• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Hasan Bülent Kahraman'dan: John Nash'le maceralarım

Hasan Bülent Kahraman'dan: John Nash'le maceralarım
2003 yazıydı, yanılmıyorsam. Columbia Üniversitesi'nde yaz çalışmalarını bitirip dönmüştüm. Bir öğleden sonra şimdi yerinde yeller esen, çok sevdiğim Taksim'deki Marmara Oteli'nin altındaki kafede otururken baktım karşımda o oturuyor.

2003 yazıydı, yanılmıyorsam. Columbia Üniversitesi'nde yaz çalışmalarını bitirip dönmüştüm. Bir öğleden sonra şimdi yerinde yeller esen, çok sevdiğim Taksim'dekiMarmara Oteli'nin altındaki kafede otururken baktım karşımda o oturuyor. Bir vesileyle gelmiş. Yanında eşi var. Hiç o işleri seven, yapabilen bir adam değilim. Ne düşündüm bilmiyorum, gidip tanıştım, John Nash'le. Biraz sohbet ettik. Benim karmakarışık eğitim geçmişim çok ilgisini çekti. 
Aradan birkaç yıl geçti. Artık Princeton'dayım. Bir öğlen gene çok sevdiğim Prospect House'da yemek yiyorum. Ondan sonra kendisini neredeyse bütünleşmiş göreceğim tenis ayakkabıları, beyaz kot pantolonu ile elinde tepsisi geldi yanıma oturdu. Beni tanıdığı falan yok elbette. Ama ben kendimi tanıttım, İstanbul'daki karşılaşmadan bahsettim. Hatırlamadı, sadece zihninden bazı bulanık hatıraların gelip geçtiğini fark ettim. 
Dereden tepeden konuşmaya başladık. Princeton Ekonomi Bölümü'nde çalışan, liseden sevgili sınıf arkadaşım Ahmet Faruk Gül'den söz açıldı. Birlikte çalıştıklarını söyledi.Paranın olmadığı bir ekonomi tasarladığını açıkladı. Ben de Yakın Doğu Çalışmaları Bölümü'nde ders verdiğimi söyleyince, yemekten sonra odana gidebilir miyiz dedi... Çıktık, başına gene daha sonra sürekli olarak göreceğim komik bir yün külah taktı, bej rengi pardösüsünü giydi, beş adım ötedeki odama gittik. 
Bizim bina onun öğrencilik zamanında Princeton'un hâlâ efsane, hâlâ dillere destan matematik bölümüymüş. Ondan önce de oturduğum odada büyük fizikçi Heisenbergotururmuş. Üst katta da Einstein'ın büyük salonu vardır. Şimdi camlarında formüllerinin vitrayları yer alıyor. O binada okumuş. Odama geldik. Bana bilgisayarda kendi sitesini gösterdi. Ben kendisine 'flash disk'lerden bahsettim. Duymuştu ama hiç kullanmamıştı. 'Almayı düşünüyorum' falan dedi. Sonra masanın kenarındaki koltuğa oturdu. Hiç konuşmadı. Öylece kaldı. Bir şey içer misiniz dedim, hayır dedi. Sonra gitmek istedi. Biraz dolaşalım dedi. Binanın zemin katını dolaştık. O zamanki giriş çıkışları gösterdi. Gitti. 
Akşama bana bir e-mail iletti. Gene flash disklerden bahsediyordu. Çocukça yazılmış bir metindi. O da zaten yanımdayken bana bir çocuğu anımsatıyordu. O kadar sakin, duru, temiz bir yüzü vardı. Bazen bakışlarını ifadesiz buluyordum ama bu yüzündeki çocuksuluğu daha da güçlendiriyordu. 

Devamı için: http://www.sabah.com.tr/yazarlar/kahraman/2015/05/27/john-nashle-maceralarim

Bu haber toplam 341 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim