• İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

'Velhasıl İstanbul’u böyle ziyan ettik!'

'Velhasıl İstanbul’u böyle ziyan ettik!'
Semavi Eyice’nin İstanbul’u nasıldı? İstanbul'un geçirdiği dönüşüm hakkında neler söylüyor Eyice? Yusuf Sami Kamadan sordu..
semavi-eyice1
Semavi Eyice’nin İstanbul’u nasıldı? İstanbul'un geçirdiği dönüşüm hakkında neler söylüyor Eyice? Yusuf Sami Kamadan sordu..

 

Semavi Eyice ile yaptığımız ve dün ilk bölümünü yayınladığımız röportaja kaldıüğı yerden devam ediyoruz

Hocam sizlerden İstanbul’u da dinlemek isteriz. Ayasofya’nın cami olduğu döneme yetişen bir kimse olarak İstanbul’daki değişimi tabi ki çok daha net görebiliyorsunuz. Öncelikle şunu sorayım: Semavi Eyice’nin İstanbul’u nasıldı?


Şimdi efendim tabi o devrin İstanbul’u bambaşkaydı. Nüfus ben daha ortaokul öğrencisiyken 600 – 700 bin arasıydı. Şimdiki gibi on üç milyon, hatta onbeş milyondan falan bahsediyorlar, değildi. Kendisine göre sakin bir şehirdi. Tramvay işlerdi biliyorsunuz. Hatta ben tramvaya dair bir yazı yazmıştım. Yakın Tarih dergisinde çıkmıştı. İstanbul tarafının, Bostancı’nın dahi tramvayı vardı. Bunlar gayet güzel organize edilmiş nakliye vasıtalarıydı. Ve her yerde bunları kullanırdık. Şehrin her tarafına tramvayla gidilirdi. Tabi büyük trafik yoktu. Zaman zaman bazı yerlere tramvaya yardımcı olmak üzere otobüs vs. koyulmakla beraber pek de yaygın değildi. Bazı yerlere zaten özel otobüsler işlerdi. Mesela Kocamustafapaşa ’ya Sirkeci’den kalkan özel otobüsler vardı. Üzerinde Kocamustafapaşa diye yazardı. Hatta biz bir tanesini kiralamıştık da Anadolu’yu dolaşmıştık. Üzerinde Sirkeci - Kocamustafapaşa yazan otobüsü görünce halk orada hayretle karşılamıştı bizi. Zaten onlar kamyondan bozma otobüslerdi, onlarla dolaştık Anadolu’yu. Velhasıl böyle maceralarımız oldu.

 

Ben birkaç öğrenciyi yanıma alarak ayrıca özel ilmî araştırmalar da yaptım. Kırşehir’de kazı yaptım. Side’deki kazılarda çalıştım. O kazıları bir Prof. yapıyordu, bir kısmını da ben üstlenmiştim. Onun dışında Toros dağlarında bilhassa Silifke - Tarsus arasındaki dağlarda, bölümlerde ve önündeki ıssız bir takım kayalık adalarda incelemeler yaptım. Orada on dört - on beş sene çalıştım ve onlara dair de bir şeyler hazırladım fakat yayınlamam mümkün olmadı. Onlar da benimle beraber kalacak, öyle anlaşılıyor. Gerek planlar çıkarıldı, gerek fotoğraflar alındı fakat benim artık ümidim yok. Karaman havalisinde araştırmalarım oldu. Bütün Karadeniz kıyılarını dolaştım. Oralarda da epey bir araştırmalarım oldu. Baba memleketi olan Amasra’ya dair de küçük bir kitap yayınladım vaktiyle. Velhasıl böyle çalışmalarla zamanımı geçirdim.


İstanbul tabi baş çalışma yerlerimden biri oldu. Bizans sanatına da yakından vâkıf biri olarak bu konuda da çalışmalarım oldu. Tabi bildiğiniz gibi Bizans eserleri İstanbul’da zengin, aynı şekilde Anadolu’da da çok eser bulmak mümkün. Kariyerim ve çalışmalarım bu çerçeve içindeydi. Dar bir çerçevede kalmak bana pek uygun gelmediği için Bizans sanatıyla uğraşırken aynı zamanda Osmanlı sanatıyla da uğraştım. Onu da ihmal etmedim. Hatta elimde hâlâ var, bir türlü yayınlayamadım. Bulgarların kiliseye çevirdikleri Mimar Sinan’ın eseri olan bir cami vardır. Sofya’da Mehmed Paşa Camii diye büyük de bir camidir. Fakat tanıyamazsınız, kiliseye dönüştürülmüş ve mimarisi tamamıyla değiştirilmiş. Buna dair mesela epey önemli ve büyük bir çalışma yaptım. Malzeme topladım, vakfiyesini buldum falan. Mimar Sinan’ın başlıca eserlerinden biri. Fakat basılmadı, duruyor bir kenarda. Bakalım basılacak mı basılmayacak mı...

 

Bunun dışında kaybolmaya yüz tutmuş bazı eserleri yaşatmaya çalıştım. Bilmiyorum İstanbul’u tanır mısınız, bilir misiniz, İstanbul’da yangında harap olmuş bazı camileri istimlâk ettiler, ortadan kaldırdılar, yıktılar. Bunlardan bazılarını ben son anda kurtararak yaptırmaya çalıştım. Bazılarını da yapmamak için inat ettiler tabi. Kavga ettiler benimle hatta. Bunu da söyleyeyim. Mimar Sinan’ın mesela kendi adına, kendi vakfı olarak yapmış olduğu bir eseri vardır. Adam yüzlerce eser vermiş şu bu ama, bir eserini de, eserlerini topladığı listesinde de yazar, bu fakîrü’l hakîrindir der. 1917 – 18 yıllarında İstanbul’da biliyorsunuz korkunç yangınlar oluyor. Belki daha önceki yangınlarda harap görmüş ama hemen yapılmış. Son yangındaysa harap olduktan sonra öylece bırakılmış. Bu cami, daha doğrusu mescid dört duvarı ve minaresiyle harabe bir şekilde dururdu. Gecekondu furyası başlayınca, gecekondular geldiler ve bunun içine yerleştiler. Ufak ufak barakalar halinde içinde yatıp kalkıyorlardı. Ben de arada bir uğrardım. Hatta bir keresinde ben yine oralarda bakınırken bir kadın çıktı, “Beyefendi bir şey mi arıyorsunuz?” diye sordu. “Hanım” dedim ben de ona, “sen İstanbul’da bula bula bu camiyi mi buldun da geldin buraya yerleştin.” “Bilmiyorduk, geldik buraya yerleştik” deyince ben de “eninde sonunda seni buradan atarlar” falan dedim. Yani böyle konuşmalarım da oldu.

 

Yazının devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/18281/velhasil-istanbulu-boyle-ziyan-ettik.html

Bu haber toplam 977 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim