• İstanbul 18 °C
  • Ankara 21 °C

Eyyup Azlal: Sanatçının Vazifesi...

Eyyup Azlal: Sanatçının Vazifesi...
Sanat, Yaradan'ı aramak ve güzeli keşfetmek üzere orataya çıkar. Çünkü inancın etkisinde olmayan hiçbir kavram yoktur.

İnsan için seçilen bir hayat görüşü ve buna bağlı olarak yaşantıyı başkalarına anlatma ve sunma değişik araçlarla yapılır. Bu araçların en başında sanat gelir. Sanatçı ise bu fikrin ya da bu yaşantının bir misyoneri olarak eserini estetik bir biçimde insanlığa sunar.

Sanatçılar bağlı olduğu yaşantı ve dünya görüşlerinden bağımsız bir ürün ortaya çıkaramazlar. Fuzulî'nin, Mevlanâ'nın dünya görüşü bilinmeden  şiirlerine yaklaşmak nasıl sıkıntılı sonuçlar doğuracaksa Mozart'ın ya da Çaykovski'nin dünya görüşü bilinmeden eserleri anlaşılmaz. Yalnız burada sanatta beğeni, kişiden kişiye ve cemiyetten cemiyete değişiyor. Bu meseleyi şair Faruk Nafiz Çamlıbel'in “Sanat” şiirinde geçen şu mısralarla müşahhas kılalım:

Sen kubbesinde ince bir mozayik arar da /Gezersin kırk asırlık bir mâbedin içini

Bizi sarar bir sülüs yazı görsek duvarda,/Bize heyecan verir bir parça yeşil çinî...

(Han Duvarları F.N.Ç)

Sanatı algılama, medeniyetten medeniyete farklılık gösterse de insan, duygu ve düşüncelerini estetik bir biçimde ruhunu besleyecek tarzda dışa vurmak ister. Bu işlenmiş ruhun dışarıya vuruşu muhataplarınca yani sanata ihtiyaç duyulan normal bir göz tarafından bazen  yadırganabilmektedir. Nasıl mı? Anlatalım. Sanata ilgi duymak günlük yaşantılarımızdan bir nevi kurtulmak bir nevi sıyrılmak olarak gören anlayışın maddi kaygısı ile açıklanabilir. Elma, aç iken el uzatılacak bir araç olmaktan çıkıp sanatsal boyutu, renkleri ve taşıdığı canlılık ile görülecek bir şeydir. Burada faydacı görüşün yerini  güzellik duygusu almıştır. (En büyük sanatkarın kim olduğunu unutmamak adına elma örneğini verdim)

Bir mermere işlenen desenler, bize hareketsiz kusursuzluklar sunabilir. Musikî, bize günlük hayatımızda tadamayacağımız heyecanları verebilir. Edebiyat aracılığı ile yokluk ve acı bile güzelliğe bürünüp bize sunulabilir. Ki o zaman sanatseverler, bir sanat erbabının yanında soluğu almak ister. Çünkü onlar  için sanatın vazifesi güzelliğin vereceği huzur ile günlük hayattan sıyrılma başarılabilecektir.

Burada sanatçı ile işçi arasındaki fark da ortaya çıkıyor. İşçi olağan işleri yapar, sanatçı ise olağanüstü işleri yapmakla vazifelidir. İşçi, şair İsmet Özel'in tabiriyle baca temizleyicisi olabilir. Simsiyah dünyamızı beyaza dönüştürebilir. Bu işinden dolayı işçi herkesi sevmekle kalmaz herkes tarafından da sevilir. Çünkü o, dünyayı aydınlatmıştır. Ve de herkesi düşünmeyecek kadar da mutludur.  Sanatçı ise beyaza dönüşen bu dünyamızı ana ve ara renklerle renklendirir. Sanatçı, daha doğrusu  sanatkar dünyayı daha çekici hale getirmek için çaba sarf eder. Çünkü renksizlik bir sanatkar için ölümdür. Ali Şeriatî'nin deyimiyle otlaşmak demektir. Ve sanatçı herkesi düşünecek kadar mutsuz ve kaygılı da olabilir.

Ve son sözler...Ali Şeriatî der ki “Hüzün sanatla, üzüntü de üretimle ilgilidir.” Üzülmezsek ve kaygılanmazsak sanat adına hiç bir üretim olmaz.

Milat

Bu haber toplam 888 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim