Birinci Şiir
Sezai Karakoç, Maraş’ta üç sene ortaokulu yatılı okur. Aslen Diyarbekir/ Ergani 1933 Doğumludur. Diriliş Dergisi’nin son döneminde Maraş Hatıraları’nı aktarır. Maraşlı, O’nu kendisinden bilir, Maraş’ta kaldığı ve Maraş’a dair güzel intibalarda bulunduğu için:” Maraş çocuk yüreğimin ateş aldığı yer, belki ondan öncesi bir rüyaydı, bu ateş Maraş’ta yanmaya başladı. Oraya geldiğimde karşımda okul duruyordu, bu hayatımda gördüğüm ilk kaloriferli binaydı ve hayatımda ilk defa zeytin ağacını burada görüyordum. Harçlığım çok sınırlı olmasına rağmen kitaplar alıyor ve divan şiirleri ezberliyordum. Henüz ortaokula gidiyorum, bendnameler ezberliyor ve Mesnevî’yi anlamaya çalışıyordum; bu çok erken bir uyanmaydı.”
Bu sadece bilinen sebepler olarak görünmeli. Aslında Kısakürekzâdelerden Necip Fazıl’ın Büyük Doğu İdeali’nin talebesi olan Sezai Karakoç’u, NFK vesilesiyle de bağrına basar. Karakoç, Necip Fazıl’ı ömrü boyunca yalnız bırakmamış, yanında bulunmuştur.
Karakoç, Necip Fazıl’ın takipçisi olarak benimsediği şekilde Büyük Doğu’ya eşlik eden Diriliş’i çıkartır. Büyük Doğu partileşmez, Diriliş partileşir. Büyük Doğu Yayınları, sadece kurucusunun kitaplarını neşreder, Diriliş’te bu farklı değildir.
Karakoç Kardeşler’den ayırt edilmeyen Sezai Karakoç, Maraş’a sonradan uğramış mıdır, bilinmez. Mutlaka uğramıştır, Maraş’ı bu denli sevmiş, çocukluk yıllarının üç senesinin geçtiği şehri.
Üniversite yıllarımızda akrostişi şiirler üzerinde çalışırken, çözdüğümüzü hatırladığımız malûm şiirdeki gizemi ortaya çıkarmakla ünlenen kişiye dair, bu güne kadar bir ifadede bulunmadık. Ders Hocalarımız, ismi verince, akrostiş bilgimizin eksik olmadığını anladık.
Daha önce bilineni tekrar, kişinin özel hayatına müdahale iken, bazısı işin magazinine-popularitesine medfûn biçimde olmayan ününe şan ve şeref katmakla meşgul olmuştur. Bu kendince muamma ifşaatı ile övünen, Üstad Sezai Karakoç’u üzen televizyoncu- gazeteci meşhur isim ile muhatap olmak da kârımız değildir.
Sezai Karakoç, akroştişle gizlediği isme duygularını ifade ederken, yaşından oldukça olgun ifadelerde mensubu bulunduğu düşüncenin, inancın çerçevesinden çıkmamıştır, hiçbir zaman. Kaderde olmayan bu birliktelik, gerçekleşmeyince hayat olması gereken şekilde devam ediyor, her insanın yaşantısı gibi.
MONA ROSSA
Mona Rossa siyah güller ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona Rossa siyah güller ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Rossa bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Rossa seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Rossa ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor
Mona saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Rossa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Rossa bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Rossa siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh senin yüzünden kana batacak
Mona Rossa siyah güller, ak güller
Yirmili yaşta bir gencin, bu denli şiir yazması, duygularını terennüm etmesi, şiirini geleneğin süzgecinden geçirmesi, inancının dışına çıkmaması, kendisine ileride Leyla ile Mecnun’u yazdıracaktır, kuşkusuz.
İkinci Şiir
Merhum Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’ın gerçek isminin açıklanmasını isteyen muhabire, “O aşk masum bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın. Ne adı Mihriban, ne saçları sarı..” demesi, Sezai Karakoç’un olgunluğuna eş değerdir.
İki şiiri de okuyan ve defalarca ele alan biri olarak, ilki yazdığı şiirleri sevdiğine hissettirmeden mantosunun cebine bırakır, öbürü “mektup gönderirse sevdiği sıkıntı çeker” düşüncesiyle cevabını şiir olarak gazetede yayınlayıp, gazeteyi evine yollar, sevdiğinin. “Ayıp olur şimdi adını söylemem. Törelerimize aykırı.” der Abdurrahim Karakoç, “Yok, Mihriban’dan başka aşkım olmadı.” ( Platform Dergisi’nden özetlenerek)
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar,deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım karabahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
İki Şiirin Hikâyesi
Biri bağrına taş basar, ömre yakın zaman içinde şiirini kitaplaştırmaz, şiir elden ele dolaşır, üniversiteli gençlerin ezberinden düşmez, “Mona” denince İtalyan Ressamın tablosunu akla düşürür, diğeri birçok türkücünün söylemeden geçmediği Mihriban ile bilinmez, sadece söyleyenini meşhur eder. Abdurrahim Karakoç şiiri yazmış, Musa Eroğlu besteleyerek şiiri gündeme taşımış. Mihriban’ı söyleyen, arada bir mırıldayanlara şairinin fotoğrafı gösterilse, aradaki şaşkınlık, verilecek cevaplar, kişiyi halden hale düşürür.
Sezai Karakoç’un deşifre edilen Monnası (Sonradan reklamlara da malzeme olan hanımın ismini vermiyoruz) ile hiç bilinmeyen Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’ı…
Abdurrahim Karakoç, evlenip çoluk çocuğa karışan Mihriban için, “İnsanların gönülde kalması, gözde kalmasından daha iyidir. “der.
Nedim’in İstanbul Kasidesi’nde şehri ele alırken, dile getirdiği güzellik hayalleri süsler. İstanbul’un tek taşına âcem mülkünün baştanbaşa feda edilse dahi kıymetini ifadeye yetmeyeceği dile getirilen şiirde, şehrin sevgili olma vasfını sonuna kadar koruduğu görülür.
Karakoçlarda sevilene duyulan saygı, ortak bir medeniyetin mensubu olmaktan, aynı inanca sahip olmakla beraber, aynı terbiyeyle eğitilmiş olmaktan beslenir. İkisi de ketum kalmış, birileri akrostişi çözdüğünü dile getirerek, dedektifliğe soyunmuş, öbürü tüm ısrarlara rağmen ölüm döşeğinde dahi bunu reddetmiştir.
Amacımız, konuyu temcid pilavı misali tekrar gündeme getirmek değildir. İki şairin ortak bir yönünü göz önüne sermektir. Her iki şairden de şiirlerinden iktibas yaptık.
İsteriz ki meraklısı olan okur, diğer şiirlerini bulsun, okusun, şiirin hikâyelerini bir de kendi şairlerinin dilinden dinlesin.
Yolunuz Maraş’a düşerse Dulkadiroğlu Belediyesi’nin “Kıraathane” adını taşıyan kütüphane girişinin solunda diktiği Kitap Anıtı’na bakınız.
Orada Maraşlı Ünlü İsimlerin (Mehmet Akif İnan hariç) yer aldığı kitaplar var. Sezai Karakoç’un adı, alttan üçüncü kitabın sırtında yer alır. İlk iki kitabın sırtı görünmez, arkaya dönüktür. Bremen Mızıkacıları’nı fotoğraflamıştım, Bremen’e giderken. O kareyle Maraş karesi’ni karşılaştırın.
Anıtı yapan Sanatkâr, Maraş’tan çıkan ve Maraş’a hizmet eden şairlere ve yazarlara adamış gösterir, bu iki kitabı. Diğer isimler mi? Makalemizin girişinde bir bir açıklamıştık.
Sonuç
Şehirleri araştırırken kimi zaman dikkatimizi çeken fotoğraf karelerinin de hikâyesi vardır, mutlaka. Bu fotoğraf karesi, bize bunu yazdırdı. Bremen Mızıkacıları mı? Daha çok emeğe konan ya da insanı aldatan hırsızlar olarak görürüm de elden ayaktan düşen hayvanların kimsesizliğe ve aç bırakılmasına üzülmüyor değilim. Bir heykel yılda iki milyon ziyaretçi çeker, öbürü yoldan geçerken farkında olmaz.
İşte Şehir araştırmacılığı hakkında yıllardır, dile getirmek istediğimiz bu husustur, farkındalık oluşturmak içindir, çırpınmamız.
Anlatabildik mi, Ey Okur!..
Yetkililer mi?
Sesimiz onlara ulaşmıyor, ne yazık ki!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.