• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Eski şiiri sevmek Rönesans’ımızın ilk müjdesidir

Eski şiiri sevmek Rönesans’ımızın ilk müjdesidir
'Aramızda münekkit diyeceğimiz muharrir henüz yetişmedi. Ve bence bugünkü edebiyatımızın en büyük zaaflarından biri de budur.' Ekrem Sakar, Ahmet Hamdi Tanpınar'la konuştu.

Ahmet Hamdi Tanpınar. Türk edebiyatının nadide şahsiyetlerinden biri. Sadece eserleriyle değil, edebiyatımız üzerine yaptığı tetkikleriyle de bugün hâlâ geçerliliğini koruyan tesbitlere imza atmış bir mütefekkir. Tanpınar’ın münevver bir tarafı da olduğu için onunla oturup her konu hakkında konuşmak ve ondan istifade etmek mümkünse de biz, onun öne çıkan fikirlerini göz önünde tutarak onunla edebiyat hakkında söyleşi yapmaya karar kıldık. Nitekim çok ufuk açıcı bir röportaj oldu. Şunu da belirtmemiz iktiza eder ki bizim soracağımız soru, üstadın ise söyleyecek çok sözü olmasına rağmen, lüzumundan fazla uzun bir röportaj yayınlamamak adına aklımızdaki bütün sualleri röportaja dâhil etmedik. Sözü daha fazla uzatmadan sizi hazırladığımız metinle baş başa bırakalım.
(Not: Bu “hayalî“ röportaj metni Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Edebiyat Üzerine Makaleler” adlı kitabından iktibaslar yapılarak oluşturulmuştur.)
Genel olarak edebiyattan başlayalım istiyorum. Bir edebiyat nelerden teşekkül eder?
Her zaman müstakil şaheser vücuda gelmez. Hatta milletlerin hayatında yaratmanın kendisine mahsus bir ritmi vardır. Belki bu ritmi hususî şartlarda tacil edilir. Fakat ne olsa, kısır devirler, velud devirler kadar çoktur. Bugün bir edebiyatı asıl yapan şeyler, biyografiler, monografiler, velhasıl cemiyetin kendisini bilmek için sarf ettiği gayretin mahsulü olan ikinci derecede eserlerdir. Ve bu cins mahsullerdir ki, dehanın gelip geniş terkibini yapabilmesi için lazım olan muhit ve malzemeyi hazırlarlar. Onun vasatını teşkil ederler. Başka memleketlerde her edebi nesil işe mazi hakkındaki görüşünü, onu anlayış tarzını tesbit etmekle başlar.
Millî bir edebiyata doğru nasıl gidebiliriz?
Bir kere kendimizi bilmeğe, kendimizi tanımağa ve sevmeğe başlayalım. O zaman milli edebiyat dediğimiz muammanın kendiliğinden halledildiğini göreceğiz. Çünkü o zaman okuduğumuz kitapların kendi ağzımızdan ve haberimiz olmadan konuşmasından kurtulacağız, onun yerine bütün bir mazi, yenileşmiş bir an'ane ve mahpus, gayr-ı şuurda kalmış temayülleriyle çok müessir ve derin iştiyaklarıyla, sıcak ve kanlı realitesi ile bütün bir hayat konuşmağa başlayacaktır. Bir tek tesellim bugünkü edebiyatın dağınık manzarası içinde bu hedefe yavaş fakat çok emin bir tarzda gidenlerin mevcudiyetini bilmektir.
Şiir mevzusu üzerine sizden evvel Yahya Kemal üstadla bir söyleşimiz oldu. Bundan dolayı size daha aktüel bir soru sormak istiyorum. Şiir ölüyor mu?
Şüphesiz ki yaşadığımız zamanın sanata ve bilhassa şiire karşı aldığı hususi bir vaziyet, bir nevi düşmanlık yoktur. Bununla beraber, asrımıza mahsus bir nevi rahatsızlık vardır ki, etrafımızdaki havayı şiir için müsait bir iklim olmaktan çıkarıyor. Hareketin lüzumuna ve hatta esas olduğuna inanılan bir devirde yaşamak ve bunu iyice bilmekten gelen bir endişe ve rahatsızlık, bizzat sanatkârın da kendisine ve sanatına olan imanını sarsıyor.
Dünya edebiyatı noktainazarından baktığımızda şiirin diğer türler kadar popüler olmaması, yazıldığı dil açısından tamamıyla millî olmasından mı kaynaklanmaktadır?
Şairlerin kendi zamanlarında vatanlarının dışına çıkan şöhret kazanmaları, dünyaca tanınmaları, daima resim, mimari, musiki, roman ve tiyatro gibi eser yaratanlardan güçtür. Bir roman, tek bir tercüme ile on beş günde sahibini tanıtır. Beynelmilel sanat pazarında birkaç senelik bir didinme, iki üç sergi veya müsabaka bir ressamı, bir heykeltraşı, bir mimarı milletlerarası bir şöhret yapar. Fakat bir şairin bu şöhreti kazanması imkânsızdır. Bazı şairler yaşadıkları devirlerde kendi dillerinin hudutlarını aşmışsa, bunun kerameti yazdıkları dilin tanınmasındadır. Mesela asrımızda Rilke, Valery, T. S. Eliot için olduğu gibi. İyi yetişmiş her Avrupalı Fransızca, İngilizce ve Almancadan hiç olmazsa ikisini bildiği için bu şöhretlerin tesisi kabil olabilmiştir. Valery'nin İngilizce yazılmış bir kitabı vardı. Rilke Fransızca - çok hususî şive ve edası olan - şiirler yazardı. Eliot, kendisi her iki dili bilir. Her üçünün vatandaşları ise, tabii aydın. Ve onun üstündeki seçkin tabaka, bu dillerin bütün güzelliklerine sahiptiler. Onun içindir ki, bu şairlerin eserleri her tarafta bütün lezzetlerine varılarak okunuyordu.

Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/20357/eski-siiri-sevmek-ronesansimizin-ilk-mujdesidir.html

Bu haber toplam 717 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim