• İstanbul 15 °C
  • Ankara 22 °C

Eyyup Azlal'dan: Erostan aşka doğudan batıya

Eyyup Azlal'dan: Erostan aşka doğudan batıya
Cemil Meriç, Kırk Ambar adlı eserinde klasik eserler, dünyanın ortak ürünüdür, der. Neden ortak üründür?

Çünkü klasik eserlerle aşkın ortaya çıktığını ve bu da on ikinci asra tekabül ettiğini ifade ediyor. Zaten o zamana kadar aşk, aşk değilmiş, ya nedir? “Eros”muş. Yani erkek ve kadında cinsî arzu… Erkek üstünlüğüne inanır, kadının da aşağılığına.

12. Asırda feodalite bu inancı alt üst eder. Artık erkek efendidir, karısı hanımdır. Hizmetlerinde de köleler değil soylu kimseler vardır. Hizmet ayıp değil herkes birbirine hizmet eder. Soylular önce paj olur sonra şövalye. Efendiye hizmet edildiği gibi hanımına da hizmet edilir. Artık kadın erkeğe boyun eğmez, kadına lütufta bulunulur. Yani aşkta makam daha yüksektir. Yoksa “aşk mahkemeleri” kurulur muydu?

Bu bilgiler ışığında Wagner’inde operasına aldığı ve dolayısıyla sahiplendiği “Tristan ile İseult” masalının bizim klasik eserlerimizle özellikle Leyla vü Mecnun eseriyle ciddi manada yakınlık teşkil ettiğini müşahede ettik. Cemil Meriç merhum bu masal ve masalın iki kahramanı için şunları söyler : “Asırlarca dilden dile, telden tele dolaşmış bu masal Ortaçağı büyülemiş o harikulade içkiyi Thomas ve Béreol Fransızcanın şeffaf kristaline boşaltmışlardır. Britanya ozanlarının bütün Avrupa’nın rüyası olmuş. Doğu’nun Leyla ile Mecnun’u gibi. Bunu en son Joseph Bédier de yazmış. İki kahraman mutlu iken sevmişler, yaslı iken sevmişler ve ikisi de aynı gün ölmüşler.”

Biraz masaldan okuyalım. “Kournay’da bir kral yaşamakta imiş. Adı Marc olan bu kralın düşmanları var imiş. Bir vakit bu düşmanlar kralın ülkesine saldırmış. Bunu duyan Luntien kralı Rivalen denizleri aşarak yardıma koşmuş. Ve düşmanı yenmişler. Kral March da yardımına gelen bu dostuna bir kız kardeşi Beyaz Çiçek’in elini ona vermiş. Böylece bir izdivaç meydana gelmiş. Henüz evlenmişlerdi ki bu sefer ülkesine de eski düşmanları saldırmış. Gemilerine atlayıp Litüene’e geri dönmüş Rivalen ve askerleri. Ondan bir çocuk bekleyen Beyaz Çiçek de yanlarında. Buradaki savaş sonucunda Rivalen’i düşmanları öldürmüş. O esnada Beyaz Çiçek’in bebeği de doğmuştur. Bu acı haberi aldığında çocuğuna dertli anlamında “Trsitan” adını vermiş ve kendisi de göçüp gitmiş bu dünyadan…Yiğit bir kralla dilber bir kraliçenin oğlu Tristan, savaş çığlıkları ve gözyaşları içinde bu dünyaya gelmiştir.  Yiğit bir asker büyütmüştür bu öksüz yavruyu. Düşmanların şerrinden kurtarmak için öz evladı diye tanıtmıştır.

Tristan, tam bir bir şövalye terbiyesi görmüş. Yaman bir cündiden mızrak kullanmasını öğrenmiş. Bütün yalanlardan, bütün hilelerden nefret etmeyi, zavallıları korumayı, verilen sözü tutmayı öğrenmiş. Atlar kanatlanırmış altında… Bir gün Norveçli korsanlar bunu kaçırmış. Tuzağa düşen bir kurt gibi çırpınmış ama nafile. Ama deniz içi fesat dolu gemileri taşımaz. Fırtınaya tutulan korsanlar, tanrının kendilerini cezalandırmak istediğini düşünerek Tristan’ı bir kayığa bırakır. Kayık o vakit yumuşamış denizde bir sahile çekilmiş. Sahile inen Trsitan burada bir vadide ilerler. Bakmış ki bir av merasimi ve yanında geçen yaralı bir geyik. Az sonra avcılar oradan geçip geyiği yakalarlar. Avcıbaşı vurulan geyiğin kellesini koparmaya kalkınca dayanamamış Tristan. Efendim demiş bu asil bir hayvan bir domuz gibi boğazlanamaz. Ve onlara geyiğin nasıl parçalanacağını öğretmiş. Avcılar Tristan’ın ustalığına hayran kalmış. Ve Onu kralın yanına götürmüş. Tesadüf bu ya. Beyaz Çiçek’in ağabeyinin memleketine gelmişler. Kral March, Tristan’ı tanımaz fakat kanı ısınır. Çok sonraları onu büyüten asker gelip krala bunu haber verir. Kral Marc, sevinçle yeğenini bağrına basar. Ve derken Tristan bir savaş esnasında yaralanmış, Bir ülkeye sığınmış meğer burası Marholt’un ülkesi İrlanda. Orada yaraları iyileştiren genç bir kız Iseult varmış. Trsitan ile ilgilenerek onu iyileştirmiş.… ”

Masal çok uzun, burada keselim. Bu masalın bizim klasik edebiyatımızda hangi esere benziyor. Başta da belirttiğimiz gibi Leyla vü Mecnun ile aynı orijinden geliyor. Masalın devamında birçok ortak özellik bulduğumu söyleyebilirim. Mesele Tarsitan’ın geyikle ilgisini bizim Mecnun yani Kaysın geyik ve avcı hikâyesine benzemiyor mu? Mecnun, yavruları olan ceylanın öldürülmemesi karşılığında kendisini avcının avına bağlamıyor mu? Hele masalın sonunda Triastan ile Iseult’un mezarları başında bir diken çıkması olayı var. Tristan’ın mezarından çıkan bir diken Iseult’un mezarına kadar yetişiyor, her tarafı kaplıyor. Kesiyorlar dikeni tekrar çıkıyor. “ Buradaki kurguyu Leyla ve Mecnun’un sonunda da görüyoruz.

Şimdi ne diyeceğiz. Burada özellikle şu konuda Merhum Cemil Meriç’ten ayrılıyorum. Ona göre 12. asırda hacılar, haçlılar ve bezirgânların İspanya’dan, İngiltere’den ve İspanya’dan bunları Kudüs’e ve Filistin’in diğer bölgelerine taşıyarak etkileşim olmuştur. Bana göre ise Ortadoğu’dan ve İslam coğrafyasından giden birçok kültür gibi bu edebi ürünler de Avrupa’ya taşınmıştır. Şövalyenin hal ve hareketiyle önce gazi, daha sonra alp ve alperen’e benzetilme şeklini görünce başka örnekler vermeye gerek duymadığını anladım.

Milat

Bu haber toplam 428 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim