• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Kudüs’ü konuşmak...

D. Mehmet DOĞAN

Son yıllarda Türkiye’de bilgi arkaplanı olmayan bir Kudüs edebiyatı üretildi. Kudüs bizim için yeni bir keşif olamaz.

Tarihimizin Kudüs’ünü bilmeden, İslâm tarihinde Türklerin rolünü dikkate almadan işi hamasete boğmakla, edebiyata bulamakla bir yere varılamaz. Hayali değil, gerçek Kudüs üzerinden konuşmamız gerekiyor. Bugünün Kudüs gerçeğini görmezden gelerek, tarih yok sayılarak bu yapılamaz.

Malazgirt zaferinden bir yıl önce Uvak oğlu Atsız Kudüs’ü Fatımilerden aldı... Yani Selçuklular Anadolu’dan önce Kudüs’ü aldılar. İslâm dünyasının dönemi için âcil bir meselesi yüzünden. Mısır Fatimileri Abbasi hilafeti için tehlike teşkil ediyordu. Selçuklular Fatımileri Kudüs’ten uzaklaştırdılar.

Ondan 10 yıl önce Tuğrul Bey Abbasi hilafetini yok etmek üzere olan Büveyhileri mağlub ederek Bağdat’a girmişti. Halife Kaim Biemrillah Tuğrul beyi “dünya sultanı” olarak ilân etti. Bu bir dönüm noktası...

Türkler tarihin bir anında İslâm tarihini yazmak için adeta davet edildiler. Doğu ve kuzeyden, batıya ve güneye doğru hareket eden Selçuk Bey Cend’e yerleşti, müslüman oldu ve kabilesini de müslüman yaptı. Onun oğulları Çağrı ve Tuğrul beyler babalarının adıyla anılan devleti kurdular ve Horasan ve İran’ı kontrol altına aldılar, yayılma sahalarını batıya doğru genişlettiler. Tarihî kader onlara İslâm tarihinin kritik bir anında ağır bir yük yükledi. İslâm dünyasının devlet/otorite sorumluluğu onların boynundaydı.

Şunu aklımızın bir köşesinde tutmadan bugünü anlayamayız: İslâm dünyası 20. yüzyıla kadar Türk hanedanlı devletlerle gerçek anlamda bir barış dönemi yaşadı. Hindistan, Türkistan, İran, Türkiye, Mısır...Bu ülkelerdeki Türk hanedanlı devletler yönettikler ülkelerin halklarını barış içinde bir arada yaşattılar.

Malazgirt zaferinden sonra Selçuklular beş yıl içinde İstanbul’un burnunun dibine kadar geldiler: Anadolu Selçuklu devletinin başkenti İznik oldu. Asıl hedefin İstanbul olduğu bu kadar açık ifade edilebilir. Selçuklu ilerleyişi Avrupa’nın haçlı seferlerine bahane teşkil etti. Hedef Kudüs gibi görünmekle beraber, esas yapılmak istenen bir hıristiyan yurdu olarak kabul edilen ve o zamana kadar müslümanlar tarafından fethedilemeyen Anadolu’yu kurtarmaktı.

Haçlılar Anadolu’yu ele geçiremediler, Selçuklu ordusundan kurtulan kılıç artıkları Kudüs’e ulaştı. Kudüs’te 90 yıllık bir haçlı işgali var. Bu işgali ortadan kaldırmak yerleşik halkın, hadi diyelim arapların meselesi olmadı. Bölgedeki Selçuklu atabeyi Mahmud Zengi, bunu büyük ve ulvî bir gaye olarak üstlendi. Bunun hem maddi hem manevi altyapısını oluşturmaya hayatını adadı. Kudüs’ü Haçlılardan kurtaran “Şarkın en sevgili sultanı” Selahaddin’i de o yetiştirdi. Kudüs’ün kurtuluşunun ikinci merhalesi, Kudüs’ün güvenliğini tehdit eden Filistin’deki haçlı kontluklarını ortadan kaldıran da büyük Memluk sultanı Baybars’tır.

Müslüman dünyayı son defa büyük bir birlik haline getiren Yavuz Sultan Selim, Kahire seferine giderken Kudüs’e uğradı, şehrin tarihi yerlerini dolaştı, Mescid-i Aksa’da şükür namazı kılıp yoluna devam etti: Kudüs emniyetteydi. Ridaniye zaferinden, yani Memluk devleti ortadan kalktıktan sonra Hicaz emiri Sultan Selim’e Mekke ve Medine’nin anahtarlarını sundu. Böylece islâmın üç mukaddes beldesinin emaneti Osmanlının boynuna bindi ve bu beldelerin güvenliğini temini vazife bildiler. Hakimülharemeyn değil, hadimülharameyn olmayı tercih ettiler. Yani iki haremin sahibi değil, koruyucusu...

Dört asırlık Osmanlı yönetiminde Kudüs barış içindeydi. Siyonizmin 19. yüzyıl sonunda Kudüs merkezli bir devlet kurma hamlesi 2. Abdülhamid tarafından engellendi. Bu Abdülhamid’e karşı yürütülen yıkıcı faaliyetlerin fitilini ateşledi. Osmanlı sonuna kadar Filistin’e Yahudi göçüne izin vermedi. Osmanlı devleti yıkılmadan böyle bir değişim olamazdı, 1. Dünya Savaşı bu fırsatı meydana getirdi.

Osmanlılar Kudüs’ü İngilizlere karşı savunmak için neden tedbir almadı, yahud direnmedi? Kudüs’ün savunması orada yerleşik halkın desteği olmadan mümkün olamazdı. el-Fetih’in başlangıçta Osmanlıları Filistin’den çıkarmak için kurulduğunu unutmayalım. 

Osmanlı ordusu Medine müdafaasını kime karşı yaptı? İngilizler arkaplandaydı. Önde NaŞerif Hüseyin’in çapulcuları vardı.

Kudüs’ü savunsaydık kime karşı savunacaktık?

Şu gerçekleri bilmeden mesele tam anlaşılmaz: Kudüs’te Yahudi yerleşimi Osmanlıya isyan eden Hüseyin’in tasvibi ile oldu. Yahudi devletinin oluşumunda da Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın (Ürdün emiri) tasvibi dikkatten uzak tutulmamalı. Filistin meselesinin çözümsüzlüğünü dışarıda aramak bizi meseleyi kendi gerçekliği içinde kavramaktan yoksun kılar. Her aşamada Siyonizmin ve arkaplanındaki emperyalist güçleri “müslüman” işbirlikçileri oldu.

İşin esası şu: Osmanlı devletinden sonra dünya siyasetinde müsmanları temsil eden bir otorite, bir devlet kalmadı. Denilecek ki, “20’den fazla Arap devleti var, başka müslüman ülkeler var.” Bir otoriteyi devlet olarak tanımlamak onun dünya siyasetinde varlık göstermesi için yetmiyor. Türkiye kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Kudüs meselesi halkın gündeminde olduğu zamanlar, devletin gündeminde değildi.

Türkiye dini sebeplerle olduğu kadar tarihî sebeplerle de Kudüs meselesinden uzak kalamaz. Kudüs meselesi yine Türkiye’nin boynundadır. Fakat bunu hamasete boğmak, daha önce Arap devletlerinin yaptığını yapmaktan öteye bir sonuç vermez. Olayları önceden kestirmek, strateji üretmek yerine ortaya çıktıklarında bağırıp çağırmak, toplanıp sonuçsuz kararlar almak problem çözmeye hizmet etmez. Arap Birliği’nin arşivleri Kudüs’le ilgili belagat dolu beyanatlarla doludur!

Biz sonuca bakalım. 1947’de İngilizler çekilirken Birleşmiş Milletler iki devletli Filistin kararı aldı. Arap dünyası şiddetle reddetti. Şimdi hangi noktadayız? İki devletli çözümü kabul ettirecek durumda mıyız? Bu arada köprünün altından çok sular aktı. Filistin’in durumu ortada. Eğer müslüman dünyadan işbirlikçileri olmasa, ABD Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyabilir miydi?

İsrail’e, ABD’ye sövmenin âlemi yok, işbirlikçileri deşifre edip onlara karşı olan tavrımızı apaçık ortaya koymalıyız. Bir asırdır Arap kralları, diktatörleri Kudüs konusunda emperyalistlerle işbirliğinin rantını devşiriyorlar. İsrail’in varlığı, onların iktidarı için elzem!

Bu yazı toplam 441 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim