• İstanbul 20 °C
  • Ankara 22 °C

M.Selahaddin Şimşek; Tek kişilik Çoğunluk

Fahri TUNA

Portre /Fahri Tuna

Yirmi iki yıl olmuş o güzel ağabeyi ‘ötelere’ uğurlayalı.

Kaç kalbe kaç gönle kaç kaleme dokunmuş bir üstad, bir usta, bir rehberdi kendisi.

Özdeyişleri facebook’ta kâh Şekspir’in kâh Mevlana’nın imzasıyla dolaşıyor. Ş.’yi tanımadıkları için ‘bunu yazabilen herhalde Şekspir olmalı’ diye düşünerek onun imzasını koyuyor olmalılar. Bir anekdotun yeridir şimdi: ‘Şekspir gelse benim yazıma dokunamaz! Ben de Şekspir’in…’ sözü de onundur.

Ona özlem ona ihtiyaç ona hasret her geçen gün artıyor kalbimizde. Fatihalar Yasinler gönderiyoruz. Bazen gözyaşıyla bazen tebessümle anıyoruz onu.

Özdeyiş ustası, bir kalem ve kelam beyefendisi olduğu kadar yetenek avcısıydı da.

Güzel çok güzel çok zarif çok latif çok verimli gençler yetiştirdi, Yenicami’deki Asmaaltı Akademisi’nden. Cihat Zafer’den Osman Öztopaloğlu’na, Rahmi Sak’tan Engin Gündoğar’a, Aybars Bora Kahyaoğlu’ndan Sezgin Çevik’e, Serhat Demirel’e… ve nicelerini.

Akademi’nin en yeteneksiz öğrencisi kuvvetle muhtemel bendenizdim. Evden aldırtıp ‘tevbe istiğfar kelime-i şehadet’ getirtecek kadar.

Deneme, mizahla filan iştigal ederken, 1991 kışında ‘hayır, sen mizah değil portre yazarı olmalısın, adın da Fahri Arif olmalı’ dedi. Ustalar böyledir; ne derse öyle olmalıdır. Oldu da.

‘İlk yazdığım portre Cemil Meriç’tir’ diyorum söyleşilerimde. El-hak doğrudur, ulusal dergilerde ilk o yayımlanmıştır. Ama işin aslı başkadır; ilk yazdığım portre aslında onun portresidir. Yarıdan fazlası sağlığında yazılmıştır üstelik. Merak etmiş, bir kısmını da görmüş, ‘fazla not vermişsin; bana yüz verirsen Ebu Hanife’ye, Gazali’ye beş yüz verecek notun var mı’ diye takılmıştır.

Aşağıda okuyacağınız portre çalışmam, onun vefatın hemen sonrasında tamamlanmıştı gözyaşları içerisinde.

Yirmi beş yıl olmuş portre yazmaya başlayalı. Geçen sürede yirmisi şehir, yüz elli kişiyi yazmak kısmet olmuş bu fakire. Ne zaman ‘İçlerinde en çok hangisini seversiniz?’ diye bir soruyla karşılaşsam, ilk aklıma ‘Ş.;Tek Kişilik Çoğunluk’ gelir nedense.

Zira bilirim ki, o portre benden ziyade onundur; onadır, ondandır, oncadır.

Hem sağlığındayken hem de ‘ötelere göçü’yle o yazdırmıştır onu.

Özetle; bir gün biz de göçtüğümüzde esas memleketimize, ardımızda üç beş portremiz kalacaksa eğer, birisi ona yazılandır.

Onu ölümünün yirmi ikinci yılında hasretle rahmetle minnetle anarken, sizlere de bir müjde vermek istiyorum: Arkadaşları öğrencileri ailesi bir araya gelerek, adına bir dernek ve düşünce ödülü verme girişimindeyiz, kitaplarının yayını da en kısa zamanda başlayacak inşallah!

Gün yüzüne çıkmamış nice hakikat ve hikmetleriyle, yirmi beş sene yüz yirmi beş sene bin beş yüz yirmi beş sen sonra da yolumuzu aklımızı olayları aydınlatmaya devam edecek özdeyişleri. Tıpkı Gazali, Şekspir, Goethe gibi…

Zira – kendi söylemiyle – o bir ‘ünlem’dir.

‘Odunu sert çağa keskin balta’dır.

‘Tek kişilik cemaat, tek kişilik çoğunluk’tur.

Yirmi iki yıl önce onu ebediyete uğurladığımızda yazdığım ömrümün, yazarlığımın, kalemimin ilk ürünü ilk denemesini ilk portemi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

----------------

 

Ş.; MEHMED SELAHADDİN ŞİMŞEK

TEK KİŞİLİK ÇOĞUNLUK

Portre / Fahri Tuna

 

Ş.; tek kişilik bir çoğunluktu.

Çağların künhüne vakıf ender fanilerdendi.

Özdeyişleri tek cümlelik konferanslardır.

Müderris ve vaiz Cevdet Efendi’nin (1) yedi çocuğunun en küçüğü olarak 1953 yılında Adapazarı’nda doğdu; doğuştan talihli; devraldığı miras, on binlerce kitap ve irfan.

On dokuz yaşındayken üç arkadaşıyla ülke genelinde turneler yapan bir tiyatro kurmuştu: “Beyaz Leke Tiyatrosu.”(2) Onu tanıyan herkes şahadet eder ki, Ş. 20. Asrın sırtında tam bir beyaz leke olarak yaşadı.

O konuşmaya başlayınca zaman duru, donardı; heykeller canlanır, kitaplar dile gelir, kabirler ayağa kalkardı. Kimler müdavimi değildi ki fikir sofrasının. Kah Gazali olurdu konuşurken, kah Balzac. Bazen T.S. Eliot’un sesiydi, bazen İkbal’in; çoğu kez Ebu Hanife’nin.

Meclisi tarihin resmi geçidiydi adeta: Başköşede peygamber-i zişan otururdu; görmedim ki bir akşam da Ebubekir, Ömer, Osman, Ali uğramamış olsun.

Voltaire’yle tanıştı, Dostoyevski’yle ahbap; Garaudy’e dosttu Marks’a düşman; düşman-ı ekberi Yahudi’ydi.

Itri kadar Mozart’a da aşinaydı, Sinan kadar Picasso’ya da. 

Gümrükönü’nde görürdünüz çoğu kez, düşünceli; biliniz ki, ya Nizamülmülk’le “maarif” sohbetindeydi, ya Erich Fromm’la “sosyoloji.” Belki Cibran, Shaw’dan habergetirmişti, belki Carllay, Tagor’dan selam; Malcolm X, vereceği bir konferansın taslaklarını da ona gösteriyor da olabilir.

Bazen Necip’le uykusuz bir gecenin sabahında karşılaşırlar, bazen Cemil Meriç, Hegel’i anlatır. Yunus uğramasa yapamaz, Mevlana “Eyyühel Veled” (3) demese. Peyami “sızı”larını anlatır, Gökalp “cinnet”lerini.Ş.’yi görünce; Yakup Kadri “yüz ifade”sini değiştirir, Nazım “yol”unu.

Ş.’nin meclisi ezeli ve ebedi düşmanların “beraber olduğu” ender meclislerdendi; kol kola olamasalar da “yan yana”ydılar: “Yan yana gelmekle beraber olunamaz” özdeyişi de onundu zaten.

Bir yıl İslami İlimler’de okumuş, sonra Edebiyat Fakültesi’ni bitirmişti; romana ve sinemaya tutkundu. Anıyı, biyografiyi çok sever; bir çoğumuzu bu alana yönlendirmiştir; bu satırların yazarını da deneme ve mizahtan portreye “zorla” yönlendiren de odur örneğin. Bu türün enfes örneklerinden birisini de o vermiştir: “Malcolm X; Siyah Aydınlık.”

Okumayan adama tahammülü yoktu; okumayan adam da zaten ona tahammül edemezdi.

1.75 civarında bir boy, irice bir baş, oval bir yüz, belirgin bir burun, hafif kavisli kaşlar ve keskin, kararlı, kendinden emin kartal bakışlar. Onu sakalsız hiç görmedim.

Bıçak gibi bir zeka, “zifiri karanlıkta ak sütün içinde ak kılı görebilen” bir dikkat, hiç ama hiç kimseye iltimas geçmeyen bir mizaç, daima kararlı bir ruh hali; işte Ş. budur.

Dostluğu hem “çok zor”du, hem “çok kolay”, siyah ve beyazın dışında renk kabul etmezdi çünkü; inandığına “tereddütsüz” inanır, karşılığını da beklerdi.

Mükemmele olan düşkünlüğünden “az yazıyor”du; “haklısınız, müşkülpesentim” derdi sık sık. Yazıları başta Zafer olmak üzere, akademi, Mektup, Diyanet ve Tevhit’te yayımlandı.

Osmanlıcaya tutkundu; Osmanlıcanın “ilim ve sanat lisanı” olduğunu söyleye gelmiştir hep.          

 “Sözü, yazıyı kısaltın” tavsiyesini yaptı çevresine daima; kendisi de hem sözü, hem yazıyı, hem de adını kısaltmıştı; Mehmed Selahaddin Şimşek’i Ş. yaparak...

Sözlükte yazılı her bir sözcük için konferans verebilen adamdı Ş.

Özdeyişleri ve denemeleri sanat şaheseri olduğu kadar, dramların da destanıdır; o yazılarını “çağdaş putları kıran birer İbrahim” olarak kullanmaya çalıştı. 

Erich Fromm haklı: O “varlıklı olmayı” değil “var olmayı” tercih etti.

Ş.’yi belki de en iyi anlatan ifade, kendi özdeyişi olmalıdır:

Nice ışık saçanlar yangın çıkartmakla suçlanmışlardır!

--------

 

1)       Ahmet Cevdet Şimşek: 1891 Gölcük-1966 Adapazarı. Fatih Medresesi mezun. 1926’dan itibaren Adapazarı’nda merkez vaizliği ve 24 yıl Orta Camide fahri imamlık yaptı, Organ Camide vaaz ederken kürsüde vefat etti.

2)        Yusuf Aydın,”Beyaz Leke Tiyatrosu”, Akademi Dergisi, Şubat-1975 sayısı,

3)       Gazali (1058-1111)’nin bir kitabının adı.”Ey oğul” anlamındadır. (Ana Britannica, c.9, sh.320)

Bu yazı toplam 1685 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim