• İstanbul 19 °C
  • Ankara 19 °C

Fahri Tuna'dan: Oktay Sarı; Rakibe Çok Tehlikeli Bir Noktadan Korner Attıran Spiker

Fahri Tuna'dan: Oktay Sarı; Rakibe Çok Tehlikeli Bir Noktadan Korner Attıran Spiker
Oktay Sarı için Düzgün, yalansız, dolansız, sözünün eri çocuktur diyemeyeceğim; zira ‘hayatta en hakiki mürşit yalandır’ atasözünün sahibidir o.

Oktay Sarı için Düzgün, yalansız, dolansız, sözünün eri çocuktur diyemeyeceğim; zira ‘hayatta en hakiki mürşit yalandır’ atasözünün sahibidir o. Ama şu itiraf da ona aittir: ‘Tamam ben çok yalan söylüyorum, ama vallahi hepsi pembe yalanlar. Ablam kupon toplamış, kırk beş kupona tencere takımı alacak, kırk iki tane toplamış, bana geliyor, ‘senin çevren geniş, başbayi üzerinde ağırlığın var, bana tencere takımını alır mısın Oktay’cığım’ diyor. Ben de ‘tamam ablacığım, hallederiz’ diyorum. Halledemeyeceğimi o da ben de iyi biliyoruz. Ablam üç beş gün daha ümitle yaşamak istiyor. Zaten başbayiye gitmiş, olmaz demişler. Ben kenara koyuyorum kuponları. Ablam bir hafta sonra uğruyor, ‘N’oldu Oktay?’, ‘Maalesef vermediler abla’ diyorum, ‘Canın sağ olsun’ diyor gidiyor. Benim yalanlarımın yüzde doksanı böyle Fahri Ağbi. İnsanlar yalana inanmayı çok seviyorlar. Böyle mutlu oluyorlar. Benim de görevim onları mutlu etmek. Ben bu şehre, bu insanlara lâzımım ağbi.’

Ben kendisini yirmi beş yılı aşkın süredir tanırım. Bilenler bilir; şimdi Pasaj-2000 olan yerde 1999 depremine kadar, benim de çalıştığım beş katlı Belediye İşhanı vardı. Oktay da işhanının giriş kapısının bitişiğindeki gazete bayiinde önce Celal Çelik’in, sonra da ikizler Necati ve Remzi kardeşlerin yanında çalışan elemandı. Sempatik güler yüzlü iyi kalpli Sergen Yalçın kulaklı bir delikanlıydı. Her gün selamlaşmadan, iş çıkışında hâl hatır etmeden geçmezdim. O sıralarda şiirler yazıyor, benim de yazdığım Yeni Sakarya Gazetesinin amatör şairler köşesini yönetiyordu. Öğünmek gibi olsun; 1989 yılında hayatının ilk söyleşisini de ben yapmıştım onunla.

1987 yılı olmalı. O zamanlar nerede CD, DVD, albüm; varsa yoksa kaset... Sevdiğimiz şarkıları liste yapıyor, kasetçilere çektiriyoruz. Biz ailece evde şarkı listemizi yapmışız, gazete büfesindeki Oktay’a götürmüşüm, Oktay da listedeki şarkıları Aytaşı Müzik’te kasete doldurtacak, parası neyse ödeyeceğim, alacağım. Oktay listeyi benden aldı, ‘üç dört güne kaset hazırdır Fahri Ağbi’ dedi. Üç dört gün sonra uğradığımda hemen telefona sarıldı (o zaman cep telefonu daha icat edilmiş değil, çevirmeli işyeri telefonundan elbette), ‘kardeşim niye yapmadınız Fahri Ağbi’nin kasetini, yarın istiyorum’ filan dedi, bana döndü, ‘iki gün sonra uğra, kaset tamamdır’  dedi. Ben garantili olsun diye üç gün sonra uğradım bu kez, Oktay ‘Ağbi, telefon edeyim bu kez hazırdır herhalde’ dedi, telefonu çevirdi, Aytaşı Müzik’in sorumlusu Mustafa ile konuşmaya başladı, ben bekliyorum, o sırada solumdaki rafta bir de ne göreyim, benim Oktay’a verdiğim liste… Oktay bana tiyatro oynuyor yani, çaktırmadan kâğıdı aldım, cebime koydum, Oktay- güya- telefondaki Mustafa’yla konuştu yine, bana döndü, ‘Ağbi, gördün nasıl fırçaladığımı, herkes işini savsaklıyor, ama yeminle söz verdi, iki güne kasetin elinde’ dedi. Teşekkür ettim çıktım, doğru Aytaşı’na, Mustafa’ya listeyi verdim, ‘tamamdır, yarın uğra ağbi’ dedi, ertesi günü iş çıkışı gidip aldım kaseti. Tekrar Oktay’a geldim, beni görünce sanki azıcık da yüzü kızararak ‘‘ağbi bir telefon edeyim kaset hazır mı diye sorayım’’ dedi. Ben cebimden kaseti çıkarttım, ona doğru uzatarak  ‘zahmet etme Oktay’cığım, artık lüzumu kalmadı, ben Mustafa’ya doldurttum’ dedim. Yıllar sonra bile bu olayı hatırlar gülüşürüz Oktay’la, sorarım ‘utanmış mıydın Oktay?’ diye, ‘yok utanmadım da, yalan söylerken daha dikkatli olmak gerektiğini ve yalanın iyi bir zeka gerektirdiğini öğrenmiştim o gün’ diye cevap verir.    

Yıllar önceydi, Adapazarı Belediye Kültür Müdürüydüm. Şehirdeki altı amatör grubun öncülerini tespit ettim, görüşüp anlaştım; oyuncu grubuyla onları her ay ücretsiz İstanbul Şehir Tiyatroları’na bir oyuna götürecektim. Ufuk ve vizyonları gelişsin, genişlesin düşüncesiyle. Kamil Övünç, Osman Karpuz, Kamil Övünç, Timur İpekli, Osman Şenli vs. Oktay da o sırada amatör bir tiyatro grubu kurmuştu.

Bir kış günü bir otobüs dolusu amatör oyuncularımızı Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki ‘Lüküs Hayat’a götürmüştüm, öncesinde İstanbul gezisi, ardından da yirmi beş kadar kişi yerimizi aldık, oyun başladı. Zihni Göktay’ın başı çektiği, üç buçuk saat süren efsane oyunla kendimizden geçmiştik; bütün bir salon finalinde oyuncuları ayakta alkışlarken arkamda Oktay’ın ve Osman’ın da şiddetli alkışlarına şahit olmuştum. Demek onlar da beğenmişlerdi. Yol boyunca oyunu değerlendirdik. En çok da Oktay ve Osman Karpuz eleştirdiler. Hepimiz çok mutluyduk. Bir hafta sonra bir dedikodu aldı yürüdü şehirde. Sezai Matur da gazetesinin dedikodu köşesinde yazdı. Meğer ‘mahşerin dört atlısı’ Oktay Sarı, Osman Karpuz, Osman Şenli ve Timur İpekli, üç perdelik oyun başlar başlamaz tüymüşler, soluğu Beyoğlu sokaklarında, Çiçek Pasajı’nda almışlar.  İki üç saat kafalarına göre eğlenip tiyatroya dönmüşler. Ben duyar duymaz ‘olamaz, oyunun finalinde, selamlamada kendi gözlerimle dördünü de gördüm, kuvvetlice alkışlıyorlardı’ dedim. Meğer uyanıklar tiyatroya döndüklerinde tam da oyunun finaliymiş. Sahtekârlar oyunu izlemişler de çok beğenmişler gibi alkışlamışlar… Bir de uyanıklar, seyretmedikleri oyunu yol boyunca hem de en makulünden eleştirmesinler mi…  Hâlâ takılır bana Oktay, ‘ağbi, seni nasıl işletmiştik ama!’ Sorarım: ‘Tamam işletmesine işlettin de, o gün otobüsteki  eleştirilerin çok mantıklıydı, onu nasıl başardın?’, cevabı da çok tutarlıdır: ‘Yolda soracağını bildiğim için, oyun çıkışı üç beş kişiye oyun nasıldı?’ diye sorarak bilgi topladım ağbi…’

Yine bir Oktay Sarı Vakası. 1999 Depremi sonrası günler; Oktay’ın anne tarafı Boşnak’tır, söylemiştim yukarıda. Anneannesi Begzade Hanımla dedesi Seyfi Bey, bir türlü evlenmeyen torunları Oktay için, her geçen gün büyüyen bir endişe taşımaktadırlar içlerinde. Oktay da bunun farkındadır. Onları rahatlatmaya karar verir. Tiyatro grubundaki oyuncularından Nevin Hanım başarılı bir tiyatrocudur; ondan rica eder, ‘bugün anneannemle dedeme gideceğim, nişanlımı oynar mısın hatırım için!’ ‘’Evet’’ der Nevin Hanım. Çukurahmediye’de Seyfi Amca’nın evinde alırlar soluğu, Oktay aile büyüklerine ‘bu kızla evlenmeye karar verdim, üstelik de Boşnak kızı’ deyince Begzade Hanımla Seyfi Bey kızın fizğini huyunu suyunu çok beğenirler. Üstelik de Boşnak’tır. Sevinçten uçarlar adeta. Trabzon kökenli -sözde- Boşnak kızı Nevin Hanım, Boşnak kahvesi de yapar o gün, Boşnak yumurtası da pişirir. Herkes çok ama çok mutludur. Oktay yıllar sonra bu olayı şöyle yorumlamaktadır: ‘Tamam, anneannemle dedemi kandırmış gibi oldum ama her şeyi onların mutluluğu için yaptım! Ömürlerinin son dört beş yılını ‘torunumuz Boşnak kızı ile ha evlendi ha evlenecek’ umuduyla mutlu geçirdiler. Bu dünyadan mutlu ayrıldılar hiç olmazsa…’   

Bir gün Oktay’a uğradığımda moralini bozuk gördüm, ‘Hayrola Oktay?’ dedim, ‘Bana iftira atıyorlar ağbi’ dedi, bu kez ben de üzüldüm: ‘Ne iftirası, kimler atıyor Oktay?’ diye yineledim, konuştu: ‘Ağbi, güya ben Sakaryaspor başkanı filan beyin adamıymışım. Kuru iftira ağbi. Billahi yalan; ben kimsesin adamı olamam ki; çünkü ben adam değilim!..’ İkimiz de makaraları koyuverdik.

Özetle şu söylenebilir: Oktay Sarı, hem yetenek ve birikimiyle, hem etrafına olumlu katkıları nedeniyle, hem de yurdumuzun dört bir yöresindeki plaj futbolu spikerliğiyle, yeri doldurulamaz bir fenomen, bir kahraman, bir aktördür.

Kitaplarımı ‘yeryüzünün en tatlı yalancısına’ diye imzaladığım, ‘ağbi dört dörtlük tespit, çok haklısın’ cevabını aldığım bir kardeşimdir o benim.

Nasıl her şair bir dizeden, her yazar bir öykü veya romandan ibaretse, Oktay Sarı da bir cümleden ibarettir, hayatını, mesleğini, başarısını özetleyen bir cümleden; işin aslını kendisinden dinleyelim: ‘Ankara Cebeci Stadı’ndan PTT-Sakaryaspor maçını radyodan anlatıyorum. Hava yağışlı, PTT bastırıyor, kalemizde tehlike üzerine tehlike yaşıyoruz. Üç dört pozisyonda, topu zar zor kornere atabildik. PTT sol taraftan kalemize gene korner atacak, ben hızlı düşünüyor ve konuşuyorum; korner atışları kalemizde çok tehlikeli oluyor, gene korner kullanıyorlar diyeceğime yanlışlıkla ‘Rakip kalemize çok tehlikeli bir noktadan korner atışı kullanıyor’ diye çıkıverdi ağzımdan. Canlı yayın böyle bir şey işte; ağzınızdan çıktı mı gitti, geriye getiremiyorsunuz. Benim bu sözüm zamanla bir şehir efsanesine dönüştü. Doğrusu ben de memnunum bundan. Bir gün hayatım kitap olursa eğer, kitabımın adı bu cümle olsun isterim!..’

Evet Oktay Sarı; o bizim ‘rakibe çok tehlikeli bir noktadan korner attıran’ anlı şanlı biricik spikerimizdir.

Hayatımızın, şehrimizin, ülkemizin rengidir.

Seni seviyoruz Oktay Sarı.

Şu sözünün altına da imza atıyoruz:

‘Ben bu şehre lâzımım ağbi’; aynen Oktay, aynen!

Hatta bu ülkeye. 

Fahri Tuna 

Bu haber toplam 846 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim