20 Nisan 2024
  • İstanbul12°C
  • Ankara11°C

AYLA

Namık AÇIKGÖZ

08 Kasım 2017 Çarşamba 08:00

Yönetmen Can Ulkay’ın adını daha önce hiç duymamıştım. İnternetten kim olduğunu araştırınca bu sene vizyona giren ve pek yankı uyandırmayan Sarıkamış Çocukları filminin de yönetmeni olduğunu gördüm.  Ulkay’ın Sinema tarihindeki yerini tespit etmek için başka filmlerini de görmek gerekir ama Ayla’dan başka tek filmi olunca, böyle bir değerlendirme ve Ayla filminde geldiği noktayı tespit etmek zor.

Elbette bizim meselemiz yönetmen değil, filmin kendisi.

Filmi iki açıdan değerlendirmek mümkün. Biri görsellik; diğeri de hikâye…

FİLM SANATI BOYUTU

Filmin görselliğine diyecek yok. Normal akış sahneleri de savaş sahneleri de mükemmel, efektler harika.  Başta, köyün saldırıya uğradığı sahne ile Kunu-ri’de saldırı ve tuzak sahnelerinde aksiyon yoğunluğu ve aksiyonun doğala yakın olması, filmi yapaylıktan kurtarıyor. Özellikle Ayla’nın da bulunduğu sahne, salondakileri de filmin içine çekiyor.

Filmi güçlü kılan özellik, hikâyesindeki güçtür.

Hikâye kurgusu, sinema tekniğinin önüne geçiyor.

HİKÂYE SANATI BOYUTU

Filmin adı “Ayla” olunca, kadın kahramanın Ayla olmasını bekleyen seyirci için, filmin başında iki tuzak kuruluyor. Biri Nuran biri Nimet olan 2 kız, Kore’ye gidecek olan astsubayın sevgilisi olarak sunulunca, ister istemez, dikkatler bu konuda temerküz ediyor. İlerleyen sahnelerde gerçek Ayla ile film, alışılmış “dönmeyen sevgili” psikolojisinden, bir trajediye yöneliyor.

Bir de kahraman astsubay Süleyman’ın merhamet boyutunun karıncalar üzerinden verilmesi iyi olmuş. Karıncaya karşı merhametli olan Süleyman’ın, savaşta tek başına kalan bir kız çocuğu için yapmayacağı şey yoktur. Süleyman da böyle yapar ve o günlerden, yani 1950’den 2010 yılına kadar Süleyman’ın hayatını o merhamet duygusu şekillendirir. Bu merhamet, hem askerlik hayatında hem de askerlik sonrası hayatında büyük önem arz edecektir.

VE MERHAMET

Filmin hikayesinin ana omurgası merhamet ve özlem olmakla beraber, ilk bakışta savaş filmi olarak görülmesi, bir yanılgıya yol açabilir. Filmi basit bir savaş filmi olarak görmemek lazım. Savaş, merhamet duygusunun etkisini arttırmak üzere kullanılmış. Elbette film konusunu gerçek hayattan ve gerçekten de Kore savaşında yaşanan bir trajediden almış ama filmin hikâyesi yazılırken merhamet vurgusu öne çıkarılmış. Yani kendiliğinden oluşan bir gerçek, metne ve filme dönüşürken, artık savaş önemini kaybetmiş bir çocuğun trajedisi önem kazanmış görünüyor. Savaş, ölüm demektir ama Ayla’nın yaşaması lâzım. Hikâye önce bu ölüm ve yaşamak gerilimi üzerinde yükseliyor; ardından konu sadece Süleyman-Ayla gerilimi geliyor.

Savaş sahnelerindeki aksiyon gücünün yanı sıra zaman zaman filme serpiştirilen hikâye cümleleri de filmin mükemmellik seviyesini attırıyor. Mesela Kore’den ayrılışta, Ayla’yı Türkiye’ye götüremeyeceğini izah eden komutanına Süleyman’ın “Bu söylediklerinize kendiniz inanıyor musunuz?” diye sorması üzerine komutanın “Ben sana inanıyorum.” demesi, hikâye cümlesi olarak yerindedir.

KADI KIZI KISMI

Filmde sığ kalan tek husus, komutanın komünist olması ve Kore’de savaşılan devletinde komünist olmasındaki gerilim, biraz zayıf işlenmiş. Bu gerilim ya daha keskin ve güçlü işlenmeliydi veya hikâyeye hiç dahil edilmemeliydi. Bir de bana göre, trajik kurgunun etkisini arttırmak için kullanılan savaş sahneleri gereksiz yere uzatılmış. Tabii, belki bu sahneler, “ekşın” meraklıları için konmuştur.

HULÂSA

Filmde İsmail Hacıoğlu, Çetin Tekindor, Taner Birsel, Ali Atay, Murat Yıldırım, Kim Seo da çok güzel bir oyun sergilemişler.  Senaryo için de Yiğit Güralp’i tebrik etmek gerekir.

“Eeee… Sonuç olarak ne diyorsunuz hocam? Filme gitmek vakit kaybı olur mu?” diye soruyorsunuz; biliyorum. “Gidin!...” derim. 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.