• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

İçtiğim ateş, giydiğim ateş benim

Ahmet Doğan İLBEY

“Üdeba” nam dostumuz fakîr için şöyle demiş:

“Siz ehl-i gecesiniz, eskilerin hazık hekimleri sizin bünyenizi muayene etse toprak, ateş, su, hava unsurlarından hangisinin gâlip geldiğine baksa muhakkak ki ateş unsuru diye kanaat edecektir. Vecd hâliniz, öfkeniz, seher vaktine kadar âgâh kalmanız, tütünün vücudunuza âdeta tütsü gibi gelmesine bakılırsa sizler ateş tabiatlısınız, Hocamgilin efsunlu eczasıyla toprağa meyletmiş durumdasınız...”

Ehli irfan diyor ki: “Ateş tabiatlı öfkeli olur. Topraktansın, o hâlde toprak gibi ağırbaşlı ol! Aşağılık şeytan gibi ateş tabiatlı olma! Ateş, başkaldırışından dolayı korkunçtur. Ateş hırsı, toprak kanaati istedi.”

Bu ateş cehennem ateşi, yâni “nâr-ı cehennem.” İslâm tasavvufunda madde âleminin dört unsuru nefsin dört mertebesine benzetilir. Nefs-i emmâre ateşe, nefs-i levvâme havaya, nefs-i mülhime suya, nefs-i mutmainne toprağa… Toprak mertebesine ulaşmak insan-ı kâmillerin harcıdır, haddim olamaz.

Taşıdığım ateş nefs-i emmâreyi ve mâsivayı temsil eden ateş değil. İçtiğim aşk ateşi, giydiğim aşk ateşidir benim. Mânevî ateş bu… Ateş tabiatlı olmak böyle bir şeyse, ateşler içinde yanmaktan memnunum. Mürşidlerin dediği gibi ilahî âşka tutulan insan ateşten havaya, sudan toprağa erişecek elbet.

Bir yanda mâsiva ateşi, diğer yanda ilahî ateş… Yunus Emre’nin ateşi maddî ateş değil, ilâhî aşk ateşiydi. İlâhî ateşe tâlibim. Şairlerin büyük atası Fuzûlî, Efendimiz Aleyhissalâtüvesselâmın mübarek “hâl” i olan Su Kasidesi’ni yazmış, fakat kendisi bin miligramlık ilâhi ateşle yanıyordu ve Su’ya temayül ediyordu. Mürşid-i kâmillerin, âlim ve fâzılların (bunlar ki Efendimiz a.s.'ın tam yolunda olanlar) tabiatı olan su tabiatlı olmak hâşâ haddim değildir. Ali hocam su mertebesindedir, yâni su tabiatlıdır.

 

Ateşim “nâz ateşi”, “niyaz ateşi”dir

Ateşim “nâz ateşi” dir, “niyaz ateşi” dir, yâni ilahî aşk ateşine yanmak çabasıdır. Ateş kaynağını ilâhî güzellikten alırmış. Mâna ehli bu ateşte yanıp yok olurmuş. Yok oluş vuslata ermek, yâni Hakk’a ulaşmaktır.

“Kılıcın özünde ateş vardır” diyor ehl-i dil. “Kılıç sıradan bir demir parçası iken ateşte kızdırılır, dövülür, suya sokulur ve aslî görevini yapacak hâle gelir.” Sahibi tarafından yüce gayeler için kullanılma bahtiyarlığını yaşayan kılıç gibi ateşte dövülmek ve olmaktır yangınım.

Tasavvuf ehlinin giydiği vahdet mânasına gelen “âfitâb-ı temmûz”, yâni temmuz güneşinin ilâhî yakıcı ve ıstıcılığı da haddim değildir. Taklittir fakîrin ateş tabiatlı oluşu, fakat hasbîdir. Tasavvuf ehlinin içtikleri “cihanı yakan ilâhi aşk alevi” de haddim olamaz. Sâfiyâne bir özentidir fakîrin ateş hâli…

 

“Kimde bu ateş yoksa…”

Ateş, yola çıkmaya meyilli olan fakîr gibi heveskâr kulların, yâni daha ham olan âşkıların tabiatıdır. Kamışlıktan kesildikten sonra, yâni vatanında ayrı düştüğünden beri ateş hâlindedir ney. Ağlar, feryat eder. Hz. Mevlânâ “Ateştir neyin bu sesi, yel değil” diyor ve ateşi olmayanlara kızıyor: “Kimde bu ateş yoksa, yok olsun o kişi. Ateşte pişen bozulmaz” (Mesnevi, cilt:,1 s. 125) 

Yüreğine bezm-i elest’te verdiği sözün ateşi düşenler ateşle yanarlar. Ateş hâlinde olmak, ıstıraptır, hüzündür, hasrettir, vecddir, cezbedir fakîr için. Ateşim kendimi yakar sadece; başkasına zarar vermez, kendi muhitime göredir. Fakîr kendi akranları ve benzerleriyle ateş oyunu oynar. Yüce olmasa da sahte değildir, hasbîdir.

 

Gönül dağı ateşle tutuşanlardanım

Gönül dağı ateşle tutuşanlardanım. Ateş gönlümün dostudur. Muhabbet oğullarının muhabbet ateşidir ateş tabiatlı oluşum. Aşk ateşinde yanmayan Yunus’u, Mevlâna’yı, Fuzûlî’yi anlamaz. Hazret-i insan olmanın tâlimi ateşte yanmayla başlar. Tasavvuf ehli ilâhî ateşten meydana gelen aşkı giyinmiş. İlâhî ateş olan aşkı içerek hayat bulmuş ve mâna âlemini yaşamış. Bu ateş haddim olamaz. Pervânenin ateşidir bendeki. Pervâne gibi mumun etrafında dolanır durur şimdilik. Pervâne ateş içip ateş giyinen bir âşıktır. Mâşukun, yâni mürşidin ateşinde yok etme tâlimi yapar.

 

Ateş ve aşk akrabadır

Ateş ve aşk akrabadır, dosttur.  Bu mânada ateş muhabbet kabilesinin oğullarından olmaktır. Ektikleri ve içtikleri aşk ateşidir. İlahî aşk ateşle başlar, ateş denizinde imtihan olur. Ham âşık ateş denizini geçerek kâmil âşka erişir. Yoluna çıkan ateş denizini muhalif sanır. Ateş denizin verdiği ıstırab ve elemi kendine engel bilir. Denizi geçince anlar, ateş denizin ilâhi aşkın kendisi olduğunu ve kendini imtihan ettiğini.

 

“Gül vücutlu ateş”in ateşinde yanmak

Gönül şehri ateşten olmayan insan insan mıdır? Ateş hâlinde olan canımı daha da ateşlensin diye külhanlara, yâni mânevî aşk ocağına atıyorum. Nefsim arınır bu ateş ocağında. Külhanlar benim yurdum. Ateş pişirir adam eder. Misâli haddim değil, “hamdım piştim yandım” diyen Hz. Mevlâna’nın canını bin miligramlık külhanlara atması bundandır.

Peygamber Efendimiz’in çerağı olup yananların gönlü ateşler içindeydi. “Gül vücutlu ateş”in ateşinde yanmanın hazzını nâdanlar bilmez. İki dünya arasında canıma can katan, varlığımın ulvî ve uhrevî bir âleme teslim olması gerektiğini söyleyen içimdeki ateştir. İlerisine varmayı gücüm yetmese de ateş hâlinde yaşamak mânevî haz veriyor. Nefsimi mânevî ateşle adam etmektir muradım. Çünkü ateş yakıcı ve temizleyicidir.

Ateş bana “serin oluyor” aziz dost!

Bu yazı toplam 316 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim