• İstanbul 18 °C
  • Ankara 18 °C

Hasan Ali Yıldırım: “Sadece onlardan biri olmak istemiştim”

Hasan Ali Yıldırım: “Sadece onlardan biri olmak istemiştim”
Şair, romancı, hikâyeci, ressam, besteci, piyes yazarı, heykeltıraş… Mimar hatta.Ve hatta geçen yüzyılda bu kervana bir kısım fotoğrafçıyı, bazı yönetmenleri ve başka kimi ifade sahalarındaki mümtaz isimleri eklemek de pekâlâ mümkün.

Özel işlerle iştigal edenlerin hemen hepsinin vazgeçilmez bir ortak noktası var: Herkese, her fırsatta aslında sıradan bir insan olduklarını kanıtlama arzusu.
Doğrusunu isterseniz, hakiki manâsıyla “san’atkârların” bir ömür boyu, hiç bıkmadan ve yorulmadan peşinde koşturdukları ve en mühim mesele hâline getirdikleri bu arzu, bir yanıyla hem kabul edilme isteğine işaret etmede, başka bir yanıyla da daha derinlerde yatan “Ben farklıyım” gerçeğini red isteğine yahut inkâr beklentisine dayanmada: “Biliyorum, ben farklıyım. Ama n’olursunuz bunu yüzüme vurmayın. Hatta mümkünse lûtfedin de beni de aranıza kabul edin.” Yani bedahet çapındaki bir farkındalığın içerisine sinmiş görmezden gelme ve görmezden getirme gayreti…
Haklısınız, her sanatkârın değil elbette. Yahut kendisini öyle zannedenlerin. Yahut da kendisini bir şekilde öyle zannettirenlerin. Bu hayli naif tavır, hakikatiyle bir tek yaratıcı sanatkârlara mahsus. Bazen önemli işlere imza atmış sanatkârlarda bile bu edaya rastlayamayabiliyoruz. Demek ki onu o yapan en esastan hususiyetini kabullenememe ve çevresindekilere de dayatma edası, daha çok cins sanatkâra mahsus bir eda.
Yâhut eza.

Kendi Adasının Robensonları

O yüzden bu varlık türüne özgü karakteri, en kalabalık meydanlardayken içine düştüğü yalnızlığından veya insanoğlundan bütünüyle uzakta, en ücra köşelerdeki iç kalabalıklığından şıppadanak tanırsınız; bakmasını biliyorsanız elbette.
Şöyle de söyleyebiliriz: Baudelaire’e bakarsanız Debussy’yi görürsünüz, Dostoyevski’ye bakarsanız Necip Fazıl’a rastlarsınız. Ve hatta Satie’ye bakarsanız Bergman’ı, Van Gogh’a bakarsanız da Şeyh Galib’i görebilirsiniz. Eugene Smith’e gözattığınızdaysa kendinizi Sainte-Colombe dinlerken bulabilirsiniz.
Kişi şahsen farkına varsın veya inkâr etsin, sonuç değişmiyor: Yaratıcı işlerle iştigal edenler, yaratıcılık mesleğini sürdürmeleri bakımından zannedildiğinin zıddına tanrıdan uzaklaşmamakta; tersine, tanrının inayetine daha bir sığınmakta.
Van Gogh için de geçerli bu tespit. Dilerseniz kendisine kulak verelim:
“Sevgili Theo,
Doğanın güzelliklerini duymak, hatta çok derinden duymak bile, dinsel duygu ile aynı şey değil, ama bu ikisinin birbirlerine çok yakın olduklarına inanıyorum.
Doğa karşısında hemen hemen herkes duygulanır, ama daha az, ama daha çok. Oysa Tanrı’nın bir ruh olduğunu ve ona inananların ona tüm ruhlarıyla ve gerçekten bağlanmaları gerektiğini ta derinden duyan pek az insan vardır. Anne ve babamız bu kişiler arasında. Sanıyorum Vincent Amca da öyle.

Devamı: http://www.gercekhayat.com.tr/yazarlar/sadece-onlardan-biri-olmak-istemistim/

Bu haber toplam 443 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim