• İstanbul 20 °C
  • Ankara 21 °C

İçimizde Yaşayan Ortaçağ Keşişi ve Bir Türlü Bitmeyen Buhranımız

S. Cenap BAYDAR
Bundan tam 65 sene önce, 1950’de çok partili hayata adımımızı attık. Ömrünü tamamlayıp çöken bir medeniyetin varisleriydik. Yegâne çıkışı reddi miras ve batı medeniyetine kayıtsız şartsız teslimiyette arayanlardan medeniyetimizi yeniden üretecek, onu küllerinden bir kez daha doğuracak kıvılcımlar beklemek abes olurdu. Ama artık geçen karanlık yıllara nispetle daha hür bir ortam vardı ve müsademe-i efkârımızdan çıkacak barikalarla(*) külleri yeniden tutuşturmanın hayallerini kurabilirdik. Üstüne üstlük galiplerin medeniyeti de artık inkıraz devresine girmiş, derin buhranlar geçiriyordu. Zorla batı medeniyeti trenine bindirilmiş milletimize de ister istemez tesir eden buhranlar… 
Hür tefekkürün ve inançların yakasını, devletin yirmi beş senelik ağır ideolojik baskısından azıcık kurtarır gibi olduğu o günlerde, Peyami Safa şöyle yazıyordu: 
Mobilyalara bakınız, kübikle stil arasında sallanır; kadının saçlarına ve eteklerine bakınız, ikide bir kısalır ve uzar; edebî cümleye bakınız, bazan demiryolu kadar uzun, bazan da telgraf ibaresi kadar kısadır; şiire bakınız, şuur ve hezeyan arasında gidip gelir; dansa bakınız, tangoda ağır bir dalgalanış, sambada histerik bir çırpınıştır; sofrada oturulur, kokteylde ayakta durulur; babasının önünde sigara içmeyen erkeklere, hoşlandığı adamla kucaklaşan kızlara rastlarsınız; flört kimine göre meşru bir anlaşma denemesi, kimine göre bir zina stajıdır.
Görünüşle oluş arasındaki münasebet yakalanınca, bütün bu üslûp tezat ve buhranlarının, insanın her şeye ve kendi kendisine ait telâkkilerinde bir şaşkınlık ve bocalama ifade ettiği anlaşılır. Ekonomiden ahlâka ve muaşerete kadar buhran geçirmeyen hiçbir müessese yoktur. İçinde yaşadığımız bu tezatları iyice fark edemiyoruz, günlük hadiselerin seline kapılmış gidiyoruz; biraz geri çekilip de, zekâmızın realiteyi toptan kavramasına gelince anlıyoruz ki, henüz yoklama ve araştırma çırpınışları içindeyiz.
OBJEKTİF:8 - 20. Asır Avrupa ve Biz, s.22
Safa’nın tüm insanlık için bahsettiği “yoklama ve araştırma çırpınışları”, takip eden senelerde yoğunlaşarak ama bir neticeye varmadan sürdü gitti. Ülkemizde ise bu çırpınışlar yavaş yavaş tehlikeli,  bizi içten içe tüketen ve kardeşi kardeşe kırdıran çatışmalara doğru evrildi.
Peyami Safa’dan yaklaşık yirmi beş sene sonraki vaziyetimizi, Cemil Meriç’in fiziksel gerçekliğe kapalı olduğu kadar hakikate açık gözlerinden seyredelim:
Üzerinde anlaştığımız hiçbir ilke yok. Dil perişan, mefhumlar kaypak, kelimeler köksüz. Politikanın çığlıkları yanında şiirin ve düşüncenin sesi boğuk bir inilti. Hıristiyanlaşmadık ama içimizde bir ortaçağ keşişi yaşıyor. Elbirliğiyle sarıldığımız tek müessese: Aforoz. Sevginin, anlayışın dayanışmanın kaybolduğu karanlık devirlerde tenkit susar, hiciv konuşur. Sağ uykuda, sol şuursuz. Her iki cephenin ortak vasfı; Kadirnaşinaslık. İnsanla insanı birbirinden ayıran duvarları hicvin dinamiti yıkar ancak. Silahların konuştuğu yerde şarkı söylenmez."
Mağaradakiler, s.249 
Meriç’ten sonra soğuk savaş yılları da nihayet bulunca sırtımızdaki kat kat deli gömleklerinden bir tanesinden daha kurtulmuş olduk. Artık iki melanet kutbundan birisi tarafında saf tutmaya zorlanmayacaktık. İkibinli yıllardan itibaren maddi imkânlarımızla beraber hürriyetlerimiz de tedricen genişledi. Ama George Orwell’in tasavvur ettiği distopyadan adım adım uzaklaşırken bu sefer de Aldus Huxley’in tasavvur ettiği distopyada bulduk kendimizi. Evet, insanın yüzünü sürekli çiğneyen bir çizme yoktu (**) artık hayatımızda ama bu sefer de zihin dünyamızı temelsiz, devamsız ve bağlantısız bir sürü “çöp fikir kırıntısı” kirletir olmuştu. Tenkit giderek daha da imkânsızlaştı zira üzerinde anlaştığımızı sandığımız en temel ilkeler bile havaya karışıp kaybolan sigara dumanları misali kaybolmaya başladı. 
Meriç’in haber verdiği “içimizdeki ortaçağ keşişi”, fikirlerin kıymetsizleştiği, sıradanlaştığı günümüzde sessizce kaybolup gideceği yerde, her geçen gün biraz daha kuvvetleniyor. Çünkü fikrin zevali putlaştırdığımız nefislerimizin aforoz arzuları önünde mâni değil. Her insanın tanrı, her zırvanın ideoloji, her safsatanın felsefe, her gevezeliğin edebiyat, her hezeyanın şiir kabul edildiği bir ortamda tenkitçi, tekfircilerin baş hedefi oluyor. Çünkü fikir gibi görünen şey artık maalesef çoğu zaman nefis denen ejderhayı örten ince bir kumaştan fazlası değil. O yüzden fikre yöneltilen her itiraz, şahsiyete yöneltilmiş sayılıyor. Böyle olunca alınan tutum itiraza cevap vermek değil, doğrudan itiraz edenin şahsına taarruz etmek oluyor.
Önümüzdeki günlerde bu taarruzların fikir planından fiil planına geçme tehlikesi bulunuyor. Bir türlü bitmeyen buhranımız kendine yeniden kanlı sofralar kuracak gibi. Üstelik bu sefer suçu üzerine atacağımız karanlık ve ceberrut bir derin devletimiz yahut “harici bedhahlarımız” da olmayacak elimizde.
 
(*) “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” sözü Namık Kemal’e aittir ve “Fikirlerin çarpışmasından hakikat kıvılcımları doğar” anlamına gelir.
(**) George Orwell’in 1984 romanında, işkenceci O’Brien şunları söyler: 
“Partiye karşı olandan başka bağlılık bulunmayacak. Büyük Biradere karşı duyulandan başka sevgi duyulmayacak. Bir düşmanın yenilgisine gülmekten başka kahkaha olmayacak. Sanat, edebiyat, bilim diye bir şey kalmayacak. Her şeye egemen olduğumuzda, bilime gerek kalmayacak. Güzellikle çirkinlik arasında bir ayrım bulunmayacak. Merak ve yaşama sevinci ortadan kalkacak. Tüm zevkler parçalanacak. Ama şunu hiçbir zaman unutma ki Winston, günden güne büyüyen ve kurnazlaşan, kendinden geçmiş iktidar, hep var olacak. Her an, zafer coşkunluğu ve zayıf bir düşmanın ezilmesi duyguları taşınacak. Geleceğin nasıl olacağını bilmek istiyorsan, bir insanın yüzünü aralıksız çiğneyen bir çizme düşle...”
Bu yazı toplam 774 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 2
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim