• İstanbul 23 °C
  • Ankara 21 °C

Fahri Tuna: Cahit Zarifoğlu; Ayçağın Gereğini Belleyen Adam

Fahri TUNA

Portre / Fahri Tuna Cahit Zarifoğlu;                                                                                           Ayçağın Gereğini Belleyen Adam

Bir arınma şiiridir onun şiiri.

Bir yunma. Bir kayboluş. Bir diriliş şiiridir.

Dünün şiiridir onun şiiri. Başlangıcın, eskinin, en eskinin. Ve ne kadar dünün şiiriyse o kadar da yarının, geleceğin şiiridir.

Zaman kaybolur, mekân kaybolur; her zaman her mekân birdir, bütündür onda: İnsanın şiiridir onun şiiri.

İnsanı, insanlığı yazdı bir ömür o.

Ve çocuğun şiiridir. Çünkü bir ömür hiç büyümemiş bir çocuk kalbini taşıdı yanı başında, içinde.

Sesi kendine özgü, dili kendine özgü, yazısı kendine özgüdür onun. O nedenle özel bir şair, özgün bir yazar, özerk bir kalemdir.

Dimdik bir mizaç, dimdik bir akıl, dimdik bir tavırdır onunki. Hiçbir zaman hiçbir makama eğilmeyen. Tek eğildiği bir’dir, bir’edir, bir’cedir. Şiiri bir’e, birliğe dairdir.

‘Tarihsel bir seyirme’dir yazdıkları, ‘heybetlenen Ali Kayası’dır şiirleri. ‘Açlığı eğlemektir; hayat’ ona göre. ‘Ayçağın eridir’ o. ‘Savaşarak ve devirleri aşarak gelip karanlığı karalayan’ bir erdir ona göre insan. ‘Bir savaşçı’ydı aslında o. ‘Savaşı binmiş’, ‘sözü bilemiş’, ‘zorun yamanını kolaylamış’ bir ayçağı savaşçısı.

Dili ona hastı; kendine özgü dil geliştirmişti her büyük yazar gibi: Hiçistan, gül kuyusu, ölüm işretleri, ayçağı, varlık göçmeni, kalbimin şuuru, güzelcin gibi kelimeleri vardı. Türkçenin zirvelerinde dolaşmak demekti onun satırlarını, dizelerini, gizelerini okumak.

‘Artist milletizdir/ Bizde defaten ölünür’ diyen adam. Artist adam. Ar adam. Er adam. Ol adam. En olmuş adam.

Biraz Pakdil, biraz Necip, biraz Gemuhluoğlu, biraz Sezai, biraz Rilke. En çok da Cahit. En çok kendisi.

Maverâ[1] oydu. En çok oydu Maverâ. Doğal lideri, öncüsü, sorumlusuydu. Akabe Yayınlarının da elbette.

Bir milletin, bir ümmetin, bir çağın vicdanı, onuru, izzetiydi.

Hiç tanımadığı Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı’na telefon açıp, adeta bütün bir dünyanın başbakanı edasıyla; “Rahmi, bana bir araç, şu kadar da para gönder. Afganistan’a ekip göndereceğim.” diyen, bunu samimi, etkili ve emredici bir ses tonuyla söyleyen, telefonun diğer ucundaki Rahmi Koç’a da “Tabii efendim, hemen gönderiyorum.” dedirten adamdır o.

-Mak, -mek ile biten mastar isimli kitapları oldum olası soğuk, kaba, itici bulurum. Genelleme, bodoslama, bir sürü soyut güzafı çağrıştırır zihnimde onlar, uzak dururum onlardan. Fakat tek bir istisnası vardır: Yaşamak.[2] Zarif güncelerden oluşan bu kitaptır ve bana göre türünün tek istisnasıdır. Koca bir dünyayı sığdırmıştır ona Cahit Zarifoğlu.

Söyleşilerimde ya da imza günlerimde, her yazara sorulduğu üzere, bana da sorarlar zaman zaman: “En çok etkisinde kaldığınız yazarlar, şairler kimlerdir?” Necip Fazıl derim, Cemil Meriç derim, Sezai Karakoç derim, Fethi Gemuhluoğlu derim, Selahaddin Şimşek derim. Ama. Âh ama. İlkin 1984’te, ikinciye 2004’te okuduğum Yaşamak’a, çizdiğim, karaladığım, kenarına notlar aldığım sayfalara bakıyorum, bir otuz yılıma bakıyorum: Hayır, hayır, beni en çok etkileyen yazar kuşkusuz Cahit Zarifoğlu. Dili, imlâsı, duyarlıkları, tespitleri, öfkeleri, eyvallahsızlığı, duruşu, bakışı, yakışı, siyasete edebiyata sanata tavır alışı… Tümüyle etkisi altına almış beni; itiraf ediyorum.

Sadece beni mi? Onun, Maverâ’nın her sayısında arka sayfada yayımlanan yazıları Okuyucularla[3] ismini alarak yayımlandı geçenlerde. Üşenmedim, tek tek saydım: on yedinci sayıdan elli altıncı sayıya dek, Nisan 1978 ila Temmuz 1981 yılları arasında toplamda 364 mektuba cevap vermiş. Cevaplar da ne cevaplar ama: Konuyu tam orta yerinden kesiyor, zerre torpil geçmeden, yermek ve övmek duygularından fersah fersah uzak, net, açık, acıtıcı ve şifa getirici öğütlerle. “Ne yazık ki şiir sanatı açısından başarılı tek bir mısraınız bile yok.” diyor, “İdeolojik şiir yazmayın.” diye kızıyor bazen. “Henüz yayınlayabileceğimiz düzeyde değil.”, “İçinde bulunduğunuz zamandan dışa düşüyorsunuz.”, “Hikâyenizi uzunluğundan ötürü okuyamadım.”, “Yazar yazmaz yolladınızsa netice elbet böyle olur.”, “Kelime dağarcığınızı genişletmek için lügat okuyabilirsiniz. Ben şahsen hiç okumadım ama hep tavsiye ederim.”, “Mektubunuzu Arap harfleri ile yazmışsınız, Fevkalade hoşuma gitti. sürur duydum. Mesut oldum. Fakat mahzun da oldum, şiirleriniz için umut verici şeyler söyleyemeyeceğim.” ise sık sık verdiği cevaplardan bazıları. Yirmili yaşların başlarında üç yüz kadar gençtir, şiir, öykü, denemelerini gönderenler, o günlerde Maverâ dergisine. Büyük bir titizlikle okumakta incelemektedir Zarifoğlu hepsini; harf her, kelime kelime, dize dize. Kuyumcu titizliğiyle, büyük bir soğukkanlılıkla, bir o kadar da büyük merhametiyle cevaplar yazmaktadır: “Ve tabii Maverâ kıskançtır. Yazarlarının başka dergilerin disiplinleri içinde zedelenmesini istemez.” konusunda katıdır. Aralık 1979’da yayımlanan 37. Sayıda, yine samimi, yine mertçe şöyle söyler: “Bir şey daha var, onu da itiraf edeyim: Bendeniz edebiyattan da pek anlamam, efendim. Ne yapayım ki çalışmalarınızı getirip bana teslim ediyorsunuz...”

Kırk sayılık Zarifoğlu Mektebi’nde ders görüp bugün ulusal anlamda eser veren, edebiyat camiasında ismi kabul görmüş kaç şair, yazar vardır, diyerek meraka düştüm, inceledim, alfabetik sırayla ilginize sunayım istedim: “Adem Turan (Çanakkale), Ali Osman Sali (Çanakkale), Fahri Tuna (Sakarya), Ferman Karaçam (Erzurum),  Hasan Akay (İstanbul), Hicabi Kırlangıç (Amasya),  Hüseyin K. Ece (Erzurum), Hüseyin Yorulmaz (Maraş),  M. Fatih Andı (Adana), Mustafa Armağan (Bursa), Mustafa Çelik (Erzurum), Mustafa Everdi (Niğde), Nureddin Durman (Beylerbeyi), Mustafa İslamoğlu (Kayseri), Nurullah Genç (Erzurum), Ömer Çaha (Malatya), Recep Seyhan (İstanbul), Rıdvan Canım (Erzurum), Sadık Yalsızuçanlar (Ankara), Sıtkı Caney (İstanbul), Şeref Akbaba (Erzurum), Ümit Aktaş (İstanbul), Vahap Akbaş (Çorlu), Yılmaz Daşçıoğlu (Isparta)…” Evet, hepimizin yolu bir şekilde Maverâ’dan, hassaten Cahit Zarifoğlu tedrisinden, terazisinden, tekkesinden geçmiş. Her birimize sözü ve gözü değmiş onun, ne güzel!

On beş sene kadar önceydi, Yılmaz Daşçıoğlu ile bir mahfilde karşılaşmıştık. Bana; “Hatırlıyor musun Fahri, yirmi beş sene önce aynı sayıda Cahit Zarifoğlu’ndan birlikte fırça yemiştik?” diye sordu. Ben “Hatırlamaz mıyım… Senin ki fırça bile değildi; olan benim şairliğime oldu. O fırçayla şiiri bıraktım ben.” deyince, ortalık kahkahaya boğulmuştu. Sahiden de öyle olmuştu; ama yıllar sonra Okuyucularla kitabı yayımlanınca yeniden okudum eleştirilerini. Yirmi yaş psikolojim, alınganlığım, o yaşlardaki her eli kalem tutan gençte olduğu gibi kendini büyük şair sanma vehmimle onu hiç anlamadığımı fark ettim. Söyledikleri şunlarmış aslında: “Akıp Giden Derinden başlıklı şiirinizle, isimsiz beyitleriniz bir hayli başarılı. Ama serbest şiirlerinizin şiirle ilgisi yok. Hece şiirinin havasını kavramışsınız ve bunu kendi şiirinizde de verebiliyorsunuz. Bu sizin için olumlu; ama şiiriniz orijinal değil. Yani hece şiirine bir yenilik getiriyor değilsiniz. Bu tempoyla devam ettiğiniz takdirde isminizi şair diye bir yere yazmamız mümkün olmaz. Sizde olumlu bulduğumuz şeyi, zamanla kendi kişiliğinizle besleyerek, iyi şiirlere zemin yapmalısınız. Selamlarımızla.”[4] Yirmi yaşındaydım, harıl harıl Necip Fazıl okuyor, her Büyük Doğu mensubu gibi Türk şiirini en başta Necip Fazıl şiiri varsayıyordum. Zarifoğlu’nın bu cevabından sonra şiir olduğunu zannettiğim, şiir olduğunu varsaydığım onlarca karalamamı yırtıp attım. Bir daha da şiir yazmadım. Otuz sekiz sene sonra pişman mıyım? Hayır! Doğrusu onun söyledikleriydi; ben şair değildim, haklıydı. Başta Yılmaz Güney ve merhum Faik Baysal olmak üzere, birçok şair dostum portrelerimde şiir dizileri olduğunun, şiir tadı olduğunun altını çizerler, böylesi daha kıymetli. Cahit Ağbi’nin etkisiyle - fırçasıyla demek daha yerinde olur - o tarihten sonra Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i, kendisini,  Erdem Beyazıt’ı, İsmet Özel’i okumamın yazılarıma büyük katkısı oldu. Bu sebeple bin minnet ve teşekkür borçluyum ben de Cahit Ağbi’ye.

İşte, Cahit Zarifoğlu tam da buydu, eksiği fazlası olmadan: İyiliğimiz için sözünü sakınmayan adamdı. Kabul edelim; bugün yaşı altmışın biraz altında, biraz üstünde olan birçok şair, birçok yazar, hepimiz onun ‘paltosundan çıktık’ biraz da.

Serazat bir mizaç, özgürlüğüne ölümüne düşkün bir mizaç, çıldırasıya özgün, orijinal bir karakter sahibiydi. Benzerlerinde de görüldüğü üzere, gidebileceği iki yolu vardı: - Allah korusun - intihar yahut hidayet. O ikinciyi seçti. İşte kendi ifadesiyle delili: “Cennet hediyen, cehennem benim eserim.”[5]

Yedi Güzel Adam’ın bahadırıydı o. En Yedi Güzel Adam’dı. Gereğini bilen, gereğini belleyen adamdı. Erliğin, ayçağı erliğinin gereğini belleyen adamdı. Ve bir ömür, bunu belletmeye çalıştı bizlere.

Şiiri budur. Yazdıkları da, yaşamı da budur. Yaşamı başlı başına şiirdi onun. Şiir kalpli adamdı. Şiir kadar derin naif ve sarp: “âh kardeşler, gönlümün yükünü kaldıramıyorum” demişti bir dizesinde. Evet, bir ömür gönlünün yükünü taşımaya çalıştı o. Dünyanın yükünü, ümmetin yükünü, gönlünün yükünü taşımaya çalışan şairdi.

Gönlümüzün, gönüllerimizin şairi.

 


[1] 1976-90 yılları arasında, Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan, Ersin Gürdoğan tarafından hazırlanan/ yayımlanan aylık edebiyat dergisi.

 

[2] Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, (Ankara: Akabe Yayınları, 1980), 1. Basım, 224 sayfa.

[3] Cahit Zarifoğlu, Okuyucularla, (İstanbul: Beyan Yayınları, 2014), 3. Basım, 464 sayfa.

[4] Cahit Zarifoğlu, Okuyucularla, (İstanbul: Beyan Yayınları, 2014), 3. Basım, s.179.

Zarifoğlu’nun şiirime dair mezkûr eleştirisi, Maverâ dergisinin 1979 yılında yayımlanan 35. sayısından kitaba alınmıştır.

[5] Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, (Ankara: Akabe Yayınları, 1980), 1. Basım, s.84.

 

cahit-zarifoglunun-mezarinda-9.5.2017.jpg

Bu yazı toplam 1360 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim