ‘bir tehdit altında ama riski olmayan bir dünyadan, tehdidi kalmamış ama riskli bir dünya’ dönemine girdiğimizi anlamaları için acaba daha kaç yıl geçmesi gerekecek?

Düzensizliği meydana getiren çok sayıda unsur var. Felaketlerin hepsi tabii ki aynı anda gelmeyecek, pek çoğu mantıksal bir zincir gibi belki birbirine bağlanmayacak ama geleceği tehdit ederek ve asgari bir düzen ümidini ortadan kaldırarak bizi yeni bir ortaçağa taşıyacak. Öyle bir ortaçağ ki milliyetçilerin değil, kabilelerin egemen olduğu bir ortaçağ; toprak, kan ve kimlik sorunlarının yeniden gündeme geldiği bir ortaçağ.” Fransız işadamı ve yazar Alain Minc’in “Yeni Ortaçağ” kitabından bu sözler. Benzeri tespitleri 2002’de vefat eden bir başka Fransız düşünür Michel Henry, 1996’da söylüyor, yaşadığımız dünya tablosuna “Barbarlık çağı” diyordu. Henry’nin gerek adlandırması gerek teşhisi benim düşünceme çok daha yakın. Zira Minc’in “ortaçağ” dediği ve toptan reddetmeye meyyal olduğu dönem, Müslüman dünyanın temsilcisi olarak Osmanlı’nın sahne aldığı zamanlar ve insanlık tarihi açısından bakıldığında birçok müspet nokta ihtiva ediyor. Ayrıca Henry, Minc’in önemsemediği kutsalın yok oluşunu ve teknolojik aklın kutsallaştırılmasını dert ediyor:

“Barbarlık çağını yaşıyoruz. İnsanlık tarihinde ilk kez bilgi ve kültür birbirinden ayrıldı. Canavarlaşan bilim bütün hissi özellikleri ve yaşamı dünyamızdan kovdu. Yaşamın kendini geliştirmesinden başka bir şey olmayan kültür, modernliğin beşiği Avrupa’dan dışlandı. İdeolojiler insanın yok oluşuna övgüler yağdırıyor. Yaşama ıstırabını dindirmenin tek çaresi medyatik evrene sığınmak...” Henry’e göre bilim ve teknik, insandan ve yaşamdan kopuyor, özerk bir hal alıyor; sanat ölüyor, kutsal yok oluyor; üniversite memur üreten makinelere dönüyor. O yüzden hayretler içinde soruyordu Henry: “ Yaşam, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hale geldi?”
 
Yaşadığımız zamanlarda olan biteni “akışkan modernlik” başlığı altında incelemeye çalışan pek sevdiğimiz Zygmunt Bauman, geçen yıl vefat etmeden hemen önce kaleme aldığı “Retrotopya” kitabında, Hobbes’un Leviathan”ı yazdığı sıradaki dünya manzarasıyla bugün arasında bir benzerlik buluyor. “Hobbes’un Leviathan-öncesi dünyasını hatırlayalım; siyasetten ve siyaseten tasarlanmış ya da doğmuş iktidarlardan bihaber bir savaş meydanı: Özel olarak kimsenin yönetmediği ve özel olarak da kimsenin hedeflenmediği, herkesin herkesle savaşı… Bu hissimize bir isim koyamasak bile, hissediyoruz ki, dünyamız -insani bağların zayıfladığı bir dünya, siyaset ile iktidar arasındaki ilişkinin koptuğu bir dünya- yeniden bir savaş meydanıdır: Özel olarak kimsenin yönetmediği ve özel olarak da kimsenin hedeflenmediği, herkesin herkesle savaşı… Eskisinden farklı olarak artık üzerimizde devletin verdiği üniformalar yok, ayrıca yeni bir simimiz var: “Rekabet halindeki bireyler”…
 
Baumann, isim koymakta zorlandığı bu dünya tablosunu açıklamak için Anand Giridharas’ın nerdeyse evrensel hale geldiğini söylediği “acizlik anksiyetesi” duygusunu alıntılıyor. Giridharas’ın sözleriyle, “bu gergin ve çatışmalı zamanlarda Amerika’yı birleştiren bir şey varsa o da kudretin sizin olduğunuz yerden bir başka yerde olduğu şeklinde yaygın bir duygudur” acizlik anksiyetesi.
Bu haber toplam 442 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim