• İstanbul 18 °C
  • Ankara 18 °C

Gözlükçü Turhan Beyan; İnsan Olma Beyan’ından’dır

Fahri TUNA

Bir kış günü genç adam kucağında çocuğu yanında eşi şehrin en eski çarşısında üzüntülü adımlarla yürüyordu. Sekiz aylık kızının gözlerinde sorun vardı. Ülkenin en büyük şehrinde anlı şanlı bir doktora götürmüş, göz profesörü de onlara ‘korkmayın; kızınız hep görecek, başarılı da bir kız olacak, ama ömür boyu gözlü takacak’ demiş, üç dereceli gözlük vermişti. Bir kamu kurumunda mühendis olarak çalışan genç adam şaşkın ve hüzünlüydü elbette. En az eşi kadar. Doktorun ‘görecek korkmayın’ sözü bir teselli panosu okuyor gibi yüreklerine su serpiyordu biraz. Yürüdüler yürüdüler.

Şehrin köklü bir konfeksiyon mağazasına selâm verdi genç adam, kısaca durumu özetledikten sonra ‘bize bir gözlükçü lâzım bacanak’ dedi. ‘Orası kolay, şurada Turhan Ağbi var, iyi esnaftır’ dedi bacanağı ve yaşından beklenmeyen bir olgunlukla ekledi: ‘Görmesine bir mani yok ya, ona şükredelim.’. Sonra yirmi otuz metre ileride sağ tarafta bir gözlükçüye götürdü onları. Genç adamla eşi otuz yıldır yaşadıkları ve bin defa geçtikleri kadim ve işlek çarşının burasında bir gözlükçü dükkânı olduğunu ilk kez fark ettiler. Bacanağı ‘Turhan Ağbi, bize bir gözlük lâzım ama daha çocuk sekiz aylık. Mümkün mü?’ diye sordu. 

Yaşı kırka yaklaşan yakışıklı temiz yüzlü ciddi görünümlü bir bey, genç adamın kucağındaki bebeğe doğru yaklaştı meraklı gözlerle, ‘cam kolay iş, yüzüne uygun çerçeve bulabilir miyiz orasını bilemem’ diye cevapladı. Battaniyeyi araladı, her bebek gibi bir cennet masumiyetiyle bakan çocuğu sevdi okşadı, dikkatini çekecek ‘hiştt, pişt’ gibi sesler çıkarırken, bir kuyumcu titizliğiyle çocuğun yüzünün röntgenini çektiği belli oluyordu, ‘uğraşacağız artık, üç ayrı şehirden çerçeve isteyeceğim sizin için Cabir. Umarım şansımız yaver gider’ dedikten sonra bebeğin anne-babasına döndü bir teselli çağlayanından şerbet ikram eden bir ses tonuyla konuştu: ‘Bu günden itibaren artık bu kızın gözleri bana teslim. Emaneti aldım kabul ettim. Siz hiç merak etmeyin. Türkiye’deki bütün çerçeve fabrikaları bu saatten itibaren bu kızın emrinde.’

Elinde gözlük reçetesi huzur veren bir sesle uğurladı misafirlerini: ‘Şimdi siz gidin. Az sonra siparişleri vereceğim. Üç gün sonra uğrayın bana, kargo ile çerçevelerin gelmesi üç günü bulabilir zira.’

Tam on gün uğraştı gözlükçü bebeğin gözlükleriyle. ‘Bu pek içime sinmedi, çocuk düğme burunlu çok, bir de şunu deneyelim’ sözleri eşliğinde defalarca denemeler yapıldı. Dükkânda çalışan elemanlar, üst katta camı çerçeveye monte etmekle görevli arkadaş sekiz kere indi çıktı; şehrin en çok iş yapan dükkânı ‘masum bebeğin emrine’ seferber edildi. Saatler süren uğraşıların sonunda ‘eh, şimdi oldu. En iyisi bu’ sözleriyle tamamlandı iş. Genç adam ‘borcumuz?’ diye sordu, ‘para kolay iş, parayı boş ver kardeşim. Bizim işimiz para değil sağlık. Şimdi gidin, on gün deneyin, memnun kalırsanız para işine bakarız’ diye uğurladı onları.

Genç adamın evinde çeyrek asır sürecek ‘gö gö’lü’ yıllar o gün başlayacaktı.  O günden sonra ‘evin gözlükçüsü’ olacaktı Turhan Beyan. O ‘masum bebek’ büyüyecek, ilkokul, ortaokul, lise… derken başarılı bir genç kız olarak ülke derecesi yapacak ve memleketin en ünlü üniversitesinden mezun olacaktı. Yirmi beş yıllık süreçte çocuğa onlarca gözlük  değiştirilecek, genç anne, baba ve ağabey de ‘gözlüklüler kervanı’na eklenecek,.. aylar yıllar geçerken, çerçeveler akımlar trendler de değişecek; ailece belki otuzun üzerinde gözlük alınacak, Turhan Optik ailenin çarşıdaki ilk uğrak yeri, ‘selâm verilmeden geçilmeyecek mekânı’na dönüşecekti.

‘İyi güzel de siz bu kadar ayrıntıyı nereden biliyorsunuz?’ diye sormayacak mısınız bana? Hemen söyleyeyim: O ‘genç adam’ bendim! Eşim Gülseren Tuna ile beraber yaşadık her şeyi. ‘Genç adamın kucağındaki bebek’ ise bu yaz Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitiren, iki ay önce de gelin giden hikâyeci kızımız Ayşenur Gülsüm Tuna.

Bu olay ayniyle vakidir ve bacanağım Cabir Yıldız’ın tanıştırdığı o ilk gün, benim kahramanlarım arasında girmeyi başarmıştır gözlükçü Turhan Beyan.

Tanıyan herkes buna şahittir; bir kere değil hem de, on kere yüz kere hem de; ‘paranın her şey’ sayıldığı bu çağda, ‘paranın az şey’ olduğunun yaşandığı yaşanıldığı yaşatıldığı dükkânın adıdır onun işyeri. Çalışanlarında da aynı yüz ifadesine şahit olursunuz, defalarca hem de. O gözlükçü dükkânına adım attığınız andan itibaren siz ‘müşteri’ değilsinizdir hiçbir zaman; sanki siz de oraya ‘ait’sinizdir, siz de oraya ‘ortak’sınızdır; orası ‘sizin de işyerinizdir’, onlar size ‘hizmet için’ orada maaş karşılığı çalışmaktadırlar sanki. İnsanın, insanlığın, insancıllığın adeta ‘geri gelmemek üzere tatile gönderildiği’ yirmi birinci yüzyılda, size ‘paranız için değil insan olduğunuz için’ değer verildiğini iliklerinize kadar hissettirildiği işyeridir Turhan Beyan’ın dükkânı.

Az sonra sayacağım onlarca güzel vasfının dışında tek bu durum bile onu ‘hayatımdaki kırık güzel insan’ arasına sokmaya yeter de artar bile.

O bu şehirde yaşayanların gözlerini korumak ve kollamak için kurulu muhafız alayı komutanı gibidir Turhan Beyan.

Evet; Turhan Beyan üç yüz yıldır eğitim veren ve mezunları - bana göre- Harward’dan mezun olanlardan, Yale’de doktora yapanlardan geri kalmayan Uzunçarşı Ticaret Fakültesi mezunudur, tıpkı örnek esnaflıklarıyla gurur duyduğum Yüksel Kuruyemiş (Tarih öğretmeni Yüksel Ayanoğlu), İnci Kuyumculuk (Kuyumcu İhsan Yıldırım), Adam Mağazası (Konfeksiyoncu Zekai Ağbi ve kayınbiraderi sapına kadar Galatasaraylı Ercan), Potin Ayakkabı (Kosova Arnavut’u Posbıyık Hamdi ve kardeşleri Mahmut ile Aydın) gibi. Bu değerli isimlerin her birisi ‘menfaatlerin ve gücün her şeyin üstünde tutulduğu günümüz’de, ‘parayı on paraya saymayan’ gerçek birer kahramanımdırlar benim.

Yok yanlış anlaşılmasın; bu güzel insanlar ‘para kazanmıyorlar, zararına iş yapıyorlar’ demedim, öyle de düşünülmesin; dediğim şudur: Bu insanlar için para ‘amaç’ değil ‘araçtır’; hayatları ‘kazanmak ve büyümek’ orijinli değil ‘yaşamak ve yaşatmak’ merkezlidir. Adapazarı Uzunçarşı, görünenin aksine  -hisseden ve fark edenler için - ruhaniyeti olan bir çarşıdır; her gün hemen her dükkânında bayrak adına ülke adına insanlık adına yardım adına vefa adına destanlar yazılmakta ve yaşanmaktadır. Zira bu saydığım insanların hepsi de Orhan Camiilidir ve bu toprakları fethedip Türkleştiren / Müslümanlaştıran ve bu güzelim camiyi inşa eden Sultan Orhan Gazi Han’ın dualarıyla iç içe can cana ruh ruha hayatlarını sürdürmektedirler.

İşte Turhan Beyan da bu güzel çarşının güzel insanlarından birisidir.

Çerkezliğinin verdiği terbiye mahcubiyet ve onurlu duruşu her anında hissedersiniz.

Gösterişsiz adamdır o. Sormasanız hiçbir şeyini söylemez anlatmaz konuşmaz.

İşyeri gözlükçü dükkânından çok misafir ağırlama mekânıdır. Hava soğuk değilse, işyerinin Orhan Camii’ye bakan tarafında ahşap taburelerde muhabbet dergâhı kuruluverir hemen; Ahmet Âmiş Efendi’nin ‘bizim sermayemiz bir kuru muhabbettir’ sözü mucibince altın telveli kahveler, tavşan kanı çaylar yudumlanır, sevgiyle saygıyla vefa ile.

Sağ eli pantolonunun cebine yakın durur daima. Sık sık ‘elini cebine’ atacaktır zira. Zira Turhan Beyan ‘veren adamdır’ çoğu kez. Dağıtan adamdır. Hasbî kalender adamdır. Biriktirmek değil vermek içindir para onun için. Sessizce gösterişsizce çaktırmadan vermeyi sever.

Dostluğu, dostları, dostlukları ömre bedel, sadra şifa adamdır Turhan Beyan.

Çerkez’dir ama ırktan ırkçılıktan nefret eder. Arap bir hanımla evlidir zaten; ‘Çerkez bir babanın Arap bir anneden olma Türk çocuklardır’ evlatları. Örnek alınması gereken bir güzelliği daha işte size.

Hele şehrimizin bilge doktoru merhum Sadık Canlı ile bir ömür öyle güzel öyle örnek öyle zengin arkadaşlık etmişlerdir ki, öf öf öf… Öyle böyle değil; kitap olur kitap.

Bu satırların sahibi gibi Melâmimeşrep adamdır o da; inancını namazını niyazını göstermez pazarlamaz; hacca gitmiştir mesela, çok yakınlarının dışında kimse duymamış görmemiş bilmemiştir. Zira o ‘Allah için’ gitmiştir ‘Hacı desinler’ için değil.

Şair Sezai Karakoç ‘bir insanı al, onu çöz çöz çocuk olsun’ der ya bir dizesinde, Turhan Beyan’ı alın, çözün çözün çözün, geriye saf bir insanlık kalacaktır.

Parayı elinin tersiyle ittikçe daha çok kazanan, ikinci üçüncü dördüncü işyerini açan adamdır o.

Ve daha çok veren, dağıtan.

Turhan Beyan.

Ayniyle vakidir. Ve ayniyle beyanımızdır ki, Turhan Beyan, bu hercümerç ve keşmekeş içerisinde, ‘insan kalabilme’yi başarabilmiş az sayıdaki kahramanımızdan birisidir.

Aynıyla şahidiz.

Ve aynıyla da kefil.

Hayatı insan olma beyan’ında’ndır onun.

 

 

    

 

  

 

Bu yazı toplam 816 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim