Kızılay’da hareketlilik var, insanlar sağa/sola, aşağı/yukarı aceleyle gidip geliyorlardı. Sümer sokaktaki Türkiye Yazarlar Birliği’nin binasına gittiğimde henüz vakit erkendi. Merdivenlerden döne döne çıktım, tek kapı açıktı, içeri girdim. İçeri girmeden önce gördüğüm biri yaşlı diğeri genç iki kişi yolculukta lazım olacak kitap, bülten ve afişleri hazırlıyorlardı. İçeride Şair Vahap Akbaş pencere kenarında oturmuş bir sandalyeye, durgun görünüyordu. İçeride sıkıcı bir sessizlik hâkimdi. Selam verdim sarıldık, sabah erkenden inmiş o da Ankara’ya. Benim de üzerime gece yolculuğunun yorgunluğu çökmüş, dilim damağım kurumuştu. Burada oturursak uyuyup kalmamak içten bile değildi. Vahap Bey ile kısa bir hal hatırdan sonra söz bitti; ne onda konuşacak takat kalmıştı ne de bende. Uyuşukluğumuz açılsın diye çorba içmek için caddenin karşısındaki lokantaya geçmeye karar verdik.
Yerleri temizleyen genç bir kızdan başkası görünürlerde yoktu. Sümer sokaktan tek tük gelip geçenler oluyordu. Bol kepçe kellepaça çorbamızı getirip yeniden işe koyuldu genç kız. Aynı bayan bizi uğurlarken, “Çorbayı beğendiniz mi?” diye sordu. Vahap Beyden ses çıkmadı. “Aşçıya söyle bize un çorbasını kellepaça diye yutturduğunu sanmasın!” dedim. Kız gülerek, “Söylerim efendim,” derken biz oradan ayrıldık. Vahap Ağabey, bu söz üzerine otobüse kadar güldü…
Ankara’dan 6 Mayıs 2013 Pazartesi günü yola çıktığımızda saat onu geçiyordu. Bir hafta önce Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı İbrahim Ulvi Yavuz aramıştı. “Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluşunun 35. Yılı dolayısıyla ‘Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı’ adı altında bir gezi yapacağız, uygunsan beraber gidelim,” dedi. Bunun benim için de iyi bir fırsat olduğunu düşünüp İzmir’den yola çıktım. Vahap Bey Çorlu’dan gelmişti.
Otobüsümüz bahar mevsiminde, bazen güneş sağanağında bazen de gecenin dalga dalga zerimize gelen karanlığında yol aldı. Kıvrım kıvrım yollar arkamızda kaldı. Dağları aşarken gece bizi üşüttü, gündüz güneşin sıcağıyla başımız yana düştü, kaç defa çise çise yağmura tutulduk. Zaman geldi sessizlik çöktü otobüsümüzün içine, motor horlamasıyla kendimize geldik…
Aksaray’da üniversiteye misafir olduk, öyle vakti geçiyordu. Vahap Akbaş, her zamanki ciddiyetiyle şiirini okudu, salonu dolduran insanlara. Yüz hatları durgun, yüzü gülmüyordu.
“Yüreklere taşınan dava tohumlar
Merhaba
Merhaba kapalı gözlerde açan
yediveren gül
İnanca ayarlı nabızlar
Kuş ve ezan sesleri
Ve duaya karasevdalı diller
Merhaba…”
Yola koyulduğumuzda ikindi olmuştu. Hasandağı’nın eteklerinden geçtik, Toroslar’da derin vadilere daldık. Sonraki durağımız bir gün sonra Hatay oldu. Üniversitede hoş bir gün geçirdik. Vahap Ağabey kalabalık bir salonda, “Dağları Özleyen Adamın Şiiri” adlı şiirini okudu. Gözlerini büzmüş uzaklara bakıyor, sanki kalabalıkları görmüyordu. Bakışları yüksek dağların yamaçlarında gezinir gibiydi.
“açmışım gözlerimi dağ / yürümüşüm dağ
sakın sorma bana neden sevdiğimi
gökte oynaşan yıldızları ve her biçimini ayın
pelit ağacını yağmuru karı
gök gürültüsünü ve kuzu melemelerini
ve fırtınayı bile
yalnızlığı ve korkuyu bile
neden sevdiğimi sorma anla
açmışım gözlerimi dağ / yürümüşüm dağ…”
Uzun yollar, şehirler, kasabalar, köyler geçtik; otobüsümüz bazen dağlara tırmandı bazen de ovaları geçti derken Gazi Antep, Urfa’da geride kaldı. Mardin’de otele geç geldik ama uyku tutmamıştı, dışarıda dolaştım hava serindi... Otelimiz şehre bayağı uzaktı. Gelirken otobüste Vahap Akbaş “İnşirah” adlı şiir kitabını imzalayıp bana vermişti. “Acıları İstif Etmişiz” diyor Vahap Akbaş. Gece oturup onu okudum.
“Acısı büyük kentler gömdük içimize Ferhat
Ne susuz ne susuz kentler
İnce uzun kirli sokaklar gömdük
Loş odalarda sarhoş kahkahaları içerken
Fahişelerin gözbebekleri
Ne imreniyoruz bilsen
Ne imreniyoruz Ferhat / ölümüne Şirin’in…”
Vahap Akbaş’la kahvaltıdan sonra otobüste yan yana oturup şiir ve hikâye üzerine sohbet ettik. Yüzünde ince bir acının izleri vardı ama sebebini söylemedi. “Bu sabah biraz başım ağrıyor,” dedi.
Yorgundun şair, o gece fark ettim…
Bahar mevsimi, saatler gece yarısını gösterirken otobüsümüz Batman yol ayrımında durdu. Vahap Akbaş, “Anamı gelmişken göreyim. İki gün sonra Diyarbakır’da size katılırım,” dedi. Anam dediğinde gözleri buğulanmıştı. O sırada yan yana oturuyorduk. Anasının sağ olduğunu o zaman öğrendim. “Anaya bizden selam götür Vahap Bey,” dedim, gülümseyip başıyla selamı aldı. Bu yaşta anası varmış yolunu bekleyen, “Ananın yaşı mı olur be hey adam?” dedim kendi kendime biraz da içerledim. Galiba anamı çok özlemişim kıskandım Şairi… Bir zaman benim de başımı koyduğum bir diz, saçımı okşayan bir el vardı….
Bizden bir şey saklıyordu, ısrar ettim söylemedi. “Yorgunum,” dedi, başka söz ağzından çıkmadı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu ama Vahap Ağabey aldırmadı. Otobüsten inerken bize doğru bir tebessüm yolladı, yüzündeki acı izleri düzelmişti. Bahar yağmuru onu usul usul ıslattı, dönüp bakmadı. Yürüdü yol ayrımına doğru, karanlıkta zor fark ediliyordu. “Çorlu’da küçük bir bahçem var,” demişti, “boş kaldıkça orayla uğraşıyorum.” Otobüsümüz Siirt’e doğru hızlandı. Şairi, gecenin karanlığı Batman yol ayrımında saklamıştı…
“Ananın ellerinden öp benim için…” diyerek başımı otobüsün camına yaslandım, bilmem duydu mu? Kimse beni görmesin istiyordum. Anam sağ iken yalnızlık nedir bilmemiştim, dağ gibi anam arkamda duruyordu, başım hiç yere eğilmemişti…
Vahap Beyin dün bana imzalayıp hediye ettiği “İnşirah” adlı şiir kitabını rast gele açıyorum…
“Trenler miydi onlar / kara yılanlar gibi
Geçerlerdi çocukluğumuzun varoşlarından
Dumanlarını ve türkülerini savurarak
Firari arap atları mıydı yoksa
Masal dağlarından doğup hakikat çölüne süzülen…”
Otobüsümüz dağlara doğru başını alıp gitti. Derelerden tepelerden geçerek Siirt’e doğru hızla ilerliyordu…
Yalnızım yatak odamda, yalnızlık içimde depreşiyor, (15 Kasım 2014) elimde Vahap Ağabeyinin benim için imzaladığı şiir kitabı, bir o yana çeviriyorum bir bu yana. İçimde bir sıkıntı var…
Haber geldi, Vahap Akbaş vefat etti!..
“Dağları Özleyen Adam” öldü, şiir öksüz kaldı… Artık o küçük bahçeyle birazda başkaları oyalansın Şair…
Kitap elimden düştü…
Yalnızlık içime kurşun gibi çöküyor…
Merhuma Cenab-ı Allah’tan rahmet ve mağfiret, ailesine, yakınlarına ve bütün sevenlerine sabır ve başsağlığı dilerim. Mekânı cennet olsun.
Bizim Külliye Dergisi, Sayı 63, mart, nisan, mayıs 2015
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.