• İstanbul 23 °C
  • Ankara 25 °C

Hendekli Gürsel Kaya; Sadra Şifa Ömre Safa Adam

Fahri TUNA

Kırk Güzel İnsan-23 / Fahri Tuna

Şifa insanlar, ilaç insanlar, huzur insanlar vardır çevrenizde hani. Onlar hangi ortama hangi topluluğa hani kuruma girerlerse; bütün olumsuzluklar, hastalıklar, rahatsızlıklar yavaş yavaş olumluluğa, şifaya, güzelliğe doğru seyahat etmeye başlarlar. Onlar bir toplumun şifa kaynaklarıdır.

Benim çevremde bunlardan bolca var, çok şükür.

Meselâ mühendislik öğrenciliği yıllarımdan sınıf arkadaşım Gürsel Kaya.

Artvin’den Sakarya Hendek’e göçmüş, Ahıska Türkü bir ailenin doğrama/parke ustası güleryüzlü ve muzip Taner Bey’le; gözleri ve çok az ama yerinde kullandığı sözleri ile sadece evini değil cihanı idare eden Mübeyyen (Hacer) Hanım’ın biri erkek diğeri kız, iki güzel evladının büyüğüdür bizim Gürsel. Babaannesi tarafından ünlü şair Ömer Bedrettin Uşaklı akrabasındandır.

Adapazarı Sanat Enstitüsü’nden mühendisliğe sıçramak zordur; tıpkı imam-hatiplerden mühendislik kazanmanın zorluğu gibi. 1978 ağustosunda, o Hendekli bir sanat okullu, ben Kaynarcalı bir imam-hatipli olarak Sakarya Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği bölümüne kayıt yaptırmıştık. Son nefesimize kadar devam edeceğini umduğum kırk yıla yaklaşan kadim dostluğumuz o gün başlamıştı. Hatırlıyorum; 70’li yıllarda olağanlaşan Devrimci/ Ülkücü/ Akıncı gruplaşmalarının dışındaydı Gürsel. Daha sessiz daha çalışkan daha ortadan takılıyordu. (Gerçi Hendek MTTB’den icazetli geldiğini, o nedenle rahat ettiğini sonraki yıllarda itiraf edecekti.)

İyi bir mühendis olacağı belliydi o yıllardan daha. İlimizde o yılların en popüleri, modern matematiğin efsane okulu Ali Dilmen’den, en köklü okulu Adapazarı Lisesi’nden sınıfımıza gelen en iyi matematikçilerinden hiç de geri kalır yanı yoktu onun. Seksen kişilik sınıfımızın en iyi beş-altı öğrencisinden biriydi. Maliyet Muhasebesi dersinde Doç. Dr. Çetin Şanlı’nın asistanıydı adeta; öylesine hâkimdi konuya, öylesine veriyordu kendini, öylesine başarılıydı.   

İlginçtir; 12 Eylül 1980 Cuma günü, saat 10.00 Abdullah Gül İktisat sınavı yapacaktı bizi, Cuma namazı sonrası ise Gürsel ile buluşacaktık, beni Maliyet Muhasebesi çalıştıracaktı. Tabii o gün Kenan Evren askerî darbe yaptı, sokağa çıkma yasağı, şu bu. Bütün planlar yattı. Yıllar yıllar sonra, tam otuz iki sene, 2012 Nisan’ında on beş sınıf arkadaşı sevgili hocamız Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığı makamında, Çankaya’da ziyaret ettiğimizde, beyaz kâğıtları önümüzde görünce grup sözcüleri olarak; ‘Hocam, 12 Eylül Cuma günü ihtilal nedeniyle sınavınızı yapmamıştınız. Biz hazırlanıp geldik, buyurun soruları sorabilirsiniz efendim.’ demiştim de sözlerim kahkahalara neden olmuştu.

İtiraf etmeliyim ki, arkalarda roman, hikâye, şiir kitabı okuyarak dört yıl mühendislik eğitimini sınıfta kalmadan tamamlayan benim, destekçi/ çalıştırıcı triom belliydi: Gürsel Kaya, İsmail Hakkı Cedimoğlu ve Bayram Topal. Mühendisliğimin ekmeğini biraz da bu üçlüye borçluyum desem yalan olmaz. Ve bu üçlü bana haklarını helal etmezlerse, iki dünyada da yandığımın resmidir…

Dört yıl boyunca sınıf takımımız vardı bizim, her sınıfın olduğu gibi. Koca okul zaten üç bölüm, dörderden on iki sınıf, muhtemelen dokuz yüz belki bin kadar öğrenciden ibaretti. (Şimdi Sakarya Üniversitesi olarak seksen sekiz bin öğrencisiyle öğünüyor okulumuz.) dört yıl boyunca hemen aynı arkadaşlardan oluşuyordu takımımız: Kaleci Muvaffak (‘Uçan Manda’ lakaplı), stoper Tayfun (çok esmer ve Akhisarlı olduğundan ’Çingene’ lakaplı), libero Gürsel (‘Kaptan’ lakaplı), orta sahada Osman (‘Asabi’ lakaplı), Mehmet Fatih, Rauf, ileride sağaçık Metin (‘Sarı Fırına’ lakaplı), santrafor Erdinç (‘Bacanak’ lakaplı), solaçık Fahri (‘filozof’ lakaplı). Kalan iki mevkide ise bazen Necmettin (‘Neco’ lakaplı), bazen Ceyhun (‘Saksafoncu’ lakaplı), bazen Konyalı Sait oynuyordu. Teknik direktörümüz ise Zeki Balçın’dı elbette. Lakabı mı? İki lakabı vardı: ‘Baba Zeki’ diyen de vardı, ‘Komünist Zeki’ diyen de. Ama başarılı bir teknik adamdı bizim Zeki. Kaptan Gürsel ile Baba Zeki’nin işbirliği sonucu, ilk yıl 6-0 yenildiğimiz takımlarla ikinci yıl berabere, üçüncü yıl arada galip gelmeye başlamış, son yıl ise finalist olmuştuk; finalde Türk futbolunun son imparatoru Oğuz Çetin’in takımına uzatmalarda 4-2 yenilerek Dekanlık Kupası’nda ikinciliği kazanabilmiştik. Teknik direktör-kaptan uyumu, takım ruhu/ sevgi/ saygı getirmişti başarıyı. Gürsel’in toparlayıcılığının büyük payı vardı elbette başarıda.

1981 yazıydı. Kaynarca Kaymakamlığı, köyler arası futbol turnuvası düzenlemişti. Bizim köyümüz Okçular ile aynı hinterlantta bulunan Müezzinler, Emirler, Hamzalar, Şaştılar, Balcılar, Dımbazlar bir araya gelip Güvenspor adıyla bir takım kurmuşlar, nereden icap ettiyse beni de kadroya yazmışlardı. Turnalı bölgesinde İnekçikışla sahasında oynanacaktı turnuva. Galiba dokuz takım vardı. Kaleci kaptan Necdet bana; ‘Fahri Ağbi, gelirken bir iki iyi oyuncu da getirebilirsin.’ deyince, ben de ilk maça Gürsel’i getirmiştim. Ev sahibi İnekçi ile oynuyorduk. İnekçi turnuvanın en iyi en iddialı takımıymış meğer, biliyor muyuz. O gün Metin Şahin adlı Emirler imamının yerine ki Metin de harika bir arkadaş dost yoldaştır, Metin Şahin adıyla bizim Gürsel’i sahaya sürdü kaptan Necdet. (Vay arkadaş biz de az sahtekâr değilmişiz meğer.) Gürsel orta saha, ben santraforum. Tabii üç yıldır yan yana oynamanın, özelliklerimizi iyi tanımanın büyük avantajıyla, sprinterliğime uygun defans arkasına uzun üç top attı Gürsel, tabii ne rakip stoper ne de İzmit şampiyonu Baçhisar’ın liberosu yakalayabildi beni, yirmi dakikada ben üç golü bıraktım ev sahibinin filelerine. Ev sahibi seyircisinin baskısından tırsan hakem Eczacı Ali, birini ofsayt gerekçesiyle iptal etti; 2-0 öne geçtik. Ortalık karıştı. Rakip de seyirciler de organizasyon da şokta. Şampiyonluğun en büyük favorisi isimsiz bir takıma evinde 2-0 mağlup. Neyse, İttire kaktıra maçı 16 (yazıyla on altı) dakika uzatıp uyduruk bir penaltı ile 3-2 yendirdiler bizi. O maçtaki hızlı forvetliğimle turnuvadan sonra beni Kaynarcaspor’a transfer ettiler. Bilmem kaç yıl oynadım orada. İşin özü şuydu: Beni oynatan yıldızlaştıran öne çıkartan Gürsel Kaya’ydı aslında. Öyle akıllı, kurnaz, iş bitirici birisidir işte Gürsel.

Sadece beni değil, sınıfta herkesi –istendiği sürece- çalıştıran vefalı bir dosttu Gürsel. Hatta Zeki Balçın ve Baba Adnan Yıldız/ Gürsel Kaya/ Tayfun Ünal organizasyonu ile bir yüksek matematik kopyası vardır ki, hem de gözetmen Abdullah Gül olduğu hâlde, evlere şenlik, akıllara durgunluktur. Bizim sekiz kafadar (Zeki, Tamer, Necmettin, Sıtkı, Necdet, Sait vs…) o kopya sayesinde okuldan atılmaktan kurtulmuşlardır. Bu kopya vakasının en masumu ise sınava gözlemci olarak giren İktisat dersimizin asistanı Abdullah Gül’dür.

Mezuniyet, askerlik… Sonraki aylarda, yıllarda da sürdü yakın arkadaşlığımız Gürsel ile. Zira dediğim gibi dostluğu, arkadaşlığı sadra şifa, ömre safa adamdır o. Benim gibi zor, bıçkın, çılgın, renkli bir adama tahammülü bile takdire şayan diğer bir yönüdür.

Tankpalet Fabrikası’na mühendis olarak girmiş, bizlere göre biraz geççe evlenmişti Gürsel. Otuzlu yaşlarının başlarında olmalı. (Ben yirmi üçte evlendiğimden onun ki bize geç gibi gelmişti.) Tüvasaş Salonu’nda, dönemine göre oldukça güzel bir düğünle Balıkesirli Coğrafya öğretmeni Bahtınur Hanım ile baş göz etmiştik onu. Gerisini ondan dinleyelim: ‘Düğünden sonra eve geçtik. Hediyeler misafirler şu bu. Biraz dinlendikten sonra eşim Bahtınur’la birlikte hediyeleri açmaya ve not almaya başladık. Süslü püslü kocaman bir mukavva kutu dikkatimizi çekti. Elime aldım pek de dolu bir şey değil. Merakla açtık; o da ne: Koskocaman mukavvadan yarısı içilmiş bir Aspirin kutusu, ‘Evlileri İrşad’ adında bir kitap ve bir not: ‘Ömür boyu mutluluklar. Fahri Tuna.’ Meğer bizim Fahri’nin muzipliğiymiş. Eşimle hâlâ zaman zaman konuşur güleriz.’ Evet, bizim Gürsel’in daha yirmi beşinden itibaren günde dört beş hap kullanmasına bir nazire bir gönderme yapmak istemiştim o zaman.

Evliliğinden on beş sene kadar sonraydı zannediyorum. Kapadokya’ya bir otobüs aile kültür gezisi düzenlemiştim. Nevşehir- Başhisar’da konaklıyorduk. Kafilemizden birisi şiddetli baş ağrısından yakınınca, adeta bir tedbir abidesi olan bizim Gürsel Kaya, hemen bir çanta çıkardı, o da ne; ben diyeyim on beş, siz deyin yirmi farklı ilacın kutularını döküyor masanın üzerine. Üstelik bazılarının yedekleri de var. İnanılacak gibi değil. Böylece bir kez daha anlıyorduk yarım doktor olduğunu bizim Gürsel’in. Ve hastalanan hanıma adeta bir pratisyen hekim birikimiyle bilgiler veriyor, ilaçlar içiriyordu. Anlıyorduk ki bizim Gürsel zamanla hem seyyar doktor olmuş hem de seyyar eczane. Bu yazı için bilgi hatası yapmayayım diye aradığımda ilaç durumunu sordum: ‘Değiştim artık Fahri’ciğim, ilaçları azalttım yani. Eskiden günde on üç, on dört tane hap içiyordum, şimdi günde beş taneye düşürdüm.’ demesin mi, varın siz gerisini hesap edin artık…

Tankpalet’te de çok ama çok başarılı bir mühendislik yaşadı, yaşattı, sergiledi çeyrek asrı aşkın süre. Fabrika tarihinde ilk kez bir sivilin yönetime atanması onunla yaşanmıştır; öylesine üretken ve başarılıydı yani. Kim bilir kaç albay, bizim Gürsel’in üretim ve sunumlarıyla tuğgeneralliğe yükseldi… Bazı generallerin itiraf ve ona teşekkürlerine şahit olanlardanım ben.

Gürsel hayatımızın bütün güzel günlerinde yanımızda olan adamdır. Bütün güzel anılarımda ve bütün zor günlerimde. 2007 yılı 21 Haziran’ında asrın en sıcak gününde, kalpten vefat eden babamı defnedip eve dönmüştük. Tansiyonum düşmüş fenalaşmıştım. Baktım kolonya, masaj, rüzgârlama. Gözlerimi açtığımda gene başucumda Gürsel Kaya vardı. Hem de ailece. Kayınbabası, kayınvalidesi ve bir merhamet abidesi olan sevgili eşi gelinimiz Bahtınur’la birlikte.

Oğlumun bitirme tezinden düğün davetiyesi dağıtımına kadar. Ne zaman nerede bir şefkat eline ihtiyacınız olsa, öz kardeşinizden daha ileri, hızlı ve yakın olarak onu yanınızda görürsünüz. Hem de tüm samimiyeti, organizasyon bilgisi ve zekâsıyla çözümler üreterek. Ve gereğini yaparak…

Bu güzel kalpli, diğergam, herkesin derdiyle dertlenen Gürsel-Bahtınur çiftini ulu yaradan da Burak adında bir yakışıklı ve Kübra adında bir prensesle ödüllendirdi. Burak şimdilerde anestezi uzmanlığını tamamlamak üzere olan bir tıp doktoru, Kübra kızımız ise üniversitede diyetisyenlik bölümü birinci sınıf öğrencisi. Burak Hacettepe Tıp öğrencisiyken, Gürsel’e dostları takılmadan edemiyorlardı: ‘Maşallah yarım doktorsun, oğluna da tıp dersi veriyorsundur artık.’ Cevabı manidardı Gürsel’in: ‘Yalan da değil hani…’

Evet; Gürsel Kaya sahifelerce anlatılsa bitirilemeyecek örnek bir arkadaş, örnek bir dost, örnek bir komşudur.

O bir ilaç, o bir şifa, o bir huzur adamdır.

Sadra şifa, ömre safa kardeşimizdir o bizim.

Fahri Tuna 29.01.2015 

gursel-kaya.jpggursel-kaya-ailesi-soldan-bahtinur-kubra-burak-gursel-kaya.jpggursel-kaya-yillar-sonra-sinif-arkadaslari-ile-ankarada-28.3.2012.jpg

Bu yazı toplam 1286 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim