• İstanbul 25 °C
  • Ankara 30 °C

İbrahim Kiras: ‘Modern İslamcılık’ versus ‘post-modern İslamcılık’

İbrahim Kiras: ‘Modern İslamcılık’ versus ‘post-modern İslamcılık’
Bir seneden fazla oldu, müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesine ilişkin tartışmalar bağlamında şunu yazmıştım:
İlahiyatçıların “dinimizde imamların kıyması gereken özel bir nikah yoktur, belediye görevlisinin kıydığı nikah dinen geçerlidir…” vs diye konuşmaları boşuna. Çünkü semboller ve kimlik tezahürleri bizim gibi toplumlarda en az dinin icapları kadar önemli. Çünkü tartıştığımız mesele yalnızca yüzeydeki din ve laiklik çatışması değil aslında, daha derinde veya daha genel anlamda modernizm ile postmodernizmin kavgası...
 
Modernizm toplumsal hayatta “eşit vatandaşlık” idealidir. Vatandaşın bir siyasal kontratın tarafı olmanın ötesindeki nitelikleri ve özellikleri değer taşımayacaktır buna göre. Dolayısıyla hangi dinden olduğunuz, hangi etnisiteye mensup bulunduğunuz vs. sizin için önemli olabilir ama toplumsal/siyasal açıdan önemsizdir. Tabiatıyla bu özelliklerinizin hukuk karşısında da bir değeri olmamalıdır.
 
Fransız devrimi bu ideali hayata geçirdi. Bir siyasi ideoloji olarak cumhuriyetçilik toplumsal kontratla oluşturul(duğu varsayıl)an laik devletin vatandaşlık bağını bütün kimliklerin önüne geçirdi.
 
Mamafih modernite bir bütün… Toplumsal hayatta, hukukta, estetikte, ekonomide aynı anlayışın geçerliği söz konusu. Ve işin arkasında tarihin belirli bir dönemindeki toplumsal şartlar ve ihtiyaçlar paralelinde oluşan bir zihniyet dünyası var.
 
Dolayısıyla Fransız Devrimi’nin bayraktarlığını yaptığı modernizm aslında Batı Avrupa toplumlarının ortak yolu. Nitekim bundan 200 yıl öncesinde o dünyanın çok fazla uzağında yer almayan Osmanlı toplumu da söz konusu rüzgârın etkisinde kendini yenileme ihtiyacı hissetmişti.
 
Tanzimat ve Islahat fermanları esas itibarıyla modernleşme adımlarıydı. Modernleşme, yani siyasette merkeziyetçilik, eğitimde kitlesellik, kültür ve sanatta popülerlik, bilim ve hukukta laiklik, ekonomide tekelcilik…
 
Avrupa toplumları bu işi “milli devlet” çatısı altında yapmışlardı. Biz imparatorluktuk. Nüfusunun yarıya yakını Hıristiyanlardan oluşan bir devlettik. Anadili Türkçe olan nüfus sayı olarak hemen hemen azınlıktaydı. Yani “milli devlet” değildik, olamazdık. Ama şunu yaptık: önce Tanzimat’la temeli atılan ve akabinde Islahat Fermanı ile hayata geçirilen Osmanlı vatandaşlık rejimiyle Fransa örneğinde olduğu üzere eşit ve imtiyazsız bir “Osmanlı milleti” yaratmaya çalıştık. Ne var ki imparatorluk yapısı içinde bunu yapmak kolay değildi.
Bu haber toplam 584 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim