• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Habib Hürmüzlü’nün Hatıralarından Irak Türkmenlerinin Yakın Geçmişi

Önder SAATÇİ

Habib  Hürmüzlü’nün  Hatıralarından Irak  Türkmenlerinin  Yakın  Geçmişine  Pencereler

İnsanoğlu, zaman denen ezelî ve ebedî hazineden kendisine sunulan küçücük bir dilimde yaşadıklarını kâğıda döküp bu dünyadan göç ettikten sonra bile kendine ait bir parçayı geride kalanlara bırakma arzusundadır. İnsan bu dilimin içine ne bulursa doldurur. Tabir caizse, eteğindeki bütün taşları döker. Irak Türkmenlerinin önde gelen şahsiyetlerinden Habib Hürmüzlü de bunu yapmış, sekseni aşan bereketli ömrünün hasılasını “ تركماني  صحفي  مذكرات ”[1] kitabında okuyucularına aktarmış. Yazar hukukçu olsa da kitabının başlığında kendini gazeteci olarak tanıtmış. Gerçekten de Hürmüzlü için gazetecilik ikinci meslektir. O ilkin “Beşir” olmak üzere “Kardaşlık”, “الانباء اضواء” (Haber Işıkları), “Türkmen”, “Global Strateji”, “Orta Doğu Analiz”, “Orta Doğu Etüdleri” gibi gazete ve dergiler yayınlamış veya bunların çıkarılmasında önemli katkılarda bulunmuştur.[2]

 

                Hürmüzlü’nün, kitabını Arapça yazmış olması, eserden, şimdilik dar bir okuyucu kitlesinin istifadesini mümkün kılmaktaysa da kitabın dolgun içeriği ve derin tahlillerle dolu bölümleri kitabın mutlaka okunmasını gerekli kılıyor. Eserin, bugüne kadar, Irak Türkmenleriyle ilgili tarih kitaplarına bir alternatif olma iddiası taşıdığı söylenemez; ancak yazar kitabına alıp işledikleriyle yine de tarihe önemli notlar düşüyor, Irak Türkmenlerinin yakın geçmişindeki yaşanmışlıklara şahitlik ediyor. Böylece eser bir hatıralar geçidi olmanın ötesine geçerek bir başucu kitabı olma özelliği kazanıyor. Yazar eserini fotoğraflarla da süslemiş. Sayfalar arasına serpiştirilmiş siyah beyaz fotoğraflar okuyucuyu eserde anlatılan hadiselerin içine çekiyor.  Hürmüzlü’nün hatıralarını değerli kılan ve onları bir eser seviyesine yükselten bir başka husus da, aradan geçen bunca zamana ve çok zor şartlar altında Irak dışına çıkmasına rağmen yazarın anlattıklarına kaynaklık eden bazı belgeleri arşivinde saklayabilmiş olmasıdır.  Hürmüzlü kendi şahit olmadığı ama hemen kıyısında bulunduğu birtakım hadiseleri de o hadiselerin içinde bulunmuş kimselerin yazılı ifadelerine başvurma yoluyla aktarıyor ve aydınlatıyor. Yazar nadiren bazı yazılı eserlerden de faydalanarak devrin olaylarını nakletmeye çalışıyor. Habib Hürmüzlü hatıralarını anlatırken yer yer öz eleştirilere de başvuruyor. Böylece objektifliği bir an olsun elden bırakmıyor.  Bütün bunlar göz önüne alındığında kitap tam bir sözlü tarih olma vasfını fazlasıyla hakkediyor.   

 

                Hatıralar ve çelişkiler…

 

                Hürmüzlü’nün en çok önem verdiği meselelerden biri Irak’taki Türk topluluğunun  adlandırılmasıdır. O her fırsatta “Irak Türkleri” teriminin bu topluluğun gerçek adı, “Türkçe”nin de onun dili olduğunu vurgular ve “Türkmen” teriminin Irak makamlarınca siyasi mülahazalarla, bu  topluluğa âdeta yamandığını canla başla anlatır. Kitabında da Irak’ın yakın tarihindeki hukuki ve resmî belgelere işaret ederek bir kere daha bu hususun altını çiziyor. Hürmüzlü, 1958’deki darbeden sonra çıkarılmaya başlanan ve Arapça-Türkçe yayın yapan Beşir gazetesinin[3], “Irak Türkleri” ve “Türkçe” terimleri yüzünden sansüre takıldığını, yayınlanması planlanan yazıların el yazılı nüshaları üzerine kırmızı mürekkepli kalemle “Irak Türkmenleri” ve “Türkmence” terimlerinin yazıldığını kaydediyor (s. 24-25). Yazar Irak Türkmenlerinin de o tarihlerde kendilerini “Irak Türkleri” diye tanıttığını yine çeşitli hatıralarla ortaya koyuyor.     

                 

                Hürmüzlü’nün hatıraları Irak’taki bazı çelişkileri de gün yüzüne çıkarıyor. Irak Türkleri kendilerini bu adla anarken Irak’ın diğer kavmiyetlerine mensup olanların, bilhassa Arapların, onların varlığından dahi haberdar olmadıklarını anlatıyor. Hürmüzlü, 14 Temmuz 1958’deki darbeden sonra General Abdülkerim Kasım’ı ziyaret etmek üzere, Kerkük’ten kalabalık bir heyetin Bağdat’a gittiğini ve orada bir yürüyüş düzenlediklerini, bu sırada kaldırımdaki bir kadının, yürüyüşe katılanların taşıdığı “Iraklı Türkler Cumhuriyeti selamlar.” anlamına gelen pankarta bakarak “Bunlar devrimi kutlamak için Türkiye’den gelmişler.” dediğini aktarıyor (s. 66). Bağdatlı kadın Türkiye’den ve Türklerden haberli olsa da kendi ülkesinde yaşayan Türk soylu insanlardan bihaberdi. Bu hadise bizi, Irak toplumunun bugün dahi bir millet kıvamına erişemeyişinin köklerine götürüyor.

 

                Hürmüzlü’nün gazetecilik macerası kapatma, sansürle mücadele ve sürgünlerle doludur.

1958-1959 yıllarında Kerkük’te Beşir gazetesini çıkarırken (Ata Terzibaşı ve Muhammed Hacı İzzet’le birlikte) askerî sansürle giriştiği sinir harbinden yukarıda söz etmiştik. Irak Türkmen folkloru, edebiyatı ve diğer günlük konulara sayfalarında yer veren Beşir 14 Temmuz 1959’daki Kerkük Katliamı öncesinde Komünistlerin ilk hedefi olmuştur. Beşir’in, askerî otorite tarafından kapatılmasıyla Habib Hürmüzlü Irak’ın güneyindeki Nasıriye ilinin Şatra ilçesine sürgün edilir. Sürgün edildiği yer o tarihlerde tam bir Komünizm kalesidir ve Komünizm taraftarları “Ya bendensin ya düşmanımsın.” derecesinde bir fanatizmin engin sularında gezinmektedirler. Oraya gitmesi hâlinde öldürülmesi muhakkaktır… Sürgüne gitmeden önce Bağdat’ta kapatıldığı bir binada rastladığı Hukuk Fakültesinden bir sınıf arkadaşı ona, sürgünlüğünü Şatra’da değil, mutlak surette Nasıriye merkezinde geçirmesini tavsiye eder. Hürmüzlü’nün talihi yaver gitmiş ve Şatra’ya gitmeden il merkezinde sürgün hayatı yaşamasına karar verilmiştir. Gel gör ki Nasıriye’de, kendisi gibi sürgün edilen Türkmen arkadaşları ile birlikte tuttukları ev Komünistlerin hâkim olduğu bir işçi örgütü binasının yanı başındadır ve bir zaman sonra derneğin başkanı ve ileri gelenleri, komşuları Hürmüzlügile her gün misafir olurlar ve evde zaman öldürmek için iskambil oynamaya başlarlar. Bu iskambil partilerine şehrin emniyet yetkilileri de katılmaktadır (s. 134)... İdeolojik saplantılar fitne, komşuluk ise nimetmiş…   

 

                Hürmüzlü Nasıriye’deki sürgün günlerinden bir kesit daha sunuyor. Kendisiyle birlikte sürgünde bulunan ve ev arkadaşı olan Doktor Cemal Mustafa bir süre sonra Nasıriye Devlet Hastanesine hekim olarak atanır. Ancak her sabah ve akşam bütün sürgünler gibi karakola gidip imza atmakla yükümlüdür. Bazı geceler nöbetçi hekim olduğundaysa bu sefer hastane polisi kendisine gidip hem selam verir hem de rapor sunardı (s. 133-134). 

 

 

                Siyasetin kan gölünde insanlık abideleri…

               

                Kitapta yazarın en çok üzerinde durduğu ve derin tahlillere giriştiği hatıralar 14 Temmuz’la ilgili olanlardır. Hürmüzlü 14 Temmuz’da katliamın pençesinden kıl payı kurtulmuştur. İki genç kızı evlerine ulaştırmak için onlara refakat edip evlerine kadar sağ salim ulaşmalarına yardımcı olmuştur; ancak sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinden[4] üç gün evine dönemeyen Hürmüzlü Kerkük’ün eski yakasındaki bir akrabasının evinde barınmış; fakat Katliam’ı takip eden bu üç gün içinde olanlar olmuş, onlarca Türkmenin kanına girilmiş, cesetleri yerlerde sürüklenmiş, bazıları elektrik direklerine asılmış, yüzlercesi yaralanmış, hanelerin ismeti çiğnenmiş, dükkânlar yağma edilmiş ve Türkmenler ağır bir buhrana sürüklenmişlerdir. Bu arada, Hürmüzlü’nün evini de iki defa Komünist eşkıyalar basmış; fakat kendisini bulamayınca oradan ayrılmışlardır. Yazar diğer kurbanların arasına katılmaktan Allah’ın lutfuyla kurtulmuştur (s. 142-143).  

 

                Habib Hürmüzlü Katliam sanıklarının yargılandığı mahkeme oturumlarına avukat sıfatıyla katılır. Bağdat’taki mahkemeye hem Türkmen hem Arap başka avukatlar da müdahil olmuşlardır. Avukatlar şehit yakınlarından hiçbir ücret  almamaktadırlar. Bu oturumlardan birinde Hürmüzlü’nün aktardığı bir hadise Katliam’ın boyutlarını anlatmaya yeterlidir: Mahkeme başkanı olayları çeşitli şahitlerden dinlemektedir. Anlatılanlar o derece fecidir ki hâkim bir yerden sonra göz yaşlarını tutamaz; fakat giydiği cübbeyle duygularını da örtmek zorunda olduğundan yüzünü arka tarafa çevirmek zorunda kalır (s. 144).

 

                Habib Hürmüzlü’nün hatıralarında yer tutan önemli bir şahsiyet de Nazım Tabakçalı’dır. Arap kökenli, hatta Arap milliyetçisi olan Tabakçalı 14 Temmuz (1959) Katliamı öncesinde Kerkük’teki 2. Tümenin komutanıdır. Tabakçalı 14 Temmuz öncesindeki gergin ortamın, önü alınamaz ve telafi edilemez sonuçlar doğurabileceğini darbe lideri Abdülkerim Kasım’a defalarca bildirmiştir. Ancak onun bu çabaları General Kasım tarafından dikkate alınmamıştır. Tabakçalı Kerkük’te yaşayan Türkmen, Arap, Kürt vb. bütün gruplardan bir heyet kurarak şehirde bir uzlaşma ortamı sağlamaya, iç barışı güçlendirmeye çalışmıştır. Böylesi bir sosyal atmosfere en çok ihtiyaç duyan da Türkmenlerdir. Bu yüzden Tabakçalı Türkmenlerce çok sevilmiştir. Tabakçalı’nın, Musul’da 14 Temmuz hadiselerinden kısa bir süre önce cereyan eden ve Irak’ın yakın tarihine “Şevvaf Olayı” olarak geçen bir askerî cunta ayaklanmasına adı karıştırılmış ve Bağdat’ta askerî mahkemede yargılanarak idam edilmiştir. Ama onun adalete ve hakkaniyete bağlılığını gören Türkmenler kendisini hiç unutmamış, ölüm yıl dönümlerinde mezarını ziyaret etmişler, ruhuna Fatihalar okumuşlardır. Hürmüzlü kitabında, bir tatil gününe rast gelen mezar ziyaretinin öncesinde çelenk ve gül bulamayışlarını, Ocak’ın deposundaki yapay çiçeklerle bir çelenk düzenlediklerini anlatıyor (s. 186).  

 

                Türkmenler tek vücut, tek yürek…

 

                Habib Hürmüzlü’nün hatıraları Türkmenlerin çile dolu yıllarını ve bu çileleri göğüsleyen Türkmenlerin, o yıllarda güçlü bir toplum bilincine sahip olduklarını gösteriyor.

 

Türkmenlere Irak’ta en fazla musallat olan bir grup Ba’s Partisi ise diğer bir grup da Komünistlerdi. Komünistler Irak Türkmenlerine “Türkiye casusluğu” gibi bir yaftayı da yapıştırmış[5], Ba’s Partisi de kendi iktidarında bu söylemle Türkmenlerin üzerine gitmiş, onlara karşı işlediği bütün cürümleri bu iftira üzerine bina etmiştir. 8 Şubat 1959’da Musul’daki Şevvaf Olayı’ndan sonra Komünistlerin azmettirmesiyle, Türkmen ilçesi Tuzhurmatı’dan birçok Türkmen Kerkük’e getirilerek hapsedilmiş; Kerkük halkı ise tutuklu bulunan hemşerilerini gönderdikleri kebap, dolma vb. dolgun yemeklerle beslemişlerdir (s. 55).    

 

Kerkük’teki Kız Öğretmen Okulunda yaşanan bir olay da Türkmen gençlerinin o yıllardaki birlik şuurunu yansıtır. Adı geçen lisede müdire olarak görevli bulunan Lebibe El-Reis Komünist örgütlerde çalışmış fanatik bir idarecidir. Bir gün okulda bir öğrenci sıraların altında Komünizmi yeren bir broşür bulur ve onu Müdireye teslim eder. Müdire Lebibe bunu fırsat bilerek Türkmen öğrencilerin üstüne gider ve bütün öğrencileri okulun avlusunda toplayıp Türkmenleri “Türkiye uşakları” ve “devrim düşmanları” ilan eder. Buna itiraz eden ve sesini yükselten bazı kız öğrencileri de okuldan attırmak ister. Okulda bir kargaşa baş gösterir ve bina boşaltılır. Olayları duyan Türkmen gençleri hemen okulun önüne koşar ve protesto gösterilerinde bulunmaya başlarlar. Bu arada, bazı Türkmen gençleri okulun kapı ve pencerelerini taşlar. Hadiseler çığırından çıkmış, polis ve askerî birlikler müdahalede bulunmuştur.  Müdire Lebibe okuldan polis kordonu içinde ve Irak’ta kadınların kullandıkları türden bir çarşafla çıkarılmıştır. Bu sırada bazı gençler, Müdirenin üzerindeki çarşafı çekiştirerek ondan bazı parçaları koparmış ve ertesi gün Musalla Ortaokulundaki derslerinde bu parçaları yakalarına bağlamışlardır. Bunu gören resim öğretmeni ve Irak Türkmenlerinin ünlü hattat ve şairlerinden Muhammed İzzet Hattat[6] ise öğrencilerini uyararak çarşaf parçalarını yakalardan söktürmüştür. Türkmen gençliği o yıllarda bazı aşırı davranışlar sergilese de onları itidale sevk eden sağduyulu Hattat gibi öğretmenleri vardır (s. 90-91).      

 

                Türkmen öğrenciler Ba’s döneminde de eğitim öğretim haklarına yönelik tecavüzlere karşı koymuşlar, Türkçe eğitiminin kısıtlanması ve yozlaştırılmasına karşı seslerini yükseltmişlerdir.  2 Kasım 1971’de Kerkük’te başlayan üç günlük boykot bir anda Altunköprü, Tuzhurmatı, Telafer gibi bölgelere de yayıldı. Üç gün boyunca ortaöğretim öğrencileri derslere girmedi. Bağdat, Musul ve Süleymaniye’deki üniversitelerde okuyan Türkmen öğrenciler de boykota katıldı. Öğretmenler ve  esnaf da boykota destek vererek, Irak Türkmenlerine bizzat rejim tarafından verilen Türkçe eğitim öğretim hakkının ihlal edilmesini protesto ettiler. Ba’s rejimi bu hareketi kendi vahşi üslubuyla bastırdı. Pek çok öğrenci ve öğretmen hapishanelere doldurularak işkenceye tabi tutuldu. Bu olayların en unutulmaz kaybı o yıllarda Kerkük’te tiyatroyla ilgilenen ve “Tembel Abbas” oyunundaki rolüyle halk arasında ilgi odağı olan şehit Hüseyin Ali Demirci idi (s. 34-37).        

 

 

Kardaşlık güneşinin doğuşu ve batışı

               

14 Temmuz Irak Türkmenleri için bir dönüm noktası olmuştur. Hem siyasi hem de sosyal sonuçları vardır. Bazıları Türkmenlerin aleyhine gibi görünse de sonunda, Türkmenler uğradıkları bu katliamdan bazı sosyal, kültürel ve tarihî kazanımlarla çıkmayı bilmişlerdir. Hürmüzlü’ye göre Irak Türkmenleri 14 Temmuz’dan sonra, o tarihe kadar içinde yaşadıkları uzletten çıkmaya, artık onlar da çeşitli sivil örgütler kurmaya veya bu gibi kurumlarda görev almaya başladılar.  Öğretmenler Sendikası, Kızılay, Memurlar Kulübü bunlardan bazıları. Bunun yanında,  Irak Hükûmeti de Türkmenlere daha fazla ilgi göstermeye başladı. Devlet radyosunda Türkçe yayın saati arttırıldı. Ama Türkmenlerin bu süreçteki en büyük kazanımı Türkmen Kardaşlık Ocağı ve Kardaşlık dergisi oldu.

 

Habib Hürmüzlü Kardaşlık Ocağı’nın kurucuları arasında olmasa da Ocak’ın ikinci yılından itibaren bütün faaliyetlerinin içinde bulundu. Onun Ocak’a en önemli katkısı Mayıs 1961’den itibaren bu kuruluş tarafından çıkarılmaya başlanan Kardaşlık dergisinin yazı işleri sekreterliğini yürütmesidir. Daha doğrusu, ilk üç yıl boyunca dergiyi hemen hemen tek başına çıkarmasıdır. Hürmüzlü kitabında gerek Ocak’ın gerek derginin kuruluş çalışmalarında Türkmenlerin nasıl canla başla çalıştığını anlatıyor. Kardaşlık Ocağı ve dergisi Bağdat’ta bütün Irak Türkmenlerinin kültür yuvası ve ana çatısı olmuştur. Ocak ve dergi hem resmî makamların hem de Türkmenlerin teveccühünü kazanmıştır. Bu iki kazanımı birden elde etmek Türkmenlerin Irak’taki en önemli başarısıydı. Kitabın sayfalarında Ocak’ta çekilmiş fotoğrafları da sergileyen Hürmüzlü o yıllardaki dostluk ve sevgi atmosferini de anlatmaya çalışıyor. Ancak Hürmüzlü objektif tavrını burada da sürdürmüş ve Ocak’taki bazı ihtilafları da hatıralarında nakletmiş. Bu ihtilafların bazıları dostane sonuçlanmışsa da bazıları Türkmenlerin arasına kara kedilerin girmesine yol açmıştır.  

 

Hürmüzlü’nün hatıralarında okuyucuyu en çok etkileyecek olanlar Kardaşlık Ocağı ve dergisinin Ba’s rejimi tarafından kapatılmasına giden süreçtir. Bu süreci başından sonuna kadar, kitabında anlatıyor Hürmüzlü. Ba’s Partisi Ocak ve dergiyi Türkmenlerin Araplaştırılması yolunda bir engel olarak görmektedir ve bu kültür ocağının ya kendi menfaatlerine hizmet etmesi lazımdır ya da tamamen ortadan kaldırılması… Bu hedefe varmak isteyen Ba’s rejimi her yolu mubah görmektedir. İlkin derginin, Latin harfli Türkçe sayfaları yasaklanır. Ardından dergide Türkçe dersleri yayınlayan Abdulkadir Süleyman’ın Ocak üyeliğinin düşürülmesi devreye konur. Kardaşlık Ocağını bu yollarla sindiremeyen rejim bu sefer kendi taraftarlarına alternatif bir kulüp kurdurur. Hürmüzlü, bu kulübün zamanla bir oyun salonuna döndüğünü anlatıyor. Zaten, azimle yola çıkmamış; yürekleri millet sevgisini, idealizm coşkusunu tatmamış insanların kuracağı bir örgütten de bundan fazlası beklenemezdi. Ama bu planın da işe yaramadığını gören Ba’s rejimi bu sefer Komünist düşünceleriyle öne çıkmış; ancak Ba’s rejimi iktidara geldikten sonra bu partiye üye olmuş Tuzhurmatı Türkmenlerinden olan Abdullatif Benderoğlu’nu bir emrivaki ile Ocak’ın yönetim kuruluna tayin etmek istediyse de, Ocak’ın yönetim kurulu başkanı Abdullah Abdurrahman, rejimin bu talebini o devirde Irak İç İşleri Bakanlığını üstlenmiş bulunan ve Ba’s Partisinde çok önemli bir mevkiye sahip İzzet El-Duri ile bir görüşmesinde, “Ya o ya ben.” diyerek kesin bir dille reddeder (s. 233)[7] Ancak rejim bütün bunlardan sonuç alamayınca,  6 Şubat 1977’de Devrim Komuta Konseyinin[8] bir kararıyla Ocak ve dergiyi Ba’sçı bir Türkmen gruba, teslim eder.  

 

Rejim bu süreçte sadece birtakım idari yetkilerini kullanmakla kalmamış, aynı zamanda Ocak’ın yönetim kurulu üyeleri hakkında çeşitli dedikodular yayarak onları yıpratmaya çalışmıştır. Ba’s rejimi bununla da yetinmeyerek kendi taraftarlarından oluşan yeni yönetim eliyle eski yöneticiler aleyhinde yolsuzluk davası açtırmış; ancak bunu mahkeme önünde ispatlayamamıştır (s. 243). Görünen o ki Ba’s Partisi yalnızca ırkçı eğilimlerle hareket eden bir siyasi parti değil, aynı zamanda hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören, ahlak ilkelerini fazlasıyla ayaklar altına almayı da göze almış bir ekipti. Ayrıca Ba’s, Türkmenlere karşı hiçbir zaman iyi niyet beslememiş, daima ikiyüzlü davranmıştı. Bunun en önemli göstergesi de 24 Ocak (1970) Kararları idi.

 

24 Ocak’ın getirdikleri, götürdükleri…

               

                24 Ocak 1970 tarihi Irak’ta Ba’s rejiminin, Türkmenlere bazı kültürel “hak”lar tanıdığını ilan ettiği gündü. Okullarda Türkçe eğitim, Türkmenlere dergi ve gazete çıkarma hakkı, Türkmen Kültür Müdürlüğünün kurulması ve Türkmen yazarlarını bir çatı altında toplayan bir sivil örgütün kurulmasına izin verilmesi,… Habib Hürmüzlü bu kararları tahlil ederken öncelikle rejimin bu hususta Türkmenlerle herhangi bir istişarede bulunmadığı meselesini ortaya koyuyor ve bu kararları o tarihlerde şüpheyle karşıladığını yazıyor.  Ayrıca Türkmenlere vadedilen bu gibi imkânların aslında bir nabız tutma olduğunu, bundan gerçek amacın Türkmenlerin Ba’s rejimiyle ne ölçüde uyuşabileceklerinin test edilmesi operasyonu olduğunu yazıyor. Ayrıca ona göre bu kararlar “Düşmanını bertaraf etmeden önce onu kendine çek.” prensibinin bir uygulamasıydı. Zaten, bir sürpriz hediye paketine benzeyen kararlar uygulamaya konduğunda üstündeki yaldızlar bir bir dökülmeye başlıyordu. Ona göre Ba’s Partisi, bu hakların hayata geçirilmesini rejime sadık Türkmenler eliyle gerçekleştirerek kontrolü elinde bulundurmak istiyordu.

 

                24 Ocak’ın, yazarın tabiriyle, bir balon olduğu anlaşılıyordu. Nitekim, daha bir yıl geçmeden sayıları yüzü bulan Türkçe eğitim veren okulların birçoğu Arapça eğitime döndürüldü. Gerekçe olarak da öğrenci velilerinin dilekçe vererek çocuklarına Arapça eğitim verilmesini istediklerini beyan etmeleri gösterildi. Ancak bu dilekçelerin sahte olduğu biliniyordu. Bunun yanında Hürmüzlü kurulması planlanan Türkmen Edebiyatçılar Birliğinin kuruluş çalışmalarındaki bir hadiseyi anlatarak Ba’s rejiminin ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor. Hadise şöyledir: Türkmen yazarlarını ve şairlerini bir çatı altında toplayacak bir örgütün kurulabilmesi için Ba’s Partisi yetkilileri Türkmen Kardaşlık Ocağı yetkililerini bir toplantıya çağırır. Hürmüzlü de oradadır. Toplantıyı yöneten zat kendilerince makbul bir kişiyi, kurulacak bu örgütün kurucular heyetine katmayı teklif eder. Ocak yetkilileri, o kişinin basit bir ilkokul mezunu olduğunu ve hiçbir edebî çalışması olmadığını; halbuki böyle bir kuruluşa üye olanların Türkmen toplumunca edebî kişiliği kabul görmüş kimseler olması gerektiğini ileri sürerek teklifi reddederler. Bu tavır karşısında oturum başkanı yumuşar, Ocak’ın haklı olduğunu itirafa mecbur kalır. Ancak arkasındaki görevlilerden biri kendisine yaklaşıp kulağına “İtiraz ettikleri kişi bizdendir.” diye fısıldayınca (Hürmüzlü fısıldamayı, oturum başkanının tam karşısında oturduğundan duymuştur.) oturum başkanı çark ederek, “Neden olmasın, insanlara fırsat verilmeli.” gibi sözler sarf etmeye başlar (s. 222-223). 

 

                Habib Hürmüzlü’nün hatıraları bize, o devirde Irak Türkmenlerinin önüne düşen zümrenin kültürlü, vatanperver ve idealist olduğu kadar cesur insanlar olduklarını da gösteriyor.  Yukarıda Abdullah Abdurrahman’ın İç İşleri Bakanına karşı dik duruşu, Türkmen Edebiyatçıları Birliği için yapılan toplantılarda da kendilerine dayatılan bir isme heyet adına birinin itiraz etmesi ve kitapta anlatılan daha pek çok benzer hadise bunu göstermektedir.

 

                Habib Hürmüzlü bir aydın sorumluluğu bilinciyle hareket ederek, saatlerce masa başında oturarak 80’li yaşlarının imkânlarıyla hatıralarını kaleme almış ve Irak Türkmenlerinin var olma mücadelesindeki belli başlı olayları bizimle paylaşmış oluyor bu dolgun içerikli eseriyle. Yeni Türkmen nesillerinin, hatta bütün Türk dünyasındaki herkesin bu eserden çıkaracakları dersler olduğu muhakkaktır. Geçmişe köprü kurmadan sağlıklı bir geleceğe uzanmak mümkün olmadığından geçmişin yapraklarını böylesine bir genişlikte bize sunan Hürmüzlü’ye bütün Irak Türkmenleri şükran borçludur. Allah’tan kendisine sağlıklı ve huzur dolu bir ömür diliyor, kitabın daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için en kısa zamanda Türkçeye, hatta diğer Türk lehçelerine çevrilmesini diliyoruz.   

                 

 

 

 

               

               

 

 

 

 

 


[1] Bir Türkmen gazetecinin hatıraları

[2] Habib Hürmüzlü’nün gazetecilik faaliyetleri için bkz.: Sabah Abdullah Kerküklü,  العراق في  التركمانية  الصحافة  اعلام , Türkmen Kardeşlik Ocağı yayınları, Bağdat 2013, s. 138-139.

[3] Beşir gazetesi ile ilgili geniş bilgi için kitabın 101-122. sayfalarına bakılmalıdır. Ayrıca bkz.: Nusret Merdan, الصحافة التركمانية في العراق بين قرنين 1911-2006 (Irak’ta İki Asır Arasında Türkmen Basını 1911-2016), Kerkük Vakfı yayınları, İstanbul 2010, s. 150-154; Ata Terzibaşı, Kerkük Matbuat Tarihi, Kerkük Vakfı yayınları, İstanbul 2005, s. 135-144.

 

[4] Irak Türkmenlerinin yakın tarihini anlatan kaynaklarda bu yasağa yalnızca Türkmenlerin uyduğu, silahlı komünist gruplarınsa katliam uyguladıkları anlatılır.  

[5] Bu hususta geniş bilgi için bkz.: Habib Hürmüzlü, “سنمار  وجزاء  العراق تركمان ”, التركمان يدعون قوم, Kerkük Vakfı yayınları, İstanbul 2016, s. 203-206.

[6] Yazarın Muhammed İzzet Hattat’la ilgili yazdıkları için kitabın 265-267. sayfalarına bakınız.

[7] Abdullah Abdurrahman bu olaydan birkaç yıl sonra, Necdet Koçak, Adil Şerif ve Rıza Demirci ile birlikte ölüm cezasına çarptırılacaktır. Bu Türkmen şehitlerinden Rıza Demirci’nin ölüm sebebi bugün dahi aydınlatılamamıştır. Ağır işkenceler altında can verdiği muhakkaktır. Cenazesi de ailesine hiçbir zaman teslim edilmemiştir. 

[8] Devrim Komuta Konseyi, Irak’ta 17 Temmuz 1968’daki darbeden sonra kurulan ve devletin en üst kademesindeki birkaç yöneticiden oluşan bir kurumdu. Bu konsey hem yasama hem de yürütme yetkisine sahipti. Kararları kesin olup temyiz edilemezdi.  

Bu yazı toplam 911 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim