Bu husus dikkate alınmadan ne İslamcılık layıkıyla anlaşılabilir ne Osmanlıcılık ne de Türkçülük.
Yusuf Akçura meşhur Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde “Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi Devlet-i Osmaniye için daha nafi ve kabil-i tatbiktir?”diye sorduktan sonra kendi cevabını verir. Yani Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerine “hangisi daha faydalı ve uygulanması mümkün” diye bakıyordu Osmanlı aydınları… Kategorik tercihlerle değil...
Osmanlıcılık ve İslamcılık yöntemlerinin işe yaramadığı, Osmanlı vatandaşları arasında birlik veya ortak kimlik oluşturmayı başaramadığı ve neticede dağılmanın önlenemediği malum.
Cumhuriyetin kuruluşunun ardından Türkçülük kendiliğinden tek seçenek olarak kalmıştı.
Bu dönemde “Türk kimliği” -Fransa örneği esas alınarak- ortak aidiyet değeri olarak benimsendi.
Ancak Türk kimliğinin de anlam içeriği biraz muğlaktı henüz. Resmî görüş bütün vatandaşları Türk olarak kabul ediyordu. Ama Türklüğü bir milli kimlik gibi değil etnik aidiyet gibi tarif ediyordu. Aydınlar arasında da benzer bir kafa karışıklığı kendini gösteriyordu. Özellikle millet kavramının içerdiği etnik çeşitlilik bir yere oturtulamıyordu.
Çünkü Türk toplumunun sosyo-ekonomik gelişmesi modern anlamda milletleşme safhasına geçişe izin verecek seviyeye ulaşmadığı için etnik kimlik-milli kimlik ayrımının yapılabileceği bir kültürel zemin oluşmamıştı henüz. (Zaten bugün bile hâlâ oluşmuş değil.)
İşte bu noktada bir “çözüm yolu” olarak Anadolu milliyetçiliği fikri ortaya çıktı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.