• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Konya; Elan Orta Anadolu’nun Başkenti

Konya; Elan Orta Anadolu’nun Başkenti
Portre / Fahri Tuna

Bereket şehir.

Aydınlık şehir.

Güneş şehir.

Şems de Mevlânâ da Konevî de sizdeyse, ne olabilirsiniz ki başka.

Işıyan ışıtan ışık şehir.

Aydınlatan durulayan temizleyen şehir. Ülkede en çok turist çeken şehir olması bundandır elbet.

“Bir” şehir. “Bir”e meftun, “Bir”e âşık, “Bir”e sevdalı şehir. Bir, Birlik, dirlik şehri olması bundandır elbet.

Kocaman bir ovanın ortasında, buram buram tarih kültür medeniyet kokan sokakların caddelerin merkezinde, adeta bir sultan tacı gibi bir yükselti: Alaaddin Tepesi. Bir süs, bir estetik, bir nefeslenme mekânı. Cami de orada gül bahçesi de. Huzur da orada ecdat da.

Alaaddin Tepesi ne kadar dünse o kadar da bugündür. Bugündür ve yarındır. Yaşayan yaşanan yerdir orası.

Dünün bugünün ve yarının “aynı an”da, “aynı zaman”da buluştuğu şehrin adıdır Konya. 

Kimin başı dara düşse ilk yetişen şehir: 1999 Depreminde evi barkı yıkılanlara Adapazarı’nda evler yapıp mahalle kuran Konya’dır; çağdaş vampirlerce yakıp yıkılan Bosna’ya tramvayları hediye eden Konya’dır mesela.

Düşenin dostu, ezilenin yoldaşı, garibanın arkadaşı şehirdir o.

Gözün göremeyeceği, aklın alamayacağı, geometrinin ölçemeyeceği kocaman, koskocaman bir ovadır Konya Ovası. Hiç unutmam: On beş sene kadar önceydi. Karlı bir kış gününde,  akşam vakti yaklaşıyorduk şehre kendi aracımızla. Ufuktan bize doğru gelen bir çizgiydi yolumuz. Git Allah git. Yok. Karşıdan bize doğru yaklaşan bir araç görüyorduk. Normalde üç beş dakikada karşılaşabildiğimiz türden bir araçtı. Beş dakika, on dakika, yirmi dakika yarım saat… gelmiyordu bir türlü. Yol arkadaşım Faruk Şişman’ın şu sözlerini dün gibi hatırlıyorum : “Fahri Bey, lise kitaplarında okuduğumuz matematik problemleri var ya hani. ‘A noktasından 75 kilometre hızla gelen araçla, B noktasından 90 kilometre hızla gelen diğer araç kaç kilometre sonra karşılaşırlar?’ diye. O soruları bence Konya’da hazırlamışlar. Ne bu yahu. Yarım saat oldu, arabanın ışığı var, bir türlü karşılaşamadık daha…” Faruk haklıydı zahir. Hem de sonuna kadar.

Konya sakin huzurlu çalışkan sabırlı mert yiğit vefalı insanlar diyarıdır.

Bu kelimeleri rastgele dizdiğimi sanmayınız lütfen: Üniversitede ev arkadaşım Ali Uyanık tipik bir Gonyalı’ydı. (Konyalılar kendilerinin ‘Gonyalı’ olarak tanımlarlar ve bundan gizliden gizliye mutluluk duyarlar.) Destansı güzel günlerimiz geçmişti; hâlâ unutamam.  Ekmeğimizi suyumuzu, açlığımızı acımızı, şiirimizi (ne şiiri düpedüz saçma karalamalarımızı) paylaşmıştık Ali’yle.

Boksördü Ali. Şairdi de. Ali Kemal diye bir şair kazanıyordu ülkemiz, olmadı olamadı. Neden bilinmez.  Çok zeki ve çok yetenekliydi. Zaten sınıfımızın 1 numarasıydı. “Alamanyalı” oldu sonra. Hayat yordu onu. (Hangimizi yormadı ki) Kırk yıl sonra hâlâ birbirimizi arar sorarız, hasret gideririz.

Onun yakın arkadaşı “Epbab Ahmet” vardı. Evimizin hayatımızın neşesi Ahmet. Türkiye Tekvando Şampiyonu’ydu Ahmet. Üç beş ayda bir görünür, Ali’nin anneciğinin gönderdiği sucukları pastırmaları getirirdi bize, sağ olsun. Ama geldi mi bir hafta on günden önce gitmez, getirdiklerinin yarısını da yer içerdi. Çok da güzel yemek yapardı Ahmet.  Mert yiğit tertemiz bir delikanlıydı. İçi dışı birdi. Yüzüne bakınca arkasını görürdünüz. Her cümlesi “epbabım” diye başlardı. Kazara başlamamışsa “epbabım” diye bitirdi. Lakabı da ‘Epbab Ahmet”ti  bu yüzden. Ne çok yakışırdı bu kelime Ahmet’in ağzına Ya Rabbim. İkisi tam Gonyalı ağzıyla “gonuşurlardı.” Ben de zevkle seyrederdim. Ali, Ahmet’e  takılırdı ara sıra: ‘Epbabım, getirdiklerini bitirmeden gitmeyi düşünmüyorsun herhalde?” Ahmet’in cevabı hazırdaydı, alır okurdu: “Epbabım, sporcu adamık biz. İyi beslenmemiz lâzım, değil mi ama!..” Gülüşürdük.

Konyalı olmak yere sağlam basmak demekti. Konyalı olmak elindekini bölüşmek paylaşmak demekti. Konyalı olmak idealistçe, vatanı milleti bayrağı karşılıksız sevmek demekti. Konyalı olmak Allah’a bağlılık, ezana muhabbet, dine imana sevgi saygı demekti. Konyalı olmak şiire edebiyata düşünceye aşinalık demekti.

Bütün bunları başta Sami Güçlü Hocamızdan (iktisat profesörü, tarım eski bakanı, MTTB’den ağabeyimiz, hâlen yirmi yedi ilde binlerce lise öğrencisinin katılımıyla devam eden Anadolu Mektebi projesinin sahibi, yürütme kurulu başkanı) öğrendik ilkin. Ali Uyanık’ta ta gördük yaşadık tevarüs ettik. Sonra sonra İbrahim Dıvarcı’da, Ahmet Kuş’ta, Ahmet Köseoğlu’nda, İsmail Köse’de, Ömer Bardakçı’da da gördük. Abdullah Harmancı’da. Caner Arabacı’da, Hayri Erten’de gördük. Gördük bildik sevdik.  Bir Konyalı her şeyden önce ve sonra, ‘birinci sınıf adam’dır.

Türküleri de bir başka güzeldir: Kendileri ne kadar yavaşsa, türküleri o kadar oynaktır.                                     Zara’nın o billur sesinden dinlediğimiz kıpır kıpır:

Şu Sille’den gece de geçtim görmedim annem                                                                                                       Acı tatlı sular da içtim ölmedim annem

Aman Sille Sille Sille attığın sille                                                                                                        Çektiğim çile çile çile yar çile

Veya kendisi küçücük sesi ortalığı ayağa kaldıran Bedia Akartürk Ablamızdan;

Kesik çayır biçilir mi                                                                                                                                           Sular soğuk içilir mi                                                                                                                                     Bana yardan geç diyorlar                                                                                                                          Seven yardan geçilir mi         

Dinlemeye doyulur mu hiç. Hem de şıkır şıkır kaşık havası eşliğinde.

Bakmayın siz Etli Ekmeği‘nin şöhretine. Gonyalı için sıradandır o. Muhteşem Tirit‘inin, harika Saç Arası’nın yanında lafı mı olur lahmacun kılıklı Etli Ekmeğin.

Sağlamcıdırlar. Atasözlerine de yansımıştır bu: “Türbe Önü’nde evi, Meram’da bağı olmayana gız verilmez.” 

Pek göstermeseler, pek renk vermeseler de neşeli güler yüzlü mutlu insanlardır onlar. ‘İki dünya’ ile de aralarının iyiliğinden olabilir belki de bu.

Gösterişsiz şehirdir Konya. İnsanlarının gösterişsizliğindendir bu da.

Misafirperver mükrim hoşgörülü insanlardır onlar. Yavaşlıkları düşünceliliklerindendir.

Hazreti Pir Mevlânâ’nın komşuları mirasçıları yoldaşlarıdır onlar. Başka ne yakışabilirdi ki onlara.

Konya bir başkenttir her şeyden “önce” ve her şeyden “sonra.” Şahidiz. Giden gören tanıyan herkes de şahitlik eder buna.

Konya bir başkenttir. Haza başkenttir. Elan başkenttir. Elan Orta Anadolu’nun başkenti. 

Bu haber toplam 778 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim