• İstanbul 14 °C
  • Ankara 20 °C

Hak

Elif SÖNMEZIŞIK AYDIN

Musa Aleyhisselam ile Hızır Aleyhisselam'ın ibretlik kıssası vardır hani. Orada, Musa Aleyhisselam üç örnek üzerinden, bildiğinin ötesinde başka türlü bir ilimle tanışır.

Tam yolları ayrılacağı vakit Hızır Aleyhisselam Musa Aleyhisselam'a, "Eğer sabretseydin bin türlü şaşırtıcı şey görecektin. Gördüğün her şaşırtıcı şey de, bir önceki gördüğünden daha şaşırtıcıdır!" der.

Bunun üzerine Musa Aleyhisselam ağlar, “Bana nasihat et.” der.

Hızır Aleyhisselam şunları söyler:

"Bilgiyi insanlara anlatmak için değil, onunla amel etmek için iste. Faydalı ol, zararlı olma. Güleryüzlü ol, asık suratlı olma. İnatçı olmaktan sakın. Boş yere dolaşma. Bir tuhaflık olmadıkça gülme. Günah işleyenleri, pişmanlık duydukları zamandan sonra ayıplama. Sağ kaldığın müddetçe, kendi hataların için ağla. Bugünün işini yarına bırakma. Gayretini hedefine yönelt. Seni ilgilendirmeyen şeye karışma. Yapacağın şeyi açıktan açığa yap ve gücün olduğu müddetçe de iyilik yapmaya bak."

Bu kıssa Kur'an-ı Kerim'de Kehf Suresi'nde geçer. Ve Peygamberimiz (sav), diğer kıssalarla ilgili olduğu gibi bu kıssayla da ilgili ayrıntılar nakleder. Yukarıdaki ifadeler bu hadis vesilesiyledir.

Zihniniz, dünyanın her gün hangi tuhaflıklara, vahşete ve şiddet manzaralarına gebe olduğunu düşünmekten yorgun düştükten sonra insan olmanın ne olduğunu hatırlamaya dair huzur veren bir mülakat.

Gündelik hayatta, sokakta, alışverişte, komşulukta, ev ve aile içinde, kişiye insan olduğunu hissettiren güzel karşılama; hak ettiğine inandığı şekilde olan. Elbette bu “hak edilen” kendi için en olumlu ve iyi hissettiren ne ise o. Ancak kişiye göre hak edilenin ne olduğu üzerinden adalet dağıtılsaydı dünya mahkemelerinde her zaman savunma kazanırdı. Bu yüzden mahkemeye lüzum görmezdik ve muhtemelen dünya en güçlüye kalırdı.

Dünya mahkemeleri, her iki tarafa söz verip zaman zaman kamu vicdanına başvurduğu şu haliyle bile dağıttığı adalet kimseyi memnun edemiyor oysa.

Vaktiyle hak hukuk işleri, çoğu kere resmiyete, celplere, avukat, savcı ve hakimlere tabi bir iş değildi. Bir panayırda iki tüccar yer işgalinden ötürü kavgaya tutuşsa diğer tüccarlardan araya girenler olur, çözülemezse o araya girenlerden en bilge olduğuna kanaat edileni hakemlik eder, yine çözülemezse iş kadıya taşınırdı. Kadı, fıkhî ve devletin belirlediği hukuki mesnetler ölçüsünce değerlendirme yapar, şahitleri dinler, anlatılanlar ve görülenler üzerinden hükmünü verirdi. İkna olunmazsa itiraza gidilir, bu durumda inceleme derinleşir ve yeni bir karar alınırdı.

Osmanlı'nın kadılık sisteminin bugün kişiye hakkının iadesini sağlayacağı meçhul. Zira hak edilenin tespitini yapan kişinin adı, ister yargıç, ister savcı, ister kadı, ister toplumun bilgesi, ister öncü ilim sahipleri olsun, neredeyse kimsenin böyle bir tâbiyete ve güvene takati kalmadı. Sen sağ ben selamet, diyen için durum farklı. Ama dönüp gidemeyeceğimiz hak davalarının içinden nasıl çıkılacak?

Devamı: http://www.yenisoz.com.tr/hak-makale-41190

Bu yazı toplam 527 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim