• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

M. Enes Kala: 15 Temmuz Geceden Sabahı, Şerden Hayrı Çıkarabilmek

M. Enes Kala: 15 Temmuz Geceden Sabahı, Şerden Hayrı Çıkarabilmek

Bizi kendisiyle daha yakından tecrübe ettiğimiz sükuna, rahmete, affa, tahammüle ve adalete kavuşturması duasıyla uğurladığımız Ramazan ayının hemen akabinde, onun bırakmış olduğu iklimi solurken, yaklaşmakta olan meş’um olayın postal seslerini de duymak gerekiyormuş. Sıcak temmuz gecelerini, özellikle Müslüman coğrafyada yaşanan zulümleri görmek, duymak ve bilmek zorunda kalışımızın mahzûniyeti içerisinde geçirirken bize masumiyetimizi ilan eden mel’un kalkışmanın gelmekte olan sıcak kokusunu almayı da aklımıza getirmeliymişiz. Bir olay ki, geceyi sabah, şer olanı hayr, zulmü rahmete dönüştürecek olan Rabb’in ümmete kendini aklama imkanı verdiği bir fırsat olarak sunuldu bize altın tepside. Öyle zor bir imtihandı ki bu, başlangıcı vardı ancak sonu yoktu, millet devleti bir kez daha korumuş, kollamıştı. Darbe girişimi sürecinin başını ülkece başardık ya sürecin devamına ve teyakkuz haline işaret eden sonunu?

Karanlık meydanları varlıklarıyla ak, kanlarıyla al yapan Aziz Milletin her bir ferdi, öyle kutlu bir mücadele koydu ki ortaya, hep övündükleri geçmişlerini sadece bir hatıra, nostalji ya da karşılıksız beklenti olarak değil, samimi şekilde yaşam tecrübesi olarak benimsediklerini yedi düvele bir kez daha gösterdiler. Karşılarında belirli bir düşman yoktu, saygı duydukları, peygamber ocağı dedikleri askeriyenin içine sızmış, askeri kamuflajlarının arkasına sığınmış acımasız hainler güruhu vardı. O gece, öyle askerler vardı ki, üzerlerinde askeri kamuflaj yoktu. Öyle askeri kamuflajlar vardı, içlerinde asker yoktu. Kim masum, kim suçlu? ayırt etmek birileri için oldukça zor görünürken, milletin engin basireti ve feraseti bunu bilmeye yetkindi. Halkın neredeyse tamamı silahsızdı, yanlarında sadece kefenleri olacak ve kanlarıyla daha da yücelecek adaletin nişanesi al-bayrağımız vardı. Vuruldular, sarsıldılar ancak yıkılmadılar, geriye dönmediler, bayrağı yere düşürmediler, silahsız şekilde silaha karşı nasıl direnilir herkese gösterdiler. Direnişin, bir milletin yeniden dirilişi olabileceğini yine yeniden ortaya koydular. Meydanlara çıkan, meydanları bırakmayan her bir ferdin heybelerine kattığı, çocuklarına, torunlarına anlatacağı mukaddes hatıraları birikti. Her biri o kadar değerli ki, milletin karartılmaya çalışılan hafızasını güncelleyecek ve büyük olduğumuzu anlayamayan küçüklerin yüzlerine bir tokat gibi çalınacak.

Bu Necip Halk, haysiyet kıyamıyla, vatan, millet ve bayrak aşkıyla o karanlık geceyi aydınlığa erdirmeyi Hakk’ın izniyle başardı. Şimdi müntesibi oldukları dinin ulvi düsturlarından birine kulak vererek şer olanı da yine Yüce Rahman’ın izniyle hayra tebdil etmenin önemini idrak edecek ve gereğini yerine getirecektir. Ancak o zaman, başlangıcı başarılan kutlu mücadelenin güzel, iyi ve doğru şekilde sonuna giden süreci hayra dokunabilecektir. Sözüm ona elit olduğunu ifşa etmek için akla ziyan şeyleri öne çıkaran birilerince ötelenen, aşağılanan, adam yerine konmayan milletimizin irfanı yüksek nümayişsiz yolun samimi ve cesur yürekli insanları, En Sevgilinin yolunda, büyük ve küçük cihad ayrımını farkeyleyip fikreyleyebilecektir.

Ümmetin en hayırlıları geçmişte olduğu gibi bugün de şehadet şerbetini içtiler. Arkada kalanlarsa bu yolda gazi olmanın ağır mesuliyetini üstlenme şerefine nail oldular. Küçük cihad başarılmıştır, şimdi de büyük cihad başarılmayı beklemektedir. Ağır mesuliyete ancak büyük cihadın başarılmasıyla layık olunabilecektir. Şu var ki bu millete ait olmak, mesuliyeti hakkıyla yerine getirmenin teminatıdır, zira Hakkın hadimine olan aidiyet, mesuliyeti peşi sıra gerektirir. Halk, Hakk’a aidiyetin mesuliyetinin gereğini can pazarında kıyamıyla göstermiştir. Can pazarına çıkmanın yolu, bir an için de olsa nefsi olumsuzlamaktan geçer. Ne var ki, nefs adına nefsi olumsuzlamak onu terbiye etmenin değil, onu canavarlaştırmanın imkanını da ortaya koyabilir. O halde bir an için neftsen geçmek, onu ileride ateşe atacak şekilde canavarlaştırmanın değil, bilakis diğer nefsler için de ufuk ve yurt olucu şekilde terbiye etme imkanını ortaya koymalıdır.

Destansı mücadelenin en nadide öykü, anı, deneme ve şiirlerine bizzat meydanlar, tanklar, namlular, yer ve gök şahittir. İnsanlar onların dilinden kahramanlık öykülerini terennüm etmektedirler. Haysiyet kıyamına daveti gerekçelendiren ve özendiren özellikle Mehmet Akif, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un şiirlerinin ses ve söze ilişkin esrarlı anlam raksı, insanlara heyecan vermelerinin yanında geleceğe ait manaların göğe yükselip arş-ı âlayı titretecek nispette şiirler biriktirmemiz gerektiğini bize haykırmaktadırlar. Yaşadığımız hüznü ve hemen peşi sıra övüncü taşıyan olayların hatıratımızı zenginleştirmesi, silikleştirmeye ve yıkılmaya maruz bırakılan millet olma hafızasını güçlendirme ve zenginleştirme temrinlerini bizlere hatırlatmaktadır. İşte bu ahval içinde takınılması gereken hal, işi geçmiş, şimdi ve gelecek boyutlarıyla yeniden düşünmek, kurgulamak ve gereğini yerine getirmektir.

Yaşadığımız velûd toprağımızın geçmişi, üzerinde yaşayan Aziz Millet gibi neciptir, mukaddestir, sahip çıkılmayı da hak etmektedir. Geçmişi tarih kıldığımız, toprağı vatan edindiğimiz, hilali ve yıldızı bayrak bellediğimiz gibi mücadeleyi gerçekten başarabilmek için geçmiş, şimdi ve gelecek uyumunu da her hal, şart ve vakitte temin etmek zorundayız. Geçmişin ruhunu ilmek ilmek ören Aziz Millet, emanetine sahip çıkıp, “şimdi”yi de aynı cesareti imrendiren çaba ve yolla işlemiş ve dünya tarihinin şakağına yeni kahramanlık mücadelesini çakmış, geçmiş ve şimdi uyumunu mücadelesiyle göstermiştir. Başarının arkasındaki mana boyutu geçmiş ve şimdi arasındaki bütünlük ve ahengi tesis ettiği için akıllarda, vicdanlarda ve gönüllerde yer tutmayı başarabilecek güce sahiptir. Zira bu süreklilik ve rabıta içinde kalarak 15 Temmuz gecesi Haysiyet Kıyamının Bedir savaşı, Malazgirt zaferi, İstanbul’un fethi ve Çanakkale muharebesi gibi kutsal ve anlamlı olduğunu ifade etmek yerinde olur.

Şimdi işin daha zor ve çetrefilli tarafı başarılmayı beklemektedir. Geçmiş ve şimdinin anlam bütünlüğünü ve sürekliliğini sağlayan engin tarafına, onu fizik dünyaya olduğu gibi metafizik evrene de sabitlemeyi sağlayacak nispette gelecek boyutunu aynı nizam, ahenk ve esrarla ekleyebilmek.      

Beden ve ruh bir arada bulunduğu nispette yaşam hareketliliğinden bahsedebiliriz. Mülk, her toplum için ruh, millet de bedendir. O halde millet ve mülkü birbirine İslam harcıyla o kadar güzel karmalıyız ki ne millet mülkten, ne de mülk milletten ayrı düşünebilsin, hakemliği ve birleştiriciliği de İslam yapabilsin. Vatan toprağının üzerinde bulunan her bir fert, yaşam imkanının söz konusu ruhun ve bedenin anlamlı raksında saklı olduğunu bilmeli ve bu yolda mücadele etmelidir. Bu başat mücadele dünya için yeni bir alternatif, ümmet için de kurtuluş ümidi olan Türkiye’nin sadece yere düşmemesi için değil, aynı zamanda adım atması hatta koşabilmesi için en lüzumlu hamledir. Bu hamlenin başarıya ulaşma şartı ise bir arada yaşama tecrübesinin yeni pratiklerini en veciz ve bereketli özeti olan bu topraklarda yeniden ve her zamankinden daha tahammülkar şekilde geliştirmek olacaktır. Topluma gelen tehlikenin miğferleri olanlar, ben, sen, o dilini bırakarak BİZ dili üzerinden mücadelenin zafere dönüşmesini cenk meydanlarında büyük bir onur ve kıvançla takip etmiştir. Irka dayalı ulusalcılığın, fırkalara dayalı mezhepçiliğin ve ideolojiye dayalı –izmlerin bu toprağın sesini dillendirmek ve omurgasını kaldırmak şöyle dursun, duruşunu yansıtamayacağını bir kez daha gördük. Ondan dolayıdır ki bu topraklarda Türklük, hiçbir ırkın üstünlüğüne dayanmadığı gibi gücünü ve istikametini İslam’ın olabildiğince geniş yelpazesi olan Ehli Sünnet’ten alır. Yolunda ötekileştirici, dışlayıcı, icbar ve tahakküm edici tavırları barındırmaz, amacı adalet dairesini nizam-ı alem çerçevesinde dünyaya hakim kılmaktır. Bu yolda ise hakim olmayı değil hadim olmayı talep eder. Dün bu böyleydi, bugün ve yarın da böyle olmalıdır. Ancak bu süreç devam ettirilebilir makul ve dirençli bir mücadeleyi şart koşmaktadır, büyük cihadın odak noktası ve nefsini başka nefsler için feda edebilmenin de bam teli burasıdır.       

İdrak ettiğimiz kutlu direniş ve diriliş mücadelesini yaşamakta olduğumuz çağın tüketim çarklılarından korumakla bu işe başlayabiliriz. Bunun gerçekleştirilmesi beklenen bir yolu, geleceği inşa edebileceğimiz, bereketli malzeme yekununu sağlayacak nispette mutevazı da olsa samimiyetten ödün vermeyecek şiir, masal, öykü, anı, roman, film biriktirmektir. En sağlam ve sahih analizleri gelecek projeksiyonuna yansıtmaktır. Yaşadığımız heyecanın ve dirilişin sönükleşmesine izin vermemektir. İçinde bulunduğumuz sıkıntıların geçmişi ve arka planı olduğunu unutmadan onların üzerine ilim ve irfanın sağlayacağı kuşanmışlıkla cesaretle gitmeyi başarmaktır. Her bir işimizde hesabiliği bir tarafa koyup hasbi davranmaktır. Hayatın her alanını akla oldukça önem veren dinin sahih anlayışlarıyla tanzim etmek ve aklı vahyin terbiye alanına sokabilmektir. Geçmişte Hasan Sabbah ve müritlerini, ortaya koydukları zihniyeti yıkarak alt etmeyi başarabileceğine inanan ve gereğini yerine getiren Gazzâli gibi alimleri yetiştirmektir. Selçuklu ve Osmanlıya ruhunu veren, sosyal bünyenin üzerine ikame edildiği dini, sosyal, siyasal, kültürel ve ilmi ayaklarına sahip çıkıp günümüz şartlarında onları yeniden ihya etmek ve her zaman batıla karşı üçüncü yolun imkanını haykırmaktır. Bir iş tutarken sağlam ilkeleri işe koşmaktır. Vatanperverlik, adalet, meşveret, ehliyet ve liyakati tercihlerin mihenk taşı kılabilmektir. Meşru daire içerisinde hangi işi yapıyorsak yapalım onu en iyi, en güzel ve en doğru şekilde yapabilmektir. Hakkın rızasını gözetebilmek ve halka hizmet etmek için günü yirmi beş saate, haftayı sekiz güne çıkarabilmenin yollarını arayabilmektir. Vatan, bayrak ve millet söz konusu olduğunda her şeyi bir tarafa bırakabilmek, küsmemek ve küstürmemektir. Makullüğün sadece rasyonalitede değil irrasyonalite de yakalanabileceğinin farkında olabilmektir. İnandığımız Rabbin tarihin her safahatına müdahale edebileceğini, ancak bunun bizim ihlas ve samimiyetimize bağlı olduğunu unutmamaktır. Mutlak hakikatin beşere kapalı olduğu bilinciyle her bir doğruluk iddiasına saygılı olmak ama her hal ve şartta uyanıklığı elden bırakmamaktır. Yüce Allah’ın bahşetmiş olduğu akıl nimetinin hakkını verebilmektir. Bu noktada kalleşçe planlanan hain kalkışmanın faili olan, ülkemizin maddi ve manevi ufkuna en tahrip edici bombaları yerleştiren fetö üyelerinin hassasiyetle tüm devlet kurum ve kuruluşlarından tamamıyla ayıklanması çabasında, kişisel hırs ve ikbal kaygısını bir tarafa bırakarak özenli sabrı, feraseti ve mücadeleyi unutmamak, böylesi hainlere bir daha izin vermemektir.          

Böylece öyle bir başarı ortaya konacaktır ki İslam Güneşi tüm letafetiyle cihanın her bir köşesini Türkiye üzerinden yeniden aydınlatacaktır. Böylesi bir ümit, tüm kaygıları kaldırır ve ulvi mücadele için ihtiyaç duyduğumuz iştiyakı artırabilir. Ancak o zaman geceden sabaha ulaştığımız gibi şer olarak görünenden de hayrı çıkarmış olabiliriz. Tüm bunlar zordur, zira büyük cihadın başarılmasını gerektirmektedir, ne var ki yiğit olan zora talip olmalıdır. Çaba bizden, Tevfik ise Yüce Rahman’dandır, vesselam…    

Doç. Dr. Muhammed Enes KALA
(Darbeye Direnen Kalemler, ed. Mahmut Bıyıklı, Bahçelievler Belediyesi, 2016 kitabından)
Bu haber toplam 574 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim