• İstanbul 21 °C
  • Ankara 24 °C

İslâm düşüncesinde hüzün yahut “senetü’l hüzün”

Ahmet Doğan İLBEY

İslâm tasavvuf ve tefekküründe hüzne o kadar ulvî mâna yüklenmiştir ki, Hz. Hatice ile Ebû Tâlib’in peş peşe vefatları Resûller Resûlü Efendimiz’i derinden üzdüğü için onların vefat senesine “senetü’l-hüzün” adı verilmiş ve hayatı ulvî hüzün ikliminde geçtiği için “Hüzün Peygamberi” denilmiştir.

 

Âlimlerin kitaplarından öğrendiğimize göre, hüzünle ilgili kavramlar hüzne dolaylı olarak işaret edilen âyetlerdeki mânaya uygun olarak kullanılmış. Kur’ân-ı Kerim’de hüzün, otuz yedi âyette geçmekte ve ekseriyetinde müminlerin âhirette üzüntüsüz bir hayat yaşayacağı haber verilmektedir. Âyetlerde geçen “üzülme” veya “üzülmeyiniz” şeklindeki ifadelerle asıl mânasıyla hüznün kastedilmediğini tefsir eden âlimler var.

 

Peygamber Efendimiz, “Allah’ın, musibetler sebebiyle yaş döken gözleri, hüzünlenen kalpleri azaba uğratmayacağı” ifadeleriyle hüznün mevzu edildiği hadisler Sahîh-i Buhârî’de mevcut. Bu mânada hüzün, dünya imtihanı bakımından sıkıntı, hastalık, belâ ve elem anlamıyla açıklanmıştır. Bu sıkıntıların muhatabı bu dertleri ulvî yolda bir hüzne dönüştürürse manevî mertebesinin artacağı mesajı verilmektedir.

 

Peygamberler ulvî hüznün yâranıdır  

 

Sezai Karakoç’un “Yitik Cennet”inde anlatıldığı üzere bütün peygamberler hüznün temsilcisidirler.  Ulvî hüzün, peygamberlerden ve enbiyadan neşet etmiştir. Hz. Âdem, ayrıldığı cennetin hüznüne muhatap ilk hüzünkârdı. O’ndan sonra yeryüzünün hüzün çilesi büyük hüzünkâr Hz. İbrahim’le başlar.

 

Hz. Mûsa’dan Hz. İsa’ya kadar bütün peygamberler ve Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm’la devam ederek en yüce mâna ve mertebesine ulaşır. İslâm düşüncesinde iki ayrı hüzün mefhumu var. Biri maddî, diğeri tasavvufî, yâni mânevî ve ulvî hüzün… El- Kindî’den itibaren felsefî çizgideki ahlâk kitaplarında, diğeri tasavvuf kitaplarında olmak üzere iki ayrı hüzün kavrayışı var. Maddî hüzün, insanın dünyevî kayıplardan duyduğu duygu ve düşüncelerdir. Dahası tedavi edilmesi gereken bir tür hastalık… Mânevî, yâni tasavvufî hüzün âhiret kaygısı, takva, peygamber ve ulu kişilere sevgi, aşk ve hasret duygusu…

 

Bizim murad ettiğimiz hüzün âcizâne tam da budur. İslâm irfanı birbaştan birbaşa mânevî hüzün üzerine kuruludur. Tasavvufî ve Nebevî yaşayış ulvî hüzünden beslenir. Akılcılığa fazla değer veren Müslümanlarla modern akılla akletmeyi tercih edenler hüznü “romantizm” olarak görürler. Bu, Resuller Resulü Efendimiz’in mahzun meşrebini bilmemektir.

 

Mânevî hüzün, maddî hüzün gibi ilaçla, merhemle dinmez. Ulvî aşkla, vuslatla, menzile ulaşılınca, kalp ve gönül mutmainne makanına erişince diner. Bu mânada “dinmek” son bulmak demek değildir. Aslına kavuşsa da hâl devam eder.

 

Mutasavvıflar, hüznü  “dünyevî veya nefsânî bağlar yüzünden Allah’a yakınlaşamayan, O’nunla ünsiyet kuramayan dervişin bu ayrılıktan duyduğu acı ve keder” mânasında kullanırlar. Bu mânada hüzün bir fazilet ve yüksek bir mânevî hâldir. Çünkü hüzün tefekkür eden, dünyevî olandan arınmaya çalışan, her şeye gönül gözüyle düşünüp bakan, daima ulvî aşk içinde yaşayan hazret-i insanın meşrebidir. Bu sebeple İslâm tasavvufunda hüzün havf, işfak, huşû, zühd, verâ gibi erdemlerin yanında zikredilir. Hazret-i insan kemalâtına ulaşan biri için rahat olmak eksikliktir. (İslâm Ansiklopedisi, cilt:19)

 

Hüzünsüz ibadetler kâmil ibadet sayılmaz

 

Adı geçen ansiklopediden öğrendiğimize göre mutasavvıflar hüznü mânevî bir disiplinin unsuru olan “hâl”lerden sayarlar: “Tarikat-ı âliyenin ruhu hüzündür. Hüzünsüz düşünün bakalım, ne düşünebiliyorsunuz. Hüzünsüz zikredelim haydi; ondan ne fikir doğar? Hüzünsüz ibadetler kâmil ibadet değildir. Dolayısıyla o ibadetlerden kemalât-ı insaniyye mevlûd olmaz. Hazret-i hüzün kamû Sünnetlerin neticesidir. O yüzden tarikatın gayesi Kitab ve Sünnetle şerha şerha olup bu hüznü hâlet-i dâime durumuna getirmektir. Eğer hüzün bizde yoksa tarikata iyi çalışmıyoruz. Hasret, âhu enîn, gözyaşı ve hüzne yol açmayan ilim, gereğiyle amel edilmeyen ilimdir. İnsanı hizaya getiren, uyaran, ‘kalk’ veren bir hâletten bahsediyoruz, yâni ümmül-hayr olan hüzünden.”

 

Hüznü, fazilet ve “vehbî hâl” lerden sayanların başında ise, Hace Abdullah Herevî ve büyük tasavvuf erbabı Hasan-ı Basrî gibi mutasavvıflar vardır. Bu zâtların târiflerine bakıldığında hüznün bid’at hâllerden olmadığını, daha çok o hâli yaşayanın ulvî maksadının bir vasıtası olabileceğini anladım. Herevî, hüznü “havf”, “huşu”, “zühd” ve verâ” gibi aynı mahiyette vehbî bir hâl olarak tasavvufî erdemlerin başında gösterir.

 

Hz. Peygamber Efendimiz’in sünnetine ve şeriate bağlı ilk mutasavvıflardan Hasan-ı Basrî Hazretlerinin rehberliğinde oluşan zühd tarikinin temel özelliği hüzün. Ona göre âhiretin ebedîliğini bilen, dolayısıyla daima ulvî aşk içinde olan insan hüzünkârdır. Bu hâl kişiyi hazret-i insan olmanın gereği olarak bu hâl kişiyi her ân mânevî muhâsebe şuurunda, yâni hüzün hâlinde olmaya sevk eder.

 

Dîni yaşamak gayretinde hüzün yardımcı olur

 

Ehl-i mutasavvıf göre, hazret-i insana dinî yaşamak ve sahiplenmek gayretinde ancak hüzün yardımcı olur. Kur’an’ı doğru okumuş ve ona iman etmiş bir kimsenin mutlaka hüznü artacak, gözyaşları çoğalacaktır. Hüznün kaynağı, sebebi ve meydana gelişi dinîdir. Dine aykırı olmayan ve mânevî olanı, aşkın olanı hissettiren hüzün de makbuldür.

 

Onun, “Hüzün, kulun ilahî mazhariyetlere yönelik istek ve arayışıdır. Sufîyi içinde bulunduğu durum hakkında sürekli düşünmesini ve kendini yetersiz görmesini sağlayan olumlu bir şuur hâliyle nefsi temizlemenin ve daha yüksek makamlara çıkmanın bir vasıtasıdır hüzün” târifi ilk mutasavvıflara ölçü olmuştur.

 

Müslüman için hüzün fazilettir

 

Sufîler için “Her nevî hüzün fazilettir ve mümin için ziyadeliktir. Fakat hüznün sebebinin günah olmaması şarttır.” Farklı düşünen sufîler de var: “Ahiretle ilgili hüzün iyi ve güzel; dünya ile ilgili hüzün kötü ve çirkindir.”

 

Tasavvuf âlimlerinin hüzne yükledikleri mânanın hülâsası şöyle: Hüzün, yüksek bir makam ve fazilettir. Sufiler, hüznü, Allah ile yakınlaşmanın ve O’na ulaşabilme yolundaki ünsiyetin ve kurbiyetin bir hâli olarak anlarlar. Allah sevgisine mazhar olabilmenin istek ve arayışının ifadesidir. Hüzün duymamak eksikliktir. Sufi, hüzün duymadığı vakit iç evinde ağlar.

 

Çünkü hüzün, sufinin sürekli Allah yolunda bulunuşu esnasında kalbinin tezkiyesidir. Hüzün varsa, kalbin var demektir. Kalbi olmayanlar hüzünlenmezler. Hüznü bilmek ve yaşamak, gerçek sufîliğin hâllerindendir. Hüznü olmayan sufî daha hamdır. Allah ve Resûlünün yolunda tâlim yapılan dergâhlar bâb-ı hüzündür, yani hüznün kapısıdır.

 

Gerçek mânada mahzun, yâni hüzünlü olmak, kahkaha ile gülmemek, Allah’la beraber ve bu duygular içinde olmaktır. Ölümü ve ahreti düşünmek ve insanların dertleriyle bu mânada dertlenmektir. Ulvî hüzün, hiçbir zaman marazî bir bunalım, bedbîn, karamsar bir tavır, hastalıklı ve gergin bir yüz değildir. Gönle mânevî bir burukluk veren, vicdanı ve merhamet duygusunu besleyen, olgunlaştıran hüzündür. Tefekküre dalıp hüzünlenmek ayrı şeydir, karamsar düşünceler içinde surat asmak çok ayrı. İnsanların yanında mütebessim, sadece Allah’la başbaşa olduğumuzda da hüzünkârız.

 

“Doğuda bir Müslümanın ayağına diken batsa, Garptaki bir Müslüman bunun acısını duyup üzülmezse, o onlardan değildir” mealindeki hadis-i şerif gibi düsturlar hazret-i insanın hüzünle, ıstırap yoğrulmasını işaret eder. Merhamet duygusunun oluşu hüzündür. Hüzün merhameti artırır. İnsanlığın dertleriyle dertlenip acılarına ortak olmak hazret-i insanın ömür boyu yaşadığı bir ruh hâlidir. Dertsiz, çilesiz, gamsız, bencil ve boş veren bir kimse değil; hüzün çeken, yâni mahzun bir insandır. İnsanlığın dertleriyle hüzünlendikçe îmanı kavîleşecek, îmanı kavîleştikçe hüzünkârlığı daha da artacak ve bu hâl onun mânevî bakımdan olgunlaşmasına vesile olacaktır. 

01.08.2019 Yenisöz

Bu yazı toplam 4858 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim